Bahar İçimize Gelsin
Derdimiz ebedi gençlik ise bunun çaresi baharı içimize iktidar kılmaktan geçiyor. Allah’a verdikleri sözü hiç unutmayanlar, cümle yaratılmışa o sözle ve o sözden doğru bakanlar hep şevk, iştiyak ve tazelikle yaşar, sadece içlerini değil, temas ettikleri her yeri bahar kılarlar.
Mescide elinde nalınlarıyla, kollarından abdest suları damlayarak girdiğinde sohbetteki herkes başını çevirip de neden ona bakmıştı acaba? Bu sonra bir daha oldu, bir zaman geçti tekrar oldu. Her seferinde girmezden biraz evvel En Güzel İnsan -sallallahu aleyhi ve sellem- kendisi hakkında şu sözü söylüyordu: “Şimdi içeriye cennetlik birisi girecek.” Abdullah’ı bu olaydan sonra tanımıştı. Babası ile bozuştuğunu, o yüzden yanında kalmak istediğini söyleyen bu heyecanlı delikanlının gerçek niyetini ancak üç gün sonra anlayacaktı. Abdullah’ın o üç gün boyunca kendisini sürekli göz ucu ile izleyişine, gece vakti bile tetikte duruşuna, nasıl bir hayat yaşadığına dair ilginç sorularına pek anlam verememişti. Ayrılırlarken Abdullah’ın üzüntülü ve bir o kadar içten vedası ne kadar samimiydi: “Amcacığım ben sana doğru söylemedim. Babamla herhangi bir sıkıntı yaşamadım. Niyetim seninle birkaç gün geçirmekti, çünkü senin nasıl bir hayat yaşadığını öğrenmek istedim. Ama gördüm ki bizden farklı bir şey yapıyor değilsin.” Bu sözleri işittiğinde onu tasdik etmişti; evet, işte hayatı ortadaydı, diğer Peygamber dostlarından farklı bir hayatı nasıl olabilirdi ki? Üzüntü ile arkasını dönüp giden Abdullah’ın arkasından bir an bakakalmıştı. Sonra ne olduysa arkasından seslenmişti: “Bak oğlum bende bir şey var ki belki aradığın odur.” Ve dönüp kendisine merakla bakan o delikanlının yüzünü güldüren şu sözleri söylemişti: “Ben hiçbir Müslüman’a karşı bir kin gütmem, dahası Allah’ın kendisine verdiğinden ötürü de hiç kimseye haset etmem.”
Kalbimiz, ah kalbimiz… İçerisi modern zamanlar çöplüğünden farksız kalbimiz… “Allah adamı odur ki alsın eline kalbini, çıksın insanlar arasına ve desin ki: Bakın insanlar, burada sizin aleyhinize en ufak bir şey yoktur” çağrılı Hak dostunun kalbi muhtemelen yukarıda bahsi geçen cennetlik sahabenin kalbinden damıtılmış bir kalpti. İçerisinde kimseye karşı kin olmayan kalp herhalde malın ve evladın fayda vermediği günde tek fayda verecek kalb-i selimin bir şubesiydi. O kalbin ufkuna yürümek hepimizin gaye-i hayalidir, çünkü “Vücutta bir çiğnem et vardır, o iyi olursa bütün vücut iyi olur, o kötü olursa bütün vücut kötü olur, dikkat edin o kalptir.” nebevi buyruğunun işaret ettiği de budur. İki cihan saadetimizin ufkunda parıldayan o kalbe ulaşmak için yapılacaklar herkesin hakkındaki murada ve fıtratının kumaşına göre farklılık gösterebilir. Ama bir husus vardır ki o değişmez: Mısır fatihi Amr İbni As’ın oğlu olan Abdullah’ın şahsında sergilenen, hepimizin muhtaç olduğu, kalbi selime giden yolun ilk menzili merak ve iştiyaktır. Yukarıdaki altın tablodan ilk almamız gereken ders de budur.
