Ömer Öztürk

Eskiden ruzname denen gelir-gider defterleri olurmuş. Bu defterleri günü gününe tutan kimselere ise ruznameci ya da ruznamecibaşı denirmiş. Bu bana şöyle bir ilham verdi. Keşke her birimiz hayatımız boyunca bir ruzname tutsak, şu dünyada ne kazandık, ne kaybettik, muhasebesini tutabilsek.

Aşağıda kırk iki yıllık hayatımın henüz kayda geçirelememiş ruznamesinden birkaç kırık-dökük satır okuyacaksınız…

MERKEZ EFENDİ VE BENMERKEZ EFENDİ: Merkez Efendi denince aklımıza genellikle meşhur mesir macunu gelir. Benim de aklıma hep bu efsunlu macunun pahası gelir. Ben onu pahalı bulurum da, kaynak eserler onun Osmanlılar devrinde daha pahalı olduğunu yazar. Meğer o zamanlar bir tertip mesir macunu bir merkep fiyatına satılırmış. Yaklaşık 40 çeşit baharattan imâl edilen mesir macunu, 40’tan fazla maraza deva niyetine ağızda çiğnenirmiş. Eh, şifa da Eşşifa sıfatıyla Allah’tan geldiğine göre, kimine şifa olur, kimine olmaz diye düşünmekteyim. Her iş gibi o da hasip değil, nasip-kısmet işi değil midir?

Ben aslında saray sertabibi (baş hekimi) Merkez Efendi’nin validesi Hafize Sultan’ı iyileştirmek için havanlarda döve döve meydana getirmiş olduğu mesir macunu terkibinden çok, ‘Merkez’ ismiyle alakadarım. Neden Merkez Efendi? Çünkü o herşeyin merkezinde, yörüngesinde döndüğüne kalben iman etmiş bir kimsedir. Bu dünyada herkesin ve her şeyin bir vazifesi var. Yılan yılanlığını, çıyan çıyanlığını yapıyor; iyinin işi iyilik, kötünün işi kötülük. Dünya hayatı bütün bu zıtlıklardan mürekkep devasa bir yap-boz bulmacası gibi, parçalardan biri bile eksik olsa olmuyor. Siz istediğiniz kadar içkinin, sigaranın, uyuşturucunun ve daha pek çok olumsuzun olmazlığından dem vurun, hatta horon vurun, bunlar dünyadan yok oluyor mu? Zaten bunlar olmasa, dünya oluyor mu? İmtihanın hiç merak edilecek tarafı kalıyor mu?

Dünyada savaşlar olmasın diyenler!...daha bir karı-koca kavgasının bile önü alınamıyor, n’aber?! Hiç karı-koca kavgasına müdahil oldunuz mu? Ben oldum, hiç tavsiye etmem. Eskiler ‘Kayıkçı kavgasına karışılmaz’ derlermiş. Onların kavgaları da ‘pek pis’ olurmuş. Demek bir kayıkçı, bir de karı-koca kavgasına karışmayacaksın.

Eğer siz de, ben de bir Merkez Efendi olmaya ahdetmişsek, bunu idrâk edip değiştirilemeyecek şeyleri değiştirmek için habire çırpınıp durmamamız icap eder. Eğer duruyorsak, biz Merkez Efendi olamaz, aksine Ben Merkez Efendiliğe demir atar, herşeyin bizim yörüngemiz etrafında dönüp durduğu vehmine kapılırız. Koca âlemde yapyalnız olduğumuzu düşünür, herkesi ve herşeyi kendi kast, niyet ve arzularımıza göre eğip bükmeye çalışırız. Keşke her birimiz bir Merkez Efendi olabilsek, ama her binimizden biri bile bir Merkez Efendi olabilse, ona bile razıyız ama ona bile hasret yaşayıp gidiyoruz.

ŞEYTAN BİZİ TAŞLIYOR: Kamerî veya türkçesiyle Aylık Takvimin 12. ve son ayı Zilhiccedir. Bu kelime Hac Mevsimi anlamına gelir. Bu ay, Hac ayıdır (bu yüzden Kamerî Takvimin bir adı da Hicrî Takvimdir ya) ve aynı zamanda kurban kesme zamanıdır. Bu ayda Kurban Bayramı eda edilir.

Hacc’a gitmiş olanlar bilirler, gitmemiş olanlar da muhakkak duymuşlardır. Mina’da şeytan taşlama (ib)âdeti yerine getirilir. Binlerce insan ellerine taş alarak ‘cemreler’ denen sembolik şeytan taşlama hedeflerine hep birlikte taş atarlar. Kimi bunu abartır ve koca koca taşları, kayaları sanki gerçekten şeytanın kafasını gözünü yarmak istercesine savurur durur.

Savurur savurmasına da, bu kör olası şeytan bu kadar taşlamayla çooktan yok olup gitmiş olacağına bilakis daha, daha fazla palazlanır. Biz şeytanı taşladığımızı sanırken, aslında hep o bizi taşlamaktadır.

Halbuki her sene Hac Mevsimi’nde şeytan taşlama iştiyakımızın çeyreğini günlük hayatımıza tatbik edebilsek, şeytan şimdiye değin çoktan sinmiş olurdu ve biz de ilahi bir nizamda yaşıyor olabilirdik.

Şeytan’dan, şeytanî vaziyetlerden uzak durmak lâzım. ‘Ne şeytanı gör, ne de salavat getir’ demişler. Sen hem habire şeytanla düşüp-kalk, hem de habire salavat getir.. Oluyor mu böyle?!

KIRK: Koyun kırkılır. Herkes ayak yapar ama kırk ayak kadar..? İmkânsız. Irklara karışılmaz, kırklara karışılır. Bir yastıkta kırk yıl yaşanır..Dı..Bir zamanlar. Barış Manço merhum Süper Babaanne’nin ağzından Bir yastıkta tam kırk yıl diye döktürürdü. Tek ve uzundu yastıklar. Aynı yastığa baş konurdu. Dünyaya gelenin de-gidenin de kırkı çıkmadan olmazdı. Kırk gün kuru soğukları, ayazları her mevsim içimizden gelip geçerdi, zemheri olurdu, erbain olurdu. Zâkirler, şâkirler kırk gün çilehâneye kapanır, erbain olurdu. Kırk yaş, kemâl çağıydı, bugün hırs çağı oldu. Peygamberlik çağıydı, dünyaya sırt çevirme, verayı (öteyi) düşünme, velhasıl kırklara karışma çağıydı; şimdi öteyi-beriyi karıştrıma, orda-burda kırıştırma çağı, dünya hay huyuyla evelenme-gevelenme çağı oldu. Kırkından sonra azanı teneşir paklardı, şimdi dünya haklıyor.

Masallarımız vardı, içlerinde kırk gün kırk gece düğün-dernek kurulan. Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardı. Şimdi ise kırk dakika oturana kırk katır mı kırk satır mı? Var.

Kitabî kaynaklar: Hac Hatıraları-Mustafa Yazgan-Sebil Yayınevi-İstanbul 1978/YaşlanmadanYaşamak-Eczacı Hakan Ünkan-İstanbul-1978.   


GENÇ'ın Yazısı.