Aşk Bir Muz Kabuğu Değildir
...Yani aşk biiir... “Kabuk soygacı”dır! (Türk Dil Kurumu`na armağanımdır :)
Derviş Kaşıkları
Erenlerden birine sormuşlar: "Sevginin alameti nedir?" "Göstereyim" demiş ermiş. Önce bir grup insan çağırarak onlara mükellef bir sofra hazırlamış. Davetlilerin hepsi oturmuş yerlerine. Derken çorbalar gelmiş. Arkasından da “derviş kaşıkları” denen bir metre boyundaki tahta kaşıklar. Ermiş: "Bu kaşıkların “ucundan” tutulup öyle yenir." diye şart koşmuş. "Peki" demiş davetliler ve çorbalarını içmeye teşebbüs etmişler. Fekat :) kaşıklar uzun geldiği için bir türlü içememişler çorbalarını. Hani kaşıklar uzun ya; ucundan tutunca ağza gelmiyormuş ki. Sonunda bakmışlar olacak gibi değil: “Bu ne biçim iştir! Bu ne dingil hayattır böyle!” (Bkz: Recep İvedik) diye, söylene söylene hışımla kalkıp gitmişler evlerine. Sonra ikinci bir grup daha çağrılmış yemeğe. İlk gruba koştuğu şartı bunlara da koşmuş ermiş. Sonra "Hadi. Buyurun bakalım!" demiş. Davetlilerden her biri: “Bismillah!” deyip, o birer metrelik derviş kaşıklarını kaselere daldırıp, karşısındakine uzatarak içirmiş çorbasını. Böylece her biri, bir diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. "İşte böyle" demiş ermiş. “İlk grup sevgiyi kal edinenlerin (sadece sözünü edenlerin) ikinci grup; hal edinenlerin meclisiydi" “Sevginin alameti: Sevdiğini nefsine tercih etmendir. (Hikâyenin ana fikri bu oluyor.)” Sonra devam etmiş: “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini düşünürse bilsin ki aç kalacaktır. Ve her kim ki önce kardeşini düşünürse o mutlaka doyurulacaktır.”
Aşk Bir Muz Kabuğu Değildir
Haa! Aşktan sevgiden söz açılmışken: Aşk bir muz kabuğu değildir. Hatta herhangi bir kabuk ya da örtüyle herhangi bir alakası “hiçtebile” yoktur. Hatta eğer herhangi bir şeylerle, herhangi bir alakası vardıysa da; bu, ayak kaydırmakla değil hakka yakınlaştırmakla, gaflet perdeleri çekmekle değil, perdeleri kaldırmakla ilgili bir ilişki olagelmiştir. (Oley be! Tam 25 kelime. :) Şöyle ki: İnsanlar hep; sevginin, sevileni sevene olduğundan daha güzel gösterdiğine inanırlar ya... Hani Aslı’ydı sanırım: Aslında çirkin bir kızmış. (Allah çirkin kısmeti versin. :) Kerem`in ona olan aşkını görenler durumu Kerem`e söylemişler de Kerem: “Siz onu bir de benim gözümle görseniz...” demiş ya... İşte bu hikâyenin ana fikri “Güzellik güzelde değil bakan gözdedir.” filan değildir. İşin aslı ve konunun devamı şöyledir: Sevgi hiç bir şeyi olduğundan daha güzel göstermez. Sadece hakikatteki gerçek güzelliğini fark ettirir. Yani aşk biiir... “Kabuk soygacı”dır! (Türk Dil Kurumu`na armağanımdır :) Sevdiğimizde gördüğümüz her güzellik aslında Allah`ındır. Çünkü ondan yansır. Bu durumda, hakikatte sevilen de Allah`tan gayrısı değildir. O zaman kasmaya gerek yok. Sevmeye devam!
Allah`ın Cebi! (Not: İfade mecazdır :) (Notun notu: Not da yayınlansa iyi olur :) Aşkı öldürüyor mu bilmem ama evlilik insanı cimrileştiriyor. Kimileri bunu sorumluluk duygusuyla açıklamaya çalışabilirler. Öyle değil. Şeytan kandırgacı bunlar. (Türk Dil Kurumu! Türk Dil Kurumu! Hakkımı nasıl ödeyeceksin bilmem! :) Cimrilik mülkün sahibini unutmaktan. İnsan bir şeye benim dedi mi onu paylaşamıyor. Halbuki ver gitsin ya! Kendi malın mı verdiğin? Allah`ın cebinden...
Hak Birdir Amma...
Erkam Yayınları yayınladı diye söylemiyorum: Ruh`ul Beyan Tefsiri`ni seviyorum. Şu açıdan: Tasavvufi bir tefsir. Ancak daha da iyisi; Bursevi Hz. herhangi bir mevzuda “Bu konu böyledir. O kadar!” diye kestirip atmamış. Aynı konuda/konularda farklı farklı müfessirlerin, farklı farklı yorum ve delillerine aynı anda yer vermiş. Böylelikle okuyucuya kıyas imkânı sağlamış. Bunun keyifli yanı: Aslında çok kat`i sandığımız konuların bile göreceli olabileceğini göstermesi. Birbirinden kıymetli Hak dostları, tefsirciler vb.aynı konularda o kadar farklı şeyler söylemişler ki... “Demek ki” diyor insan: “Hak birdir amma mahlûkatın sayısınca görecelidir.”
Sinan Özgenç'ın Yazısı.