Bize evvela lazım olan merak ve iştiyaktır. Din aşksız ve şevksiz yaşanmaz. Şu dönen devranın enerjisi aşk, şevk ve heyecandır. Âlem bütün cümbüşü, debdebesi, ihtişamı ve heybeti ile soluksuz ve kesintisiz deveran ediyorsa, bunu muhtemelen her an bir iş ve oluştaki yaratıcısının aşkıyla yapıyor. Onu bir an bile durmaksızın seyr ettiren derununda saklı olan şevktir. Açan her çiçekte, kopan her fırtınada, yuvarlanan her taşta, düşen her çığda, patlayan her yıldırımda, çakan her şimşekte, düşen her yağmurda, uçan her kuşta, seken her ceylanda, velhasıl canlı cansız her varlıkta ışıldayan gaye-i aslisine doğru sergilediği iştiyaktır. Allah’a kul olmak işte önce bu nizam ile hem-ahenk olmayı gerektirir.
Peki insan? İnsanda şevk, heyecan ve iştiyak iradesine bağlanmıştır. İnsan istemezse olmaz. İrade göstermezse ayağa kalkamaz. Yönelmezse yürüyemez. Yürümezse varamaz. Varacağı yerin mahiyeti iyi ya da kötü insanın irade gösterip bir fiil ortaya koyması ile tayin olunur. Diğer yaratılmışlarda programlanmış bir halde bulunan, kendiliğinden sergilenen aşk, şevk ve iştiyak insanda imtihan tecellisi olarak muradına bağlanmıştır. Çünkü imtihan o muradın adresini tayinle ortaya çıkacaktır. O yüzden insanın neyi istediği, neye şevk duyduğu, ne ile yanıp ne ile dolduğu ne olacağının da cevabıdır. Bir diğer ifade ile âdemoğlunun merakının istikameti akıbetinin adresidir.
Abdullah’ın iştiyakı ve merakı, nasıl giderim diye yanıp tutuştuğu cenneteydi. İştiyak ve merak nereye ise arayış da orayadır. Cennet öte dünyada kavuşulacak bir şey olabilir. Ama onu kazanmak bu dünyadadır. Her vakit, her saat, her an bizi cennete daha çok yaklaştıran ya da uzaklaştıran bir mahiyete sahiptir. O yüzden gözü açık yaşamak gerekir. Hangi işler bizi cennete daha çok yaklaştırır, hangi hayat tarzı bizi oraya layık kılar; bunlar varoluş ve insan oluş gündemimizin şah sorularıdır, atlamamak gerekir.
Soruları olanlar, cevap ararlar. Tıpkı Abdullah gibi… Cennete dair kaygısı olanlar cennetlik olduğu Peygamber sözü ile bildirilmiş birisine kayıtsız kalamazlar. Cennetlik birisini gösterin dendiğinde muhtemelen ilk elde düşünülmeyecek bir sahabe nasıl olmuştu da bu müjdeye nail olmuştu? Eğer akıbetinizin derdi bir numaralı derdiniz ve bunun dermanını bulmak başlıca enerji kaynağınız ise o sahabenin sizden farklı neyi yaptığını merak eder, sizin neyiniz eksik olduğunu sorgularsınız. Sorgulama ve arayış bir kapı açar. O kapıdan yol gözükür. O yol işte hakkınızdaki murada giden yoldur. Hem de öyle böyle bir yol değil tam da yaratılış kumaşınıza uygun bir yol, çünkü istemek verilmişse verilmek istenmiştir.
