Bizim İslamcı ebeveynlerden iki kare çizgi film çizen oldu mu? Hayır. Alternatif çizgi romanlar yapan, bu işi yapanları destekleyen oldu mu? Hayır. Öyle ya dinimizde suret çizme işi şaibeliydi. Peki ya çizilmiş sureti kös kös oturup izlemek?

Şaban filmleri ile büyümüş akranlarım bilecektir, o filmlerde muhakkak ders kitabının arasında çizgi roman okuyan bir ergen sahnesi vardır.

Elden ele gezdiği için paçavraya dönmüş mizah dergileri biriktirmek, merdiven altında Tommiks okumak o dönemin belli başlı aktivitelerindendir. O yıllarda bu tür yayınlar genelde gizliden okunur. Gizliden okunur çünkü basılan dergi ve çizgi romanlar pek de usturuplu değildir. Her sayfadan ya ismi ile müsemma edilmemiş bir Pakize karakteri fırlar ya da küfürle harmanlanmış kareler mizah adına sunulur. Gizliden okunur çünkü okunması mecbur olan ders kitapları ne görsel açıdan ne de anlatım açısından kişiyi çekmezken diğer tarafta sıkmayan bir çizgi dünyası beklemektedir Hal böyle olunca akşam eve gelen babanın; çocuğunun elinde sarımtırak M.E.B imzalı bir kitap değil de itimat telkin etmeyen mecmualar görmesi halinde kıyamet kopabilir... Gizliden okunur çünkü bu tür faaliyetler basit işlerle uğraşmanın dik alasıdır. “üç çizgi çiziktirmiş” adamlarla yahut resmedilmiş karakterlerle insan hiç bir şey öğrenemez. Böyle düşünülür.

***

Böylelikle bir nesil gizli yahut açıktan Tommiks, Zagor, Teksas çizgi romanlarını defalarca hatmetti. Gırgır, akbaba, fırt gibi dergileri mizah okuyorum diye yüzü kızara kızara hıfzetti. Televizyonun olmadığı ya da siyah beyaz olduğu yıllarda renkli mecmuaların sayfalarına gömüldü. Bu arada renkler, farklı kıyafet ve diyaloglarla yabancı menşeli çizgi romanlar; araz bir kültürü el altından meraklı(!) gençlere empoze etti. Çünkü batı o yıllarda pek çok araç ile kitlelere ulaşmanın peşindeydi. Nasıl ki bin bir gece masalları Çin’den Kafkasya’ya kadar uzanan bir coğrafyanın ortak kültürü olmuş dilden dile dolaşmıştı, işte batı menşeli çizgi romanlar da bir kültür dayatmasının öncü atlıları olmuş topraklarımıza böylece dadanmıştı.

Fırat nehrinin nerede olduğundan habersiz gençler Arizona’yı, Ontorio gölünü öğreniyor, yanağı benli fularlı sarışın kadınlar ile fötrlü karizmatik adamların aşklarını kendi yaşantısı ile kıyaslıyordu. Kovboyların nal seslerini ilk çizgi roman okurları duydu. Beyaz adam ve siyah adam diye kavramlar girdi lügatine, çirkince çizilmiş Kızılderililer ve kement atan güçlü kovboylar yerleşti hafızasına.

Sonra çizgi filmler yayınlanmaya başladı. Sevimli, mini mini çizgi filmler... İşte o ara bizim kuşak yapıştı beyaz cama. Walt Disney kahramanlarının renkli dünyası her birimizi yoğurup şekillendirdi. He-man, voltran gibi çizgi filmler fantastik dünyanın kapılarını aralarken verilmek istenen mesaj barkot gibi yapıştırıldı ensemize: “güç her şeydir, güçlü olan kazanır”. Yıllarca ninelerimizden dinlediğimiz güçlü olanın değil de haklı olanın kazandığı, iyinin bu dünyada değilse de öbür tarafta karşılık göreceği düşüncesi rafa kaldırıldı. Çünkü çizgi filmlerdeki bu kahramanlar hiç ölmüyordu. Bizim destanlarımızdaki; vatanı ailesi için ölen kahramanlarımız gibi değillerdi. Mutlak gücün sahibi kimdi? Kafalar hepten karıştı. Kısacası efektlerle ve kaliteli görsel çalışmalarla renkli bir dünya sunuldu ve biz de o şölene kendiliğimizden teslim olduk.

Peki, bizim İslamcı ebeveynlerden iki kare çizgi film çizen oldu mu? Hayır. Alternatif çizgi romanlar yapan, bu işi yapanları destekleyen oldu mu? Hayır. Öyle ya dinimizde suret çizme işi şaibeliydi. Peki ya çizilmiş sureti kös kös oturup izlemek?

Sonra beyaz camdaki karakterler gittikçe vahşileşmeye, insanlıktan uzak fantastik varlıklar haline gelmeye başladı. Pokemonlar, dijiler türedi. Japonların “manga”sı, “anime” si bir yandan insani duyarlılıkları ezerken, fiziksel kuramları da yerle bir etti. Sonra animasyon filmleri yapılmaya başlandı. Servetler harcandı bu tür filmler için. Orc, Ark gibi niye öldürüldüğü açıklanmayan türler, kahramanlar tarafından kesilip biçildi. Öldürmenin dayanılmaz hafifliği kazındı sinelere.

Aslında bunları hepiniz biliyorsunuz. Çizgi karakterize edilerek, farklı tiplemeler oluşturularak arzu edilen bir düşüncenin nasıl kitlelere ulaştırıldığının canlı şahitleriyiz işte!

