İnsan Olan Herkes Karşı Çıkmalı!
Yunus Emre Tozal
Ben rüzgârların özgürce estiği, gün ışığının önünü kesen hiçbir engelin bulunmadığı bozkırda doğdum. Ben herkesin, her şeyin özgürce nefes alıp verdiği, duvarla, çitle, telle çevrilmemiş bozkırda doğdum. Orada ölmek istiyorum. Duvarların arasında değil! (On Ayı, Comanche Kabilesi)
Geçtiğimiz günlerde Aydın Üniversitesi’nin yönetmenliklere aykırı olarak öğrencilere imzalattığı kılık kıyafet taahhütnamesi ile şok olduk.
Üniversiteler düşünce, ifade, din ve inanç özgürlükleri ile eğitim ve öğretim gibi en temel insan hakları karşısında yasakçı değil özgürlükçü bir tavır alması gereken kurumlar olması gerekmiyor mu? Üniversitelerde kılık- kıyafet serbestliğinin; hiçbir din, inanç, düşünce, ırk, grup ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın bütün öğrencilere özgürlük tanıması, demokrasinin en önemli işlevlerinden biri olmalı değil mi? Üniversitelere bakmadan önce, daha doğrusu olayın sadece sonuçlarına bakmadan önce kökenine inmekte fayda var. Lenin: “Üniversiteler toplumun tüm çelişkilerini yansıtan küçük birer aynadır” demişti. Bizler üniversitelere bakarak toplum hakkında fikir sahibi olabiliriz, bu doğru. Ama bunun tam tersini söyleyerek de, yani bir topluma bakarak üniversitelerin durumu hakkında da fikir elde edebiliriz.
Malumunuz üzere, geçenlerde Gazeteci-Yazar Balçiçek Palmir, `mahalle baskısı` tanımlamasını dillerine dolayanlara madalyonun diğer yüzünü göstermiş, “Hayatımda ilk defa başkalarının yaptıklarından bu kadar utandım. Elinizi vicdanınıza koyun. Bu yapılanlar ayıp değil mi? Günün birinde türbanlı biri sizden bir yardım isterse el uzatmayacak mısınız? Biz böylesine insanlıktan çıktık mı?” sorusuyla bu ülkede oynanan oyunların temeline inmişti. Balçiçek Pamir üç olayla sordu: “Yeme-içme, gezme, denize girme hakkı yok mudur? Hayatımda ilk defa başkalarının yaptıklarından bu kadar utandım. Zaten birilerinin amacı toplumu bölmek, bizi böylesine garip insanlar haline getirmek değil miydi? Peki, biz niye alet oluyoruz?”
Toplumu bölmek; insanları kutuplaştırarak din, dil, ırk, mezhep, meşrep… farklarıyla medeniyet inşasına zincirler vuranları daha ne kadar besleyeceğiz boynumuzda? Allah’tan korkarak, cenneti, cehennemi hesabı düşünüp de hayatına yön vermeye çalışan, değil bir insanı bir canlıya zarar vermekten kaçınarak ileriyi düşünen çağdaş insanlara nasıl “ortaçağ zihniyeti” muamelesi yapılıyor, anlamakta güçlük çekiyorum açıkçası. Bizleri ortaçağ zihniyetine gömüp, feodal yapıyı devam ettirmek isteyenler; güçsüzü ezmeye, fakirin hakkını (ç)almaya çalışanlardır bu ülkenin huzurunu bozanlar. Eşkıya yasaklarıyla insanların en doğal haklarını; özgürlüklerine dil uzatıyorlar.
Freire Ezilenlerin Pedogojisi kitabında şöyle der: “Özgürlük fethedilir, armağan olarak alınamaz. Özgürlüğün izini, sürekli ve sorumlulukla sürmek gerekir. Özgürlük insanın dışında bir ideal değildir; mit haline gelen bir fikir de değildir. İnsanın yetkinleşme arayışının olmazsa olmaz bir koşuludur.”
Yıllar önce Ceviz Kabuğu programında bir aydınımız: “Bu ülkede mazlumun dini sorulmamalı, mezhebi, meşrebi, ideolojisi sorulmamalı. Mazlumsa eğer herkes arkasında olmalı, olmalıyız” deyip eklemişti: “Çünkü düşünceye yönelik, inanca yönelik her saldırı bir doğal afet gibidir. Bir zelzele gibidir. Ve düşünceyi yasaklayan her türlü yasak eşkıya yasağıdır. İnsana yönelik bir hakarete, ‘insan’ olan herkesin karşı çıkması gerekir.” Bir toplum niçin farklılaştırılmak istenir? Çünkü toplumu bölmenin, toplumda huzursuzluk çekememezlik çıkarmanın en iyi yöntemidir farklılaştırmak; diğer bir tabirle soylulaştırmaktır. Chicago Ekolü’nün temel sloganlarından olan "Toplumsal dönüşme kendini mekânda yansıtır" önermesine, üniversitelerin içinde bulunduğu durumu ele alarak idrak edebiliriz.
