“Muhacir” olmaya gözümüz kesmiyorsa, “Ensar” olmaya niyet etmek lazım. Bir mazeretimiz ve kurtarıcı simidimiz olsun diye…

”Ensar” ve ”Muhacir” her ikisi de Kur’an-ı Kerim’de övülmüş ve cennetle müjdelenmiş özel zümrelerdir. Her ikisi de fedakârlığın zirve noktası. Canını ve malını hiçe saymanın, Allah yoluna adanmış kul olmanın nihai menzili… “Ensar olmak mı zor muhacir olmak mı?” diye bir soru sorulsa, cevabımız nasıl olurdu? İlk bakışta en çok acıyı çeken ve zorluklara katlanan muhacirlerdir. Yurdunu yuvasını terk etmiş, garibanlığın en ağırını yaşamış insandır. Öyleyse en zor hâl, bunların olmalı derdik…

Hayatın bir yerinde şartlar sizi zorlar ve hicrete karar verirsiniz. Acı-tatlı ne çıkarsa kaşıkta yemeye niyet edilmiştir. Geri dönüşü de yoktur. Musibetler karşısında sabır dilemek ve ona sarılmaktan başkaca da çare kalmaz. Ve böyle bir durumda muhacir olmaya karar verebilirsiniz. İnsan bir kez hicret eder ve geri dönüşü de yoktur.

Ama bir de bunun karşısında Allah’ın övdüğü Ensar var. Bana göre Ensar olmak daha zordur. Çünkü Ensar olmak, bir anın değil uzun bir sürecin işidir. Biz, Allah Resulü‘nün Medine’sine baktığımızda, Ensar’ın bile kimi zaman fitnelere yenik düştüğünü ve kendi iç dünyalarındaki zafiyetlerin tezahürlerini görürüz. Beni Mustalik Gazvesi dönüşü, Ensar-Muhacir arasındaki kardeşliği zedeleyecek münafık iğvalarını görmek mümkün. “Medine’ye döndüğümüzde kimin aziz, kimin üzerinde olduğu ortaya çıkacak ve sizi oradan kovacağız…” diyen münafıkların nümayişine kısa bir süreliğine bile olsa yenik düşen Müslümanları görüyoruz.

Bunları görünce, ülkemizde yıllardır yaşayan Suriyeli muhacirleri düşündüm. Bazı dönemler, insanların içindeki o güzel duygular artar ve ellerinde var olan tüm imkânları paylaşmaya çalışırlar. Ancak Suriyelilerin içinden çıkabilecek birkaç kötü niyetli insanın yaptığı davranışlar, bir yerlerden gelen bazı söylemler veya kaynağı belli olmayan insanlardan dinlenilen olumsuz hikâyeler, Müslümanların gönüllerinde bir kırıklığı ve marazı oluşturabiliyor. Bu konuda birçok yardım yapmış insanlarda bile böyle bir gönül kaymasını zaman zaman bulmak mümkün.

Ensar olmanın en zor yanı da bu. Çünkü bu Müslümanlara ilk başta sadece Allah rızası için verdiğiniz gibi, en son gününde de bunda bir gönül kırıklığı ve kayması yaşamadan vereceksiniz… İlk geldiklerinde onların çocuklarını kendi evlatlarınızla ayırmadığınız gibi son gün de aynı duyguları taşıyacaksınız… Şeytan, bu konuda sizi hiç kandıramamış olacak… Ne güzel! Ama ne kadar da zor… Zaman ve şeytan sizin gönlünüzü çekmeyecek.

Sizin de çevrenizde bazı tipler vardır ki sürekli olarak, “Erkekler neden burada? Erkekler gelmeseydi… Sadece kadınlar gelseydi… Biz onlara annemiz-bacımız gibi baksaydık…” diyecekler. İlk bakışta haklı görülen bir cümledir bunlar… Ama vuranın ve vurulanın bilinmediği, yüzlerce farklı Müslüman grubun birbirlerine karşı silah çektiği bir ortamda taraf olmak ayrı bir zorluktur. Doğrusu yaşamadan bilmenin çok zor olacağı şartlar bunlar. Bize düşen derdi paylaşmak. Her kim ne alırsa omuzlarına, onunla gider. Ya hayırlarla, ya da bir çuval mazeretle…

Ensar olmak kolay… Lakin Ensar kalmak, zor iş… Çevreden gelecek tüm olumsuz etkilere ve tepkilere dayanabilmek, yalan yanlış haberlere kulak tıkayıp yola devam etmek, sabredebilmek, çizgiyi kaçırmamak ve gözünü de başka şeylere dikmemek... Sıcak sobanın başında yapılan eleştirilerden ve “kaçtılar” edebiyatından sakınabilmek… “Ama hep biz veriyoruz” serzenişine kurban gitmemek… “Bizim başımıza benzeri bir şey gelse nereye gideriz?” sorusunu, vermemek için bahane yapmamak…

“Muhacir” olmaya gözümüz kesmiyorsa, “Ensar” olmaya niyet etmek lazım. Bir mazeretimiz ve kurtarıcı simidimiz olsun diye…


Haşim Akın'ın Yazısı.