Bir yalnız kovboy gün batımına doğru kızıl bir fonda ilerlerken bizler “adamlar yapmış” deyip yıllarca göbeğimizi kaşımadık mı?

Birileri çıktı sonra peygamberler tarihini çizgi film yaptı. Ama bana göre bu da çok başarısızdı. Çünkü bir çocuğa yahut bir gence salt tarihi çizip canlandırarak bir şeyler anlatamazsınız. Ya da anlatırsınız da etkili olamazsınız. Diğer kanalda pokemonlar bin bir türlü efekt ses ve renk ile modern hayatın hızlı ve hazlı temposuna yeşil ışık yakarken siz çizdiğiniz “kımıldayıp, kımıldamamakta karasız” karakterlerle kimseyi ekran başına çekemezsiniz. (Aslında bunun yolu çok basit. Günlük yaşantımıza uygun, hareketli ışıklı bir hikaye yaparsınız ve istediğiniz peygamberin o mübarek özelliklerini o hikayenin birkaç karesinde kahramanın ağzından hayalinden döktürüverirsiniz. Olayları yalın haliyle aktarmak yerine günümüz yaşam tarzı ile harmanlayarak etkili olursunuz.)

Peki o hareketli ekşın çizgi filmleri nasıl yapacak bizim camia. Elbette çalışarak, çalıştırarak… Eğitimini vererek, eğitim vereni destekleyerek. “adamlar yapmış” diye göbek kaşırken diğer yandan da kendi kültürünü özünü anlatan yayınları satın alıp destek olarak.

Ve belki de en önemlisi çizerleri önemseyerek. Bana kalsa çizerleri koruma ve kalkındırma vakfı bile kurulmalıdır derim.* Çünkü ülkemizde çizerlik, yan iş, hobi, eğlence olarak görülüyor. Herkes sanır ki o çizgiler iki dakikada çiziliverir. Üç çizgi, iki gölge, bir taban al sana çizgi roman. Maalesef kazın ayağı öyle değil. O sizin iki saniyede okuyup geçtiğiniz bir çizgi roman karesi yahut bir karikatür için ne terler dökülüyor, ne çileler çekiliyor. Kompozisyon, karakter, boyama, perspektif, fon başlı başına bir iştir ve insanı saatlerce düşündürür. Aklınıza gelen parlak bir fikir, sizi arkadaşlarınızdan ayırır, bir odaya tıkar ve masanın üzerine eğilip iki büklüm saatlerce çizdirir.

Hatırlarsanız eskiden tele kutu diye bir program vardı. Televoleden bir önceki metamorfoz:) Orada Necdet Şen adından bir karikatürist vardı. O programda şarkı söyleyen sanatçıların iki dakikada karikatürlerini çiziverirdi. “Vay be ne yetenek”, “müthiş süper çizer” diye melül melül bakanlar olduğu gibi, “ne ki iki dakkada ben de yaparım, ilkokulda resmim beşti” diye hafife alanlar da olurdu. İşte bu çizerin geçtiğimiz günlerde bir yazısını okudum. Aslında işin öyle olmadığını itiraf etmiş. Meğer programa katılacak konukları önceden öğrenip evde bir güzel çalışıp çiziyormuş. Bazen saatlerce bazen günlerce uğraştığı oluyormuş. O iki dakikada çizildiğini sandığımız karikatürleri üç aşamalı çizip hazırlıyormuş. Çizimin başında ortasında ve sonunda hazırlanmış üç kâğıt getiriyormuş stüdyoya ve kamera sanki o anda çiziliyormuş gibi çekiyormuş.

Daldan dala atlayarak yazı yazmaya bayılan müzmin yazarınız gördüğünüz gibi kıvranmaktan bir türlü sonuca vasıl olamadı.

Efendim diyeceğim odur ki… Çizelim çizilelim. Çizerleri destekleyelim. Sonra afişler, çocuk hikaye kitapları, kapak tasarımları için fellik fellik çizer arıyoruz.. Bu işin okulları olan mizah dergilerini yabana atmayalım. Çizerlerin kendilerini bu tür dergilerde yetiştirdiğini unutmayalım. Özellikle bu işi edebince yapan, nasıl küfür ediliri öğretmeyen, insanların kusurları ile dalga geçmeyen mizah dergilerini destekleyelim. Halep ordaysa arşın burada, ustura gittiyse cafcaf burada... İslamcı çizerleri derleyip toparlayan ve toparlayacak olan Cafcafa abone olalım. Elazığ’dan kendince yayımlanan Dındik dergisinden haberdar olalım. Çocuklarımızı çizgiye aşina yetiştirelim. Batının milyar dolarlar ayırdığı çizgi filmleri niye beleş denecek fiyata sattığını düşünelim..

Diyeceksiniz ki be Ayşegül çizerlerin derdi seni niye bu kadar gerdi. Çünkü efendim ben de kendimce çiziyorum. Yazı ile çizemediklerimi çizgi ile çizmek pek bir âlâ oluyor:)

Ailenin gurbete itilmiş çocuğu, çizergiller familyasının pasifist direnişçisi, kuzey kutbunun iflah olmaz yazar bozuntusu bu yazıda da böyle buyurdu… Vesselam!

* Gerçi Çağrı Cebeci Mizah Derneği kurmuştu. Olsun bir de vakıf olsun. 


Ayşegül Genç'ın Yazısı.