Toplumda yaşanan sürtüşmelerin, üniversiteye sıçramaması kadar doğal ne olabilir? Düşünün, üniversiteyi kazanacaksınız, ama kazandığınız üniversitede “örtünmeyeceğim” belgesi önünüze konarak imzanız istenecek, eğitim alıp-alamama gibi bir problemle karşılaşacaksınız… Bu nasıl bir mantalitedir, bu nasıl bir davranıştır, bu nasıl insanı bir kafese kapatarak tutsak bırakma zevki ve isteğidir bilemiyorum.
Eğitimin amacı insanı özgürleştirmek değil midir? İnsan tutsak bırakılarak nasıl özgürleşecek?
Modern dünyanın kıskacına alınmak istenen üniversite öğrencileri, ahireti unutturup dünyayı merkeze alarak yaşama biçiminin baskısıyla karşı karşıyalar. Bilinçaltına yapılan bu baskı, Baudrillard’ın post-modern dünyanın anahtar kelimesi olarak gördüğü ‘gibi olmak’ kavramını hatırlatıyor. ‘Olma’nın yerini ‘gibi olmak’ aldığında, insanlar doğrudan görüntü ile gerçekleşebilecek bir kimliğe bürünüyor. İçi boş bir kimliğe. Oysaki bizim medeniyetimizin ontolojik bir ilkesi “Olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol” ilkesidir.
Bu ilkeye örnek olarak İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin anekdotu zikredilmeye değer. Ebu Hanife bir gün çocukların yanından geçerken, çocuklardan birisi “Şu adamı görüyor musunuz; O sabaha kadar namaz kılıyor” demiştir. O zamana kadar ancak gecenin belli bir kısmını ibadet ile geçiren Ebu Hanife ‘göründüğü’ gibi olabilmek için, başkalarının kendisi hakkındaki hüsn-i zanlarına uygun davranışta bulunabilmek için bütün geceyi ibadet ile geçirmeye başlamıştır. Ülkemizde yıllardır belli merkezler tarafından bir cephe haline getirildi başörtüsü. Ve daha da önemlisi bir çatışma unsuru olarak kasten muhafaza ediliyor.
1995 yılında Medeniyetler Çatışması teziyle ortaya çıkan Huntington, esasen İslâm`ı 21. asırda bütünüyle etkisizleştirme planının zihnî zeminini hazırlamaya çalışıyordu. Özellikle Soğuk Savaş’ın ardından ideolojik kamplaşmanın artık son bulduğuna inanan Huntington, ulusların bundan böyle daha çok ait oldukları kültürel gruplardan kaynaklanan sebeplerle bir çekişme içerisine gireceğini söylüyordu. Ülkemizde de cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren bu anlayışın oluşması için gayret sarf edilmiştir.
Örneğin İş Bankası’na memur alınırken, memurlar başı açık bir şekilde işe başlarken, çaycı ya da hizmetçi statüsünde işe başlayan kadınların başlarını örtmeleri özellikle istenmiştir. Bu çekişme maalesef ülkemizde hâlâ devam ettirilmek isteniyor birileri tarafından. Kültür, inanç, adet ne olursa olsun bir insanın başını kapatmasına engel olunmaya çalışılıyor. Her sene üniversitelerin açılmasıyla gündem oluşturuluyor. Üniversiteyi kazanan öğrenci düşünsel eylemde kafese kapatılmak isteniyor.
Ancak, sınırları belirleyip, belirlendiği sınırların içinde atları özgür bırakmak, bilimin ve entelektüel yaratıcılığın önünü kapatır. Geleceğin üniversitelerinin sömürüyü ve baskıyı meşrulaştıran kurumlar olmaması için, hakikat peşindeki yolcunun üreteceği değerleri kendi toplumuyla ve daha genel anlamda insanlıkla paylaşabilmelerini sağlamak, özgün fikirlerin yeşerip insanlığa bir katkı sunabilmeleri ve medeniyet inşasına katkı sağlayabilmeleri için öncelikle en aykırı fikirlerin bile rahatlıkla dile getirebilme imkânına sahip olmalıdır.
Bırakınız fikirleri, fikirden öte giysilerine bile tahammülsüzlüğün olduğu bir ülkede bilimden, özgürlükten, düşünce üretmekten nasıl söz edeceğiz?... Düşünmek insanoğlunun en büyük erdemiyken, sırf giysisinden dolayı “senin düşünmeye hakkın yok” psikolojisi ile nasıl ileriye gideceğiz?... Bırakınız ileriye gitmeyi, bu insana yapılan zulme başkaldırmayarak hakkını nasıl ödeyeceğiz?...
GENÇ'ın Yazısı.