Meslek seçimi, hayatımızın en önemli kararlarından biri. Tercihlerimizi etkileyen sayısız değişken bulunmakla beraber çoğumuz için; istihdam, kazanç ve prestij garantisi bu konudaki seçimlerimizin temel kriteri. Evet; herkes istediği sebepten dolayı, istediği mesleği seçmekte özgürdür. Evet; kimse kariyer hedeflerinden dolayı kınanamaz. Sözümüz yok. Lakin bu; işin ferdi boyutu. Bizim sözümüzse idealistlere. “Halka hizmet; Hakk’a hizmettir” diyenlere. Yaşatarak yaşamayı kendine şiar edinenlere… İşte onlara bir çift sözümüz var!

 Meslek Tercihinde Mühendislik Açık Ara Önde

Geçtiğimiz yıllarda tanınmış bir kariyer sitesi tarafından yapılan araştırmaya göre; üniversitelerde en çok tercih edilen bölümler sıralaması şöyle: Elektrik Elektronik Mühendisliği  % 13, Makine Mühendisliği % 9, Bilgisayar Mühendisliği % 5, Endüstri Mühendisliği % 5, İşletme % 4, Kimya Mühendisliği % 3, İktisat % 3, Biyoloji % 2, Muhasebe % 2, İşletme Mühendisliği % 2…

Görüldüğü gibi Türk gençlerinin meslek tercihlerinde; mühendislik başta olmak üzere teknik bölümler açık ara önde. Ardından gelen; tıp, hukuk gibi bölümleri seçenlerse; iş ve bol kazanç garantili olarak gördükleri doktorluk ve avukatlık gibi mesleklere yönelmiş durumdalar. İstisnaları olmakla birlikte sosyal bilimlere yönelenlerse bunu çoğunlukla; istedikleri bölümü tutturamama ihtimaline karşı tedbir olarak yapıyorlar. Mantık şu: “Hiçbir şey olamazsan öğretmen olurum.” Bu düşünce şekli; eğitim camiamız için ayrı bir fecaattir ki; ayrıca tartışılması gerekir…

Adamlık Liginde Mühendisler Şampiyonluğa Oynar Oldu

Meslek tercihlerinde çeşitli mühendislik bölümlerinin bu kadar ön planda olmasının sebebi; 1950’li yıllara dayanan bir toplumsal algıdır: Bu yıllarda başlayan “sanayileşme süreci”nin doğurduğu bir algı. 50’li yıllarda sanayinin büyük bir hızla gelişmeye başlamasıyla birlikte; istihdam edilen mühendis sayısının artması ve mühendisliğin kazanç ve statüsünün o zamana kadar revaçta olan öğretmenlik, memurluk vb. geleneksel mesleklere oranla çok daha yüksek olması; toplumsal algıda mühendislik grubu mesleklerinin değerini kat kat yükseltti. Tabiri caizse (ki caizdir) o zamana kadar adam olmak için; öğretmen, memur, olmadı; muhtar(!) olmak gerekiyorken; 1950’lerden sonra adamlık liginde mühendisler şampiyonluğa oynar oldu hep.

Ağa Olsan Ne Yapardın

Kentliliğe geçiş sürecinde; çevre yoluyla edinilen eksik izlenimler de mesleki tercihlerin bu şekilde oluşmasındaki etkin faktörlerden: Hani marabaya sormuşlar: “Ağa olsan ne yapardın?” diye… “Soğanın cücüğünü yerdim” demiş. Çocuğunu okutarak sınıf atlatmak isteyen ve toplumun çoğunluğunu oluşturan çiftçi, esnaf, küçük memur… Çevresine baktığında gördüğü örneklere göre şekillendirmiş bu konudaki muhayyilesini. Nispeten dışa kapalı bir hayat süren mütedeyyin kesimin, bir zamanlar toplumsal anlamda yegâne idolü sayılan siyasetçiler dahi bu döngünün içinde yer alarak, örneklikleriyle desteklemiş söz konusu algıyı. Düşünün ki çobanlıktan cumhurbaşkanlığına yükselmesiyle bilinen ve Türkiye’nin on yıllarına damgasını vurmuş ünlü siyasetçimiz; mühendis kökenli. Hakeza; Türkiye’deki muhafazakâr kesimin sözcülüğüne soyunan ve defaatle iktidar ortağı olan hareketin lideri bile Alman Leopar tanklarının tasarımını yapmakla övünen bir mühendis.     

