Bugün Hakikat İçin Ne Yaptın?
Yunus Emre Tozal
Dedem, kalbimizi yasladığımız dağımızdı. Biz yenilmemeyi ondan öğrendik. Çünkü bir şey başardığımızda, bir adım öne çıktığımızda ya da mutlu olduğumuzda en büyük hediyemiz ve mükafatımız dedemizin gözlerindeki ışıltıydı. O ışıltıyı yanımızda hissettikçe kaybetmemiz mümkün değildi, var gücümüzle gayret etmeliydik...
Kur’an kursunda yine bir izin günü geliyor. Üç haftada bir yaptığımız aile ziyaretleri Cuma günü öğlen başlar, Pazartesi sabah kursta olacak şekilde sonlanırdı. Cuma namazının ardından kurstan ayrılmış, haftasonu iznimiz için hocalarımızla vedalaşmış ve Çubuk ilçe merkezine geçmiştik. Ankara merkezde oturanlarla ilk otobüse atlayarak ailelerimizin yanına gidiyoruz. Kursta geçirdiğimiz o güzel günlerin hayali vuruyor cama. Sabah namazına kalkıyor, ders çalışıyor, kahvaltı ve temizlik vakitlerinden sonra ödev vermeye geçiyoruz sanki. Ödev verdikçe sevdiklerimize yakınlaşıyoruz, izin günleri sanki çarçabuk geliyor, hafız olmamızı isteyen büyüklerimizin gözü yollarda, bizi bekliyor.
Çubuk otobüsünden Altınpark durağında inip karşıdan karşıya geçiyorum, bavulumu sırtlayıp dedemin yurduna kadar taşıyorum. «Dedemin yurdu» olarak yaptığım bu tamlama, üniversite öğrencilerini ve yurtdışından Ankara’ya Türkçe öğrenmek ve ardından üniversitede okumak isteyen Afrikalı öğrencileri barındırıyor. Zile basıyorum ve o an kapı açılmasıyla birlikte dedemin «Hafııızım» deyişi sanki zamanı durduruyor da farklı bir dünyaya adım atıyormuşum gibi beni kendine çekiyor. Tanpınar’a göre insan zamansızdır, çünkü zamanın dışındadır; küçüklüğümüzden beri dedemin yurdunda da sanki zamanı biz yönetir gibiydik. Ezan saatlerinde gizli bir geçitten geçerek bitişiğimizdeki camiye geçer, müezzinlik yapardık. Namaz aralarında da ya top oynar ya da dedemin dünyada belki de hemen her şeyi bulundurduğu gizemli çekmecesini karıştırarak ceplerimizi o küçük ama ilginç eşyalarla doldururduk. Her seferinde yenileri eklenen o çekmecedeki irili ufaklı eşyalar, sanki bizleri bekler gibiydi.
Dedemin Gözlerindeki Işıltı
Ömrünü Kur’an okumaya ve Kur’an yolunda hizmet etmeye adayan dedemi hatırladıkça çocukluğumu; henüz büyüyemediğimi hissederim. Elini enseme koyup beraber yürüyerek camiye gittiğimiz, türlü şakalarla sık sık çevresindekileri güldüren, tebessümüyle muhabbet eden dedem, hayatın her anında sanki kendi kendisiyle konuşur gibiydi. Camide hangi vakit namazı olursa olsun aşr-ı şerif okumayı sağ gözüyle işaret eden dedemin elinde tesbih olsun olmasın ağzının sürekli kıpırdadığını çocukluğumuzdan beri merakla izlerdik. Gece uyandığımızda salondaki kanepesinde Kur’an okurken ya da tesbih çekerken gördüğümüz dedem, benim ve Kur’an kurslarında okuyan abilerim ve kardeşlerimin hayatında yaslandığı bir dağ gibiydi adeta. Hani yüreği dağ gibi insanlar vardır, varlığı bile sizin hayatta yaslanıp destek almanızı, koşmanızı, nefes almanızı sağlar da ayakta kalmanızı, yıkılmamanızı , ümidi artık kaybettiğinizi düşündüğünüz anlarda bir anda ortaya çıkar da sizi hayata tekrar tutundurur. Dedem, kalbimizi yasladığımız dağımızdı. Biz yenilmemeyi ondan öğrendik. Çünkü bir şey başardığımızda, bir adım öne çıktığımızda ya da mutlu olduğumuzda en büyük hediyemiz ve mükafatımız dedemizin gözlerindeki ışıltıydı. O ışıltıyı yanımızda hissettikçe kaybetmemiz mümkün değildi, var gücümüzle gayret etmeliydik. Bu yüzden olsa gerek abilerim de, kardeşlerimde hepimiz okuduğumuz Kur’an kurslarını dereceyle bitirdik. Her nedense sanki sürekli dedemizi yanımızda hissedercesine Kur’an okuduk. Bunda elbette dedemin hoş sürprizlerinin de payı büyük. Çocukluğumuzdan ilk gençliğimizde gittiğimiz Kur’an kurslarında dedem bir bakmışsınız bir kutu gofret göndermiş, bir bakmışsınız çikolatalarla, halleylerle çıkmış gelmiş de arkadaşlarımıza dağıtmamızı bekliyor. Bazen dağıtırdık getirdiklerini, ama bazen de hemen dağıtmaz, saklardık. Her öğrenci gibi çikolataları, halleyleri ve gofretleri satardık, sonra itiraf ettik dedeme bu yaptığımızı, ne kadar da gülmüştü. Anneannem kızardı bize bu kadar çikolata göndermesine ama dedem bir kere olsun bizi boş bırakmazdı. Ne zaman telefon etsek, bir ihtiyacın var mı diye sorduğu anda anneannemin telefonda arkadan sesini duyardık “Öğrenci adamın ne ihtiyacı olacak…” Oysa o ihtiyacımızı bilirdi ve gereğini yapardı. Biz adımız gibi biliyorduk yapacağını.