Abdullah’ın merakı ne kadar asil ve ulvi bir meraktır ki açtığı yol başka merak sahiplerinin de nasipleri olacak bir muhtevada bize kadar erişmiştir. O mecliste bulunan belki onlarca sahabe içerisinden biz o cennetlik sahabenin sırrını Abdullah’ın merakı ile öğrendik. O merak sadece Abdullah’a bir yol açmadı. Belki yüzyıllardır kim bilir kaç nasipliye hakkındaki muradı gösterdi ve ona doğru bir yolculuk başlattı. Belki bu satırları okuyanlara da nasip olacak bu yolculuğun kişiye özel sırrını Abdullah merakı ile açtı. İşte şimdi o kişiye özel sır Abdullah ibni Amr ibni As patentli bir şekilde merak sahiplerini bekliyor.
Evet, bize evvela lazım olan meraktır, iştiyaktır, aşktır. “Niye geldim, ne olacağım, nereye gideceğim, bu eller, bu yüz, bu kimsede olmayan karakter ve seciye ne anlama geliyor? Bu farklılığım bir işi, onarılacak bir kalbi, eksiği giderilecek bir yeri tarif ediyor, acaba sadece benimle giderilecek, sadece benim yerine getirebileceğim o iş nedir? Bu kimsede olmayan özelliklerim ihtimal ki bir vazifenin gerektirdiği niteliklerdir, acaba o nedir? Bu sadece bana has algoritma arama tuşuna basıldığında bir sonuca işaret ediyor, acaba o sonucun ilk sıralarında çıkan satırlarda ne denmektedir? Neden bu kadar insan içerisinde, bu kadar zaman içerisinde ve bu kadar mekân içerisinde, işte şu beraber olduklarım, işte bu zaman, işte neden bu mekân, neden başka bir yer değil şu memleketim, neden başka bir zaman değil, işte şu zamanım ve neden bir başkaları değil, işte şu yakınlarım?” Bu soruların peşine düşenler, her gördükleri, işittikleri ve muhatap olduklarında haklarındaki muradın izini sürerler. Aldıkları her işaret içlerindeki bir menzile denk düşer. Tadına doyum olmayan bir seyrin sürgit heyecanı, yaşanan her anı ölümsüz kılar, çünkü şevk, heyecan ve iştiyakla gidilen bu yolculuğun son menzili sonsuz saadet yurduna çıkar.
Merak ve iştiyak bizi hep diri tutacak iksirdir. Göreni hayata, hayatı da ebedi olana bağlayacak şevk ve şetarettir. Biz bunu yine En Güzel İnsan’dan öğrenmedik mi? Mübarek başından ridasını sıyırıp yağmur taneleri ile ıslanırken: “Rablerinden yeni kopup geliyorlar, ahitleri taze. Bereketlenmek için böyle yapıyorum” demişti ya, işte bu şevkin, diriliğin ve hep ilk günkü heyecana bağlanmasıdır. Biz Rabbimize bir söz verdik. O söz ve yaptığımız sözleşme şu geçici dünya hayatında bizi sürekli taze tutacak vesilemizdir. O söz ve sözleşme ile hayata bakmak, bütün mahlûkatı o sözleşmenin bir tecellisi olarak sevmek ve benimsemek hep taze, diri ve canlı kalmamızı sağlayacaktır. Bunun bir diğer adı içimizde baharın iktidar olmasıdır. Hiç pörsümeyen, hiç bayatlamayan ve hiç eskimeyen bir heyecan ve tazelikle hayatın üstüne yürüyenler içleri baharla şenlenmiş olanlardır. Böylelerinin dışarıdaki yazla, kışla ne işi olabilir? İçleri baharla şenlenmiş olanlar hiç yaşlanmayacak, hep genç kalacak olanlardır. Derdimiz ebedi gençlik ise bunun çaresi baharı içimize iktidar kılmaktan geçiyor. Allah’a verdikleri sözü hiç unutmayanlar, cümle yaratılmışa o sözle ve o sözden doğru bakanlar hep şevk, iştiyak ve tazelikle yaşar, sadece içlerini değil, temas ettikleri her yeri bahar kılarlar.
Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.