Toplumsal ufuk darlığı ise bu konudaki bir diğer etken. Yukarıdaki profil içerisinde; çocuğunun topluma faydalı bir meslek edinmesini isteyenler ve doğal olarak yönlendirmesini de buna göre yapanlar çok değil. Lakin yok da değil. Ancak bu kişilerin yönelimleri çoğunlukla öğretmenlik veya imamlıkla sınırlı. Uzunca bir dönem; oğlunu-kızını öğretmen olmaya yönlendiren ebeveynler ve böyle olan gençler; toplumsal sorumluluklarını yerine getirmiş saydılar kendilerini. İlginçtir: Bu “kısımda” çocuğunun öğretmen olmasını isteyenler çok ama üniversitede öğretim görevlisi olsun, dekan olsun, rektör olsun diyen yok. Oysa bir öğretmenle bir rektör arasında; toplumsal etkinlik, dolayısıyla toplumsal fayda açısından dağlar kadar fark var. Ufuk darlığı derken kast ettiğimiz de tam olarak bu. Yoksa haşa; gerçekten de kutsal sayılan meslekler olan öğretmenlik, imamlık vb. küçümsemek değil kasıt.

Sosyal bilimlere dayalı mesleklere gereken önem verilmiyor! Ve bu durum; bilhassa devlet kademelerinde kemikleşmiş sistem elitlerine karşı giderek artan bir iştiyakla toplumsal etkinlik mücadelesi veren Anadolu insanının yaptığı en büyük stratejik hatadır.

Stratejik Hata

Elbette ki her meslek belirli bir ihtiyacın ürünüdür ve o ihtiyaç devam ettiği sürece varlığını sürdürecektir. Bizim burada yaptığımız teknik meslek-sosyal meslek ayrımıysa; kesinlikle teknik meslekler kötüdür, sosyal meslek iyidir şeklinde anlaşılmamalıdır. Konuya dikkat çekerkenki amacımız; toplumun ihtiyaçlarının doğru okunup, gerek fertler gerekse de toplum açısından en doğru seçimlerin yapılarak, azami faydanın elde edilmesini sağlamaya çalışmaktan ibarettir. Bu bağlamda; asıl söylemeye çalıştığımız şeyse şudur: Başta; dergimizin okur kitlesinin çoğunluğunu oluşturan mütedeyyin kesim olmak üzere, toplumumuzda; sosyal bilimlere dayalı mesleklere gereken önem verilmiyor! Ve bu durum; bilhassa devlet kademelerinde kemikleşmiş sistem elitlerine karşı giderek artan bir iştiyakla toplumsal etkinlik mücadelesi veren Anadolu insanının yaptığı en büyük stratejik hatadır.

Yazının girişinde verdiğimiz tercih istatistiği ise sizi yanıltmasın! Bu demek değil ki; Türkiye’de insanlar sadece teknik ve mühendislik bölümlerini seçiyorlar. Hayır: Sonuçta üniversitelerin sosyal bilimlerle ilgili bölümleri de tıka basa öğrenci dolu. Birileri bu bölümlerin aslında ne kadar önemli olduğunun farkında. Ve boş bırakmıyor. Buna karşılık; teknik bölümleri gözünde çok büyüten, karşılığındaysa sosyal bölümleri kâle bile almayan bir kesime dikkat çekmek amacımız: Bize!

Bizim Mahalle Kahramanını Bekliyor Ama Talip Yok

Bizim mahallede(!) herkes toplumdaki çeşitli çarpıklıklardan şikâyetçi. Mesela; medyanın bilinçli bir şekilde dini ve ahlaki değerleri yozlaştırmasından, çeşitli çarpık ilişkileri meşrulaştırmasından hepimiz şikayetçiyiz. Ama kalkıp da “Ben de medya sektöründe kendimi yetiştireyim. Mesela bir yapımcı olayım, bir T.V.’ye genel müdür olayım da: Ensest ilişkilerin, aldatmanın, çok eşliliğin, madde kullanımının, yalancılığın, dolandırıcılığın, ahlaksızlığın, ağza alınmayacak bin türlü rezaletin kameraya alınmadığı diziler çekeyim, filmler yapayım…” diyenimiz yok.

Hepimiz; reklamların aşırı tüketim, lüks ve israfı teşvik etmesinden, bilinçaltlarımıza maddeperestlik pompalamasından, batılı/batırıcı hayat tarzlarını özendirmesinden şikâyetçiyiz. Ama kalkıp da “Ben de reklamcılık alanında kendimi yetiştireyim. Bir reklam yazarı, bir pazarlama müdürü, bir ajans patronu olayım da ürün pazarlarken; aynı zamanda insani bir hayat tarzını, hakkani bir bakış açısını zihinlere zerk edeyim.” diyen yok!

