Allah Resûlü’nün (s.a.v.) Adî b. Hatim’e söylediği: ”Ömrün vefa ederse, and olsun ki, adamın avuç dolusu altın ile çıkacağını göreceksin” sözleri, bu durumun pek yakın bir zamanda gerçekleşeceğini göstermektedir. Öyle ki Ashâb-ı Kiram’dan uzun yaşayan kimseler bunu görebilecektir. Nitekim bu durum, Ömer b. Abdülaziz (r.a.) döneminde gerçekleşmiştir.

Resûlullah’ın (s.a.v.) Müslüman ümmetinin bolluk ve zenginlikle karşılaşacağını haber veren hadisleri pek çoktur. Bunlardan birisi de şudur: “Sadaka veriniz, muhakkak öyle bir zaman gelecek ki, kişi sadakasını alarak yola koyulacak, onu alacak kimse bulamayacak. Adam: ”Dün bu sadakanı getirmiş olsaydın onu kabul edebilirdim, fakat bugün benim bu sadakaya ihtiyacım yoktur” diyecek. (İbn Hacer el-Askalânî, Fethu ’l-Bârî, c. III, s. 181.)

İslâm’ın adalet anlayışı ve yönetimin başındakilerin güvenirliği sayesinde refah, bolluk ve zenginlik öyle bir sınıra ulaşmıştı ki her hak sahibi devlet hazinesindeki hakkını şikâyet etmeden, istemeden ve haksızlığa uğramadan alabiliyordu. Aynı şekilde her borçlu borcunu ödeyince bekârlar evleniyor ve toplumda evlenemeyen kimse kalmıyordu. (bkz. Aynî, Umdetu’l-Kârî, c. XVI, s. 135.)

İslam toprakları Ömer b. Abdülaziz döneminden önce bile, İslam adaletiyle mutluluğa kavuşmuş ve o topraklarda mallar dolup taşmıştı. Bu durum, Ömer b. el-Hattab (r.a.) döneminde gerçekleşmişti. Resûlullah’ın (s.a.v.) Yemen’e gönderdiği ve ondan sonra da Hz. Ebubekir (r.a.) ve Ömer’in (r.a) de aynı görevde bıraktığı Muaz b. Cebel (r.a.), İslâm’ın egemenliğinden birkaç sene sonra, orada zekât alacak tek bir kişi bulamayacak hâle gelmişti. Bu sebeple, topladığı zekâtı İslâm halifeliğinin merkezi Medine’deki Hz. Ömer’e (r.a.) göndermişti.

Muaz (r.a.) topladığı zekâtın üçte birini halifeye gönderince, Hz. Ömer (r.a.) tepki göstererek: “Ben seni ne vergi tahsildarı ne de cizye alan bir kişi olarak gönderdim. Ben seni insanların zenginlerinden alıp onu fakirlerine veresin diye gönderdim.” Muaz (r.a.) ise “Ben o malı benden alacak kimse bulamadığım için sana gönderdim” dedi. Ertesi sene Muaz (r.a.), ona zekâtın yarısını gönderdi. Bir önceki gibi birbirleri ile mektuplaştılar. Üçüncü sene Muaz (r.a.) ona zekâtın tamamını gönderdi. Hz. Ömer (r.a.) yine daha önce ona söylediklerini söyleyince, Muaz (r.a.) da ”Benden bir şey alacak hiçbir kimse bulamadım, diye cevap verdi.” (bk. Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm, el-Emvâl, s. 596)

İslam ne büyük! İnsanlar arasındaki adaleti ne kadar parlak! İnsanlığın ancak bu tür insanlar arasında görebildiği bu emanet ve güvenilirlik anlayışı ne kadar üstün!

İslam ülkesinde zenginlik ve bolluk bu kadar kısa bir sürede nasıl bu seviyeye ulaşabildi... Halife, İslam Devleti’nin çeşitli bölgelerinden başkente, valisinin mal göndermesine tepki gösterecek kadar nasıl adaletli olabildi? Bu sorulara cevap bulmak, bugün için daha da kıymet arz ediyor. Bu sorunun cevabı aslında çok basitti. Çünkü bütün bölge halkı, ihtiyaçlarına yetecek kadarını elde edebiliyor. Kanaatin, emanetin ve adaletin gölgesi altında yaşıyorlardı. Bir ülke ahalisi ihtiyaçtan kurtulup zengin olunca, artık oradan alınan ve artan zekât miktarlarının devlet merkezine (Beytü’l-mal’e) gönderilmesi gerekir.

Bunlar, sağlıklı bir şekilde İslam düzeninin uygulanması sonucunda ortaya çıkan güzel meyvelerin bir kısmıdır. Bunlar, bu çağda yaşayan kimselere hayal mahsulü gibi görünebilir. Oysa bunlar hayal mahsulü değil, tarihin kaydettiği bir gerçektir. Bir kez ya da daha fazla meydana gelen bir olayın her zaman için gerçekleşmesi mümkündür. Müslümanların işleri abdestli, güvenilir, temiz, Allah’tan korkan, O’nun rızasını ümit eden ve gazabından korkan kimselerin elinde olursa bu mahsuller yine alınır. Fakat ümmetin kötü talihi, yönetimin Allah’ın dininden uzak, zalim ve zorbaların ellerine geçmesi, ümmetin zenginlik kaynaklarını hırsızların istilâ etmesi ve onların arasında cahilliğin yaygınlaşması ve fakirliğin tedavisi imkânsız bir hastalık zannedilmesi sebebiyle olmuştur.

Oysa tartışmasız gerçek şu ki fakirlik bütün toplumlarda görüldüğü gibi, Müslüman toplumda da görülecek olursa, sorumlu kimselerin güvenilir elleriyle toplumsal dayanışmaya dair İslam’ın hükümlerini uygulaması bu geçici durumu telâfi eder. Hemen refah, bolluk ve rahat yaşayış, arkasından yeterli ve adil bir dağıtım toplumu kuşatır ve onun içerisinde zekât almayı hak edecek fakir bir kimse kalmaz. Zekât gelirleri; diğer harcama yerleri olan kalpleri İslam’a ısındırılacak kimselere, kölelikten kurtarılacaklara, borca batmışlara, Allah yolunda cihad edenlere ve yolda kalmışlara harcanır.

Şüphe edilmeyen hususlardan birisi de şudur: Toplumsal adalet bir cemiyette gerçekleşecek olursa sevgi, dayanışma ve kardeşlik atmosferi o topluma egemen olur. Böylece bütün fertler büyük bir mutluluk ve rahat içinde yaşar, sürekli ileriye doğru yol alır.


Alican Tatlı'ın Yazısı.