Türkiye’nin onur konuğu olduğu 60. Frankfurt Kitap Fuarı geçtiğimiz ay çok konuşuldu. İlgili haberlere göz attığımda o kadar çok tezat gördüm ki anlatamam. Kimilerine göre “rüya gibi geçmişti”, kimilerine göre ise tam anlamıyla bir utanç tablosuyla karşı karşıyaydık.

İkinci defa Erkam Yayınları’nı temsilen katıldığım fuar hakkındaki düşüncelerimi paylaşmak isterim sizinle. Paylaşayım ki bir de “içeriden” bir gözle okuyun fuarda olanları.

Fuar açılışında herkesin gözü Orhan Pamuk ve Abdullah Gül’deydi. İçeri girmek için çok ciddi bir güvenlik aramasından geçiyorduk. O sırada, yanımda bulunan pek kıymetli Adnan Sarp beye, “Abdullah Gül gelecek ya, ondan bu kadar yoğun bir güvenlik var” dedim. Önümüzde bulunan hanımefendi bu sözümden rahatsız olduğunu ima eder bir şekilde bize döndü ve “Orhan Pamuk için bu az bile” dedi. Hanımefendinin yaptığı bu saçma kıyasa ben de “Orhan Pamuk mu, o da kim Adnan bey?” diyerek cevap verdim. Şu küçük hadise aslında salonda olacakları da özetliyordu. Nitekim Pamuk kendisinden beklenen bir konuşma yaptı ve hayranları tarafından yoğun bir alkış aldı. Konuşmasında Türkiye’deki yazarların maruz kaldığı yasaklardan söz etti. Abdullah Gül, bir önceki cumhurbaşkanımız gibi Pamuk’u yok saymayıp açılışa gelmişti ve konuşma sırasında da Pamuk’un eleştirilerine yeri geldikçe yanıtlar verdi. (Siyaset de zor iş gerçekten, o salonda Abdullah Gül’ün yerinde olmayı kimse istemezdi sanırım.)

Gergin açılışı bir kenara bırakıp fuara dönelim tekrar. Onur konuğu olduğumuz dünyanın en büyük kitap fuarından pek memnun ayrıldığımızı söyleyemeyeceğim. Geçen seneye kıyasla daha güzeldi Türkiye standları, bu doğru. Ama bütün yayınevlerinin tabelalarının ve tabela renklerinin aynı olması hangi mantıkla izah edilebilir ki? Beş gün süren fuar boyunca neredeyse hiç Türk bayrağının görülmemiş olması ise ayrı bir tartışma konusu. (Siyasi bir tercihmiş vs.) Onur konuğu ülkenin cezbedici hiçbir şeyi yoktu neredeyse. Gelen misafirlerden birine, nasıl geçiyor fuar diye sorduğumda şöyle cevap verdi: “Yani bu kadar olmaz. Allah aşkına hiç mi gezilmedi bu fuar daha önce? O kadar harika stantlar var ki etrafta. Yani benim ülkeme bunlar layık değil, o kadar üzülüyorum ki anlatamam”.

Ulusal stant diye ayrılan bölümü ziyaretçiler neredeyse görmeden geçti diyebilirim. Halbuki en gösterişli olması gereken ve kendimizi tanıtacağımız en iyi alan oydu. Gelin görün ki orayı farketmek başlıbaşına bir meseleydi.

Logoyla ilgili de epey sıkıntı yaşandığını söyleyebilirim. Sayfada gördüğünüz logo ülkemizin içinde bulunduğu karmaşayı epey iyi yansıtsa da fuar için çok kötü bir fikirdi. O labirentlerin içinde “Turkey” yazısını okuyamıyorsanız dert etmeyin, Almanlar da zor okumuş zaten. Logonun yanında yer alan; “Tüm Renkleriyle Türkiye’ye” yerine “Tüm Karışıklığıyla Türkiye” ifadesi belki daha anlamlı olurdu, neyse, hayırlısı.

Almanya’da yaşayan gurbetçilerimizin hafta sonu fuara akın ettiklerini memnuniyetle belirtmek isterim. Birçoğu fuar vesilesiyle eksik kitaplarını temin etmiş oldular. Çocuk kitaplarının yoğun ilgi gördüğünü gözlemledim. (Allah çocuk hikayelerimi Altınçocuk’tan eksik etmesin)

Yazarlar, yayıncılar, fikir adamları, sanatçılar fuara yoğun ilgi gösterdi her sene olduğu gibi. Birçok panel ve konuşma gerçekleşti. Tabii bunlara rağbet pek oldu diyemem. Birçok oturumda kendileri söyleyip kendileri dinlediler.

İnsana kıymet veren değerli abimiz Asım Gültekin bir yandan oturum yönetti diğer yandan da CafCaf abonesi aradı. (Bu arada hala CafCaf’a abone olmadıysanız çok büyük bir gaflet içinde olduğunuzu söyleyebilirim. www.cafcafdergisi.net)

İkinci Almanya ziyaretimde bizi yalnız bırakmayan, Süleyman Yaşar abinin şahsında, Sinan abiye, Veysel abiye, Barış abiye, Altan abiye, Adem ve Mahmut Dereli abilere şükranlarımı sunarım. Gurbet ellerde vatan sıcaklığı yaşattılar, sağ olsunlar.

Son olarak da, on iki yaşında olmasına rağmen başörtüsü ile Almanya’daki okuluna giden Sümeyye Sarp’a selam olsun. (Yazıyı aile bültenime çevirmeden bitireyim en iyisi. Selam ile.


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.