Hemen hiçbirimiz okullarda bize öğretilen resmi tarihe güvenmiyor, tarihçiyim diye ortalarda dolanan pek çok ismin, aslında belirli bir ideolojinin pazarlama elemanları olduğunu biliyor, tarihimizdeki pek çok kişi, kurum ve değerlerin bilinçli bir şekilde karartıldığından, karalandığından, unutturulduğundan dem vuruyoruz. Ama içimizden kimse kalkıp da: “Ben tarih öğretmeni değil tarihçi olacağım: Tarihimizin saklanan, unutturulan hakikat ve değerlerini açığa çıkaracağım, toplumuma özgüven aşılayacak, geçmişin olduğu gibi geleceğin de tarihini baştan yazacağım” demiyor.

Pek çoklarımız “Felsefe dinsizlerin silahıdır” diye naralar atıp; öğrenmeye, yapmaya çalışanlar şöyle dursun, anlamaya çalışanları bile kınarken; elin Huntington’u, Fukuyama’sı “Medeniyetler Çatışması”, “Tarihin Sonu” dediğinde antitezlerini geliştirecek adam bulamıyoruz. Felsefesiz siyasetin kasaba politikacılarından daha iyisini yetiştiremediğini görüyor, felsefesiz edebiyatın kelime oyunlarından ibaret olduğunu sezinliyor, felsefesiz matematiğin bile para üstü alıp vermekten öte bir işe yaramayacağını anlayabiliyoruz. Felsefesizlikten adımız barbar millete çıktı! Ama içimizden kimse çıkıp da: “Ben de felsefe konusunda kendimi yetiştireyim, bir Gazali olayım, hakkı ve batılı birbirinden ayırayım, dünya düşüncesine yön vereyim, insanlığın ortak aklına katkıda bulunayım, insanlığı aklın rehberliğinde “Hakikat”e ulaştırayım…” demiyor.

İçimizden bir kesim, hukuku; suçluyu savunmak olarak görürken, “Allah’ın kuralları dururken insanların kurallarıyla hükmetmek şirktir” derken; yıllarca kimin hukukuyla yargılandığımızı unuttuk! Bu yüzden, anayasamızın içine ileride aleyhimize işletilecek tuzaklar kurulurken; ruhumuz duymadı, kılımız kıpırdamadı. Kendimizi müstağni saydığımız o hukuk, en temel insani haklarımızı savunurken karşımıza HSYK gibi; Ergenekon Davası olmasa adını bile duymayacağımız bir yapıyı çıkardığında “Keşke” demedik mi “Keşke yok saymayıp, elimizden geldiğince biz şekillendirseymişiz!”  Oysa artık içimizden birilerinin çıkıp da: “Hukuk sade avukatlık yapmaktır” demeyi bırakıp; savcı, hâkim, Adalet Bakanlığı Müsteşarı, Yargıtay, Danıştay, HSYK üyesi olmak için çalışmaya başlamasının zamanı geldi de geçiyor.

Her şeye rağmen “Yok ben illa mühendis olacağım” diyenler varsa; hayhay! Biz ona da açığız. Bu durumda önerimiz şu olur: “İlla mühendis olacağım diyorsan; toplum mühendisi ol!”

Toplumsal Dönüşümün Kilit Meslekleri

İşte böyle… Hemen hepimizin, toplumun gidişatıyla ilgili pek çok konuda, pek çok eleştirisi var. Toplumdaki çarpıklıkları gidermenin yolu ise; faaliyet, etki ve hizmet alanı toplumun içindeki tek tek bireyler ya da küçük gruplar değil de toplumun geneli olan ve sosyal bilimlerin alanına giren: Kitle iletişimi, ekonomi, eğitim, tarih, uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi, siyaset, hukuk, felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi sahalardaki mesleklerden geçiyor. Bunu acı tecrübelerimizden öğrendik…

Filmin Figüranı Değil Kahramanı Olmalıyız

Bu mesleklere mensup olanlar; toplumun dönüştürülmesi, değiştirilmesi hatta yeniden inşasında kilit roller oynadılar hep. İşgal ettikleri pozisyonların toplumun yönetilme ve yönlendirilmesindeki önemine vakıf olan köşe başı tutucuları, yaptıkları yapısal, kurumsal, örgütsel ve sosyal düzenlemelerle, bulundukları kilit noktalara kendilerinden sonra da aynı ideoloji, dünya görüşü hatta mezhebi paylaşanların yerleşmesini sağlayacak düzenekleri kurmayı da ihmal etmediler. Lakin devran döndü, konjonktür değişti. Rollerin yeniden dağıtıldığı yeni bir dönüm noktasına geldik. İşte tam da bu noktada en azından bazılarımızın cesaretini toplayıp; birilerinin, gazozumuza uyku ilacı katıp elimizden çaldığı başrole yeniden talip olması lazım. Düzenin(!) değişmesinin vakti geldi. Biz bu filmin figüranı değil kahramanı olmalıyız artık.

