Geçen ay, şair, yazar, yayıncı taifesinden büyük bir kalabalıkla beraber Frankfurt Kitap Fuarı’ndaydık. Fuarın bu seneki onur konuğu Türkiye olunca neredeyse her adımda bir tanıdık gördük. Türkiye’nin uluslararası yayıncıların bulunduğu iki büyük salonun birisinde toplam 100 yayıncının temsil edildiği bir ulusal standı vardı. Fuarı gezen herkesin teslim edeceği üzere sıradan, gösterişsiz ve konuk ülke statüsüne yakışmayan bir stanttı bu. Değil ülke stantlarının, orta ölçekli kitap şirketlerinin bile daha şaşaalı temsillerini görünce ülkemiz adına hayıflandık ama neye yarar? Muhtemelen uzlaşı adına basit ve zevksiz bir ortalamaya razı olunduğu için böyle oldu. Sadece bu işle ilgili değil, neredeyse fuar organizasyonunun tüm boyutlarında malum kesimleri bir araya getirme, kimseyi küstürmeme gayreti göze çarpıyordu. Böyle olunca gariptir ne kimseyi memnun edebiliyorsunuz, ne de kendiniz yaptığınız işten memnun kalıyorsunuz. Üstüne üstlük bir de böyle ne idüğü belirsiz, vasat, sıradan ve renksiz duruşlara mahkûm oluyorsunuz ki bu daha feci. Güya orada Türkiye’nin tüm renkleri buluştu! Tüm renklerin olduğu yerde herhangi bir rengi öne çıkması mümkün mü? Tüm renklerin olduğu yer karadır zaten. Frankfurt’ta ne oldu biliyor musunuz? Herkesin birbirinin rengini karaya çaldığı bir yerde yaşıyorduk, hep beraber gittik, aynı işi bir de Almanların önünde yaptık, vazifemizi yapmış olmanın gururu ile de geri döndük. Durum budur. 


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.