Annem mi Şehadet mi?
Dertliydi Furkan… Derdinin dozajı her geçen gün artıyor ve dertmetresinin ibresi neredeyse kökleniyordu. Tek dermanı derdiydi; yani mümin kardeşlerinin felâha kavuşarak felâha ulaşmasıydı. Bu yüzden çok ısrar etti ailesine, gitmek için…
Furkan Doğan… Ahirette CV`si sorulduğunda onurla çıkarıp sunacak; şehit… Tüm yaldızlı biyografi öykülerini kıskandıracak bir belirtme sıfatı…
Filistin için, özgürlüğün anahtarı olmak niyetiyle denize koyulan filodaydı. Kimse bilmiyordu ama onun rotası gemininkinden biraz farklıydı; (alimallah) cennetti. Yaşamı boyunca mümince yaşamış, manevi ve milli savunmaya her daim önem vermişti.
Özel bir okulun özel bir öğrencisiydi. Kolejde okuyordu ama `kolej çocuğu` değildi. Delikanlılığın kitabının masa başında yazılamayacağını öğretti delikanlıcıklara. İçki komasından ölenlere şehit denilen bir ortamda, şahadetin nasıllığını gösterdi bize.
Gemiye saldırıdan sonra, Face-istlerce açılan “O gemide keşke bende olsaydım” adlı sayfaları “beğen”mekle yetinmeyecekti. Hayıflanma sezonunun açılmasına kalmadan, en baştan itibaren `o gemideydi.`
Dertliydi Furkan… Derdinin dozajı her geçen gün artıyor ve dertmetresinin ibresi neredeyse kökleniyordu. Tek dermanı derdiydi; yani mümin kardeşlerinin felâha kavuşarak felâha ulaşmasıydı. Bu yüzden çok ısrar etti ailesine, gitmek için…
Geminin en üst katındaydı: Kaptan köşkünün yanında… Bir arkadaşıyla birlikte fotoğraf çekiyorlardı. Medyada Furkan`ın bir kurşuna göğüs gerdiği, dört kurşunun ise başında olduğu haberleri yer aldı. Oysa bir mermi de ayağını delip geçmişti, bu gündeme gelmedi. Yani beş kurşun vücudunda kalmış, ayağına isabet eden(ettirilen) kurşun ise yaralanmasına neden olmuştu.
Uzaktan ateş edilince merminin delici etki yaptığı, yakındansa ivme kazanamadığı için saplanıp kaldığı göz önüne alındığında; İsraillilerin nasıl kindarca O`nu öldürdüğü, daha net olarak gözümüzde canlanacaktır.
Muhtemelen helikopterden açılan ateşte, en üst katta bulunan ve ayağından yaralanan hazretin hareket kabiliyeti sınırlandı. Sonrasında yakınına gelen kanobur asker, kurşunları başından aşağı boca etti. Ele geçen görüntülerde de `izlendiği` üzere, öldürmeden bırakmadılar O`nu.
İnsanımsılar, diğer aktivistlere kızgındılar fakat Furkan`dan nefret ediyorlardı. Filo-cemaatinin öbür yolcularına karşı delirmişçesine saldırırken; O`na doğruysa kudurmuşçasına atılıyorlardı. Neden peki? Tüm bu kin niçin? Çünkü uzaktan kurmalı askerlerde hazımsızlık yapan bir şey vardı…
Furkan, bir semboldü. Vahiyle aydınlanmış yeni nesil mümin gençliğin sancaktarıydı. Gemideki yolcular teslim için beyaz gömlek sallasa bile, bu tavır askerlerin salyalarını geri çekmesini sağlayamıyordu. Çünkü Furkan, diriliş neslinin kornealarla görülemeyen bayrağını taşıyordu göğsünde… Kalbinin ve beyninin dövülmesi tesadüfî sanılmamalı. Bu genci çok farklı biçimde de öldürebilirlerdi ama böyle kahpece vurdular. İnancın ve düşüncenin de, cellât misketleriyle vurulmasıydı bu cinayet! Arka patilerinin üzerine kalkmış bir askerin, ön ayaklarıyla nişan alarak `insanlığa` savurduğu bir nefretle karşı karşıya kalmıştı dünya!
Üstelik Furkan, mevcut işleyişe göre daha bir yaşındaydı. Yeni yeni yürüyor, kelimeleri henüz birbirine bağlayıp anlamlar üretiyordu. İlk adımında despotun karşısında durması ve ilk cümlesinde Hakk`ı vurgulaması kabul edilemezdi, zalimlerce… Bunun gibi `çocuk`lar çoğalırsa ne yapabilirlerdi yoksa? Derhal önlem alınmalıydı; kara, kökten çözüm…
Hâlbuki bu deniz komandoları, Barbaros dedemizi tanısalar böyle yapamazlardı! “Kesilen sakal daha gür çıkar” özdeyişini bilselerdi; böyle davran(a)mazlardı...
`Hepimiz Furkanız!`gibi popülist bir iddiaya girmeyeceğim. Çünkü iddialar, olmayan bir şeyi ispatlama çabasından doğar. Bizim izhar olan bir şeyi, `bin Furkan olur`u iddia etmemize gerek bile yok!..
Peki, bundan sonra ne olacak? Güneş bata-çıka ilerlemeye devam ediyor; yoldaşı zamanla birlikte… Yaşandı, geçti gitti ve bitti mi diyeceğiz? Sahiden hiç mi yapacağımız bir şey yok ki? Örneğin `çerez` kitaplar yerine, fikir kitapları da okusak? Ya da sünnet olan tebessümün `pis pis sırıtmak` olarak algılanmasına inat; güleç yüzlü olamaz mıyız ? Saçma mı yoksa söylediklerim… “Kitap okumakla bunun ne alakası var” derseniz üzüleceğim…
Furkan ve diğer tüm şehitlerimiz Rahmani vaatle, ebedi diriliği elde ettiler. Ya biz? Nasıl dirileceğiz? Diri olduğumuzu mu düşünüyoruz yoksa? Gazze`de her ay onüzeri bilmem kaç tane Müslüman öldürülürken, biz hala canlı kalabileceğimizi mi söylüyoruz?
Şunu yapmalı, bunu yapmalı gibi hazır reçeteler sunacak değilim, sunanlara da inanmamalı diye inanıyorum… Çünkü hepimizin rahatsızlığı aynı olsa da, hastalık nedeni farklı… Ortak arzumuz ise; ilk aşamada şuur düzeyimizi artırmak. Atasoy Müftüoğlu`nun dediği gibi; “Bilinç Işıklarımızı Yakmak…
On yıl sonra bu yapılan `işlemin` sağlamasını yaparsa, eyleminin yanlış sonuçlandığını görecektir İsrail; tabii bizim (pan)zehir gibi çalışan kafalarımız olursa… Bilinçli mümin gençlik, mola vermeden yetişmeye devam ederse…
Küresel intifadanın gerçekleşebilmesi için, öncelikle bireysel ve lokal intifadaların olması gerektiğini unutmayarak, ufka bakmayı sürdürmeliyiz. Bakmaya ve görmeye devam; seyretmeye değil… Selametle…
Abdullah Yalnız'ın Yazısı.