Haa!..  Her şeye rağmen “Yok ben illa mühendis olacağım” diyenler varsa; hayhay! Biz ona da açığız. Bu durumda önerimiz şu olur: “İlla mühendis olacağım diyorsan; toplum mühendisi ol!”

Sosyal Analiz Kabiliyetiniz Yoksa Fen Bilimlerindeki Öğrendikleriniz Taklitten Öteye Geçemez!

Prof. Dr. Ali Köse

Endüstri devriminden sonra fen bilimleri revaç buldu. Ancak fen bilimlerinin temelini oluşturan sürecin ana ivmesini sosyal bilimler oluşturmaktaydı. Daha sonra fen bilimleri sosyal bilimleri de etkisi altına aldı ve arka plana itti. Bütün bunlar Batı`da gerçekleşti. Batı`da gerçekleşen her şeyde olduğu gibi bu konuda da ülkemiz Batı`yı taklit etti. Kapitalizmin genel geçer akçe olması da bu gidişatı sürükleyen en önemli etken oldu. Son elli yılın üniversiteye giriş imtihanlarında dereceye giren öğrencilerin ya da ilk birkaç binde yer alan öğrencilerin tercihlerine bakalım. Kâhir ekseriyeti fen bilimlerine yöneliyor. Aileler çocuklarını daha fazla para kazanacakları ya da itibar bulacakları alanlara yönlendirdiler hep. İstikbal fen bilimlerinde zannedildi. Hatta ailelerden öte, idealizm adına, vatana hizmet adına öğrenci yetiştiren gruplar da aynı hatayı yaptı. Öğrenciler hep fen bilimlerine yönlendirildi. Şimdi o hatadan dönüldü. Neden dönüldü? Çünkü Fen bilimlerinin arkasında bir felsefe, bir sosyal analiz kabiliyetiniz yoksa o fen bilimlerindeki öğrendikleriniz taklitten öteye geçemez. Yani bir bilgin, bir kâşif yetiştirme şansınız yoktur. Avrupa`da Einstein`ı, Newton`u yetiştiren havza sosyal bilimlerde çok güçlü bir havzaydı. Çok sayıda fen lisemiz var, ama daha yeni yeni sosyal bilimler lisesi açıyoruz. Çocuklarımız matematik formüllerini fen deneylerini ezbere biliyorlar, ama Mimar Sinan`ın Fuzuli`nin hangi çağın, hangi ruh dünyasının çocukları olduğunu bilmiyorlar. Edebiyata, sanata, tarihe önem vermemek kültürdeki sürekliliği ortadan kaldırıyor. Bilim süreklilik demektir, bir öncekinin üzerine yeni bir şey koymaktır. Bu sürekliliği sağlamak da, tarihi, kültürü, yani sosyal olanı bilmekle gerçekleştirilebilir.

Kendimizi ve Çevremizi Anlamak İçin Sosyal Bilimler...

Prof. Dr. Gülfettin Çelik (İktisatçı)

Fen bilimleri tabir caiz ise insanın kullanacağı araç ilimlerdir. Sosyal bilimler ise doğrudan insanı hedef alan ilimler. Elbetteki fen bilimleri olmaz ise ne kültür ne medeniyet oluşumu mümkündür. En azından insanoglunun daha müreffeh ve gelişmiş bir dünya oluşturabilmesi bakımından mühim bir alandır. Ancak toplumsal maddi refahı bir ete, kemiğe büründürmek gerekir. Bu da sosyal bilimler ile mümkündür. İçinde bulunulan toplumu anlamak, anlamlandırmak ve doğru yöne kanalize edebilmek, insana doğrudan yatırım anlamı taşır. Bu itibarla  günümüz toplumsal savruluşlar dünyasında fen bilimleri mühim ise, sosyal bilimler ehem derecesindedir diye düşünüyorum. Türkiye ve dünya gençliğinin öncelikli problemi olan "kendisini ve çevresini anlama problemi"nin bizim için iyi bir yaklaşım noktası olduğundan hareketle sosyal bilimler alanında alınacak eğitimin ehil olmak (kabiliyetli de olmak) kaydı ile doğru bir tercih olduğu fikrindeyim.


Sinan Özgenç'ın Yazısı.