Dedeler sevdiği insanlara sevdiğini söylemenin çok farklı yolları olduğunu bilirler. Dedem için de küçük bir şey yapmak, bize bahçeden kiraz toplatmak ya da saksıda çiçek yetiştirip anneanneme hediye etmek çok kıymetliydi; hayatın en küçük anında dahi mutlu olabilmeyi ve çevresindekileri mutlu etmeyi başarabiliyordu. O’nun için yaşamak, O’nun rızası için hayatı planlamak, O’nun ”ayrılmayın” diyerek gösterdiği yolda dosdoğru yürümek... Dedem böyle biriydi işte. Güneşi gözbebeklerine doldurup karınca misali de olsa yangına su taşımaya çabalamakla ömrü geçti. Gül anlaşılmak için açar, su aşkını itiraf edebilmek için akar. Taş aşkından dolayı dayanamaz da yuvarlanır yuvarlanır, dedem ne yaptıysa Onun için yapmaya çalıştı.
En Sevgiliye Miraç Gecesi Kavuşmak
Varoluş sancısının en hummalı olduğu bir saatte, geçtiğimiz Miraç gecesinde hakka uğurladık dedemi. Göklere ulaşan harlı ateşi ancak yağmur dindirebilir. İnsana insandan yakın, aklının kuşatamadığı hakikati, yürek kuşatabilir ancak. Dedem, hayatı boyunca yüreğiyle hakikati kuşanmıştı, sıratı müstakim yolunda yürüyen, yürüten, koşan ve koşturan bir neferdi. Hani bazı insanlar görürsünüz toplumda, gördüğünüz gibi Hz. Ömer’in “Bugün Allah için ne yaptın?” sözü gelir de kendinizi bir sorguya çekersiniz. İşte o kişiler, varlığıyla İslam’ı tebliğ eden fakihlerdir; tüm zerreleriyle O’nu zikrederler de, o zikirlerin sırrı ellerine, yüzlerine, kokularına her yerine yerleşir taşar da taşar. Ankara’da uzun yıllardır Muradiye Kültür Vakfı’nın kurucularından Mustafa Kalfaoğlu ve Rıza Çöllüoğlu hocaların izinden yürümüş, beraber açtıkları kurslarda gönüllü eğitmenlik yapmış, talebe yetiştirmiş.
Üsküdar’da Serçe Hatun Mescidi var. Cadde üzerinde kalıyor. Önünden her geçmemde vicdanımla başbaşa kalıyorum. Büyük bir levha asmışlar: “Bugün Allah için ne yaptın?” Dedemi gördüğümde hissettiğim bu duyguyu Serçe Hatun Mescidi’nin önünden her geçmemde yaşıyorum. Hem soruyu hem de türevlerini düşünüyorum her seferinde: Bugün hakikat arzun için ne yaptın? Bugün daha adil bir dünya için ne yaptın? Esas soruyu Sezai Karakoç türetmiş, buyurun: “Bu dünyada olup bitenlerin olup bitmemiş olması için ne yapıyorsun?” İşte şair. Ne kadar narin değil mi? Nasıl da zarif bir bakış açısı var. Olup bitenlerin olup bitmemesini diliyor şair. Bir yerden başlayıp düzeltmekten, iyileştirmekten de öte bir bakış açısı sunuyor. Yaşanan acı ve üzüntüleri dahi kotarabilirmişçesine bir yaklaşımı var.
Sorular vardır insanı can damarından yakalayan. Dedemin varlığında bulunan o his ve Serçe Hatun Mescidi’nde asılı olan soru da insanı can damarından yakalayan sorulardan. İnsanın sürekli bir şekilde kendisiyle, Rabbiyle ve kâinatla hemdem olabilmesini hatırlatan, sürekli bir bilinç ve inşayı hatırlatabilen bir soru bu. Her şeyin temelinde insanın hakikat arzusunu gerçekleştirebilmesi için yüklenmesi gereken sorumluluğu anımsatıyor insana. Tıpkı ezan gibi… Ezanlar da insana ne olduğunu, ne yaptığını, ne yapması gerektiğini ve nereye doğru gittiğini hatırlatıyor. Tabii nasibi olan, kalbini hakikate açan ve anlayabilen alıyor bu mesajları. Kalbini iyilik ve güzelliklere kapatanlar, yeryüzünde kötülük işlemeye, işlemeseler dahi işlenen kötülüklere ses çıkarmayıp tepki vermeyerek kötülükleri teşvik etmeye devam edenler fark edemiyorlar.
Bir ikindi vakti defnettik dedemi. Kabrinde annemin isteğiyle hafız arkadaşım Talip’le beraber Bakara ve Ali İmran surelerini okuduk. Tıpkı hafızlık yaparken mukabele okuduğumuz gibi... Rahmetli ne çok severdi Kur’an kurslarına gelip öğrencilerin hep bir ağızdan okuduğu o Kur’an’ları dinlemeyi. Rabbim hayatı boyu Kur’an sesinden ayrılmayan dedemin mekanını cennet etsin, taksiratını affetsin, Kur’an sesinden ayırmasın, bu dünyada cem ettiği gibi ahirette cennetinde de cem etsin bizleri. Kevser havuzunda yapılacak sohbetlerin katılımcısı kılsın hepimizi.
GENÇ'ın Yazısı.