Bir Masal Diyarı: İran
Kum`dan ayrılırken duyduğum hayal kırıklığı kaşan`ın muhteşem Kâşanelerinde kaybolup gitti. Sahra özelliğine sahip şehre çamur ve kilden oluşan çöl mimarisi hakim. Altından sular akan tahta sedirlerle döşenmiş çay bahçelerinde halk istirahat ederken; nargile fokurdar, tavlada zarlar döner ve en ufak güneş ışığında gözler kapanır.
Acem diyarından İran`ın Pers yüzünü görmeye güneye iniyoruz. Uçak kaçırmam demeyin. Unutmayın ki bu ülkede mesafeler km ile değil zamanla ölçülür. Biz de kendimizi tehlikeye atmadan, kara yolunda sabahın ilk ışıklarıyla buluştuk. Kararlaştırdığımız güzergâhta sadece Müslümanların ziyaret edebildiği Kum şehrine doğru yola çıktık.
Haşhaşinlerin başı Hasan Sabbah`ın ülkesi Kum; Şia mezhebinin kutsal yeri. On iki İmamdan, İmam Musa`nın kardeşi Hz. Masume`nin kabrinin sahibi. Şehre kendi aracınızla girmek yasak. Belediye taşıtlarıyla geldiğimiz camide tek parça büyük kumaş parçası anlamına gelen çadorlarımızı kiraladık. Camiye girdiğimde ağıt, gözyaşı ve kalabalığına çarptım sanki. Oysa geçmişe ağıt ve kabir kültü İran`a İslam öncesi tarihin hediyesi değil miydi? Tüm kutsal yerleri mesken edinen dilenciler, kuşlara fal çektirenler ve hediyelik eşya satıcıları çıkışta soluk almamızı engellercesine etrafımızı sardı. Dünyanın üçüncü büyük el yazması kütüphanesi Necefi`yi ziyaret edemesem de Kum`dan ayrılırken duyduğum hayal kırıklığı Kaşan`ın muhteşem kâşanelerinde kaybolup gitti. Sahra özelliğine sahip şehre çamur ve kilden oluşan çöl mimarisi hakim. Altından sular akan tahta sedirlerle döşenmiş çay bahçelerinde halk istirahat ederken; nargile fokurdar tavlada zarlar döner ve en ufak güneş ışığında gözler kapanır.
Kerpiç duvarlarla çevrili dar sokaklar ipek yolunun ihtişamını saklar. Her kapı ayrı bir sırrın üzerine kilitlenmiş. Kimi hüzün kimi aşk hikâyeleriyle dolu kâşaneler. En zenginin evinden fakirin evini ayırmaya imkân yok. Zamanımızın tam tersi, şimdi evlerin dışına yaptığımız abartılı süslemeler yetmezmiş gibi en pahalı arabalarla gezerek ne kadar zengin ve gösterişli olduğumuzu haykırıyoruz.
Evlerin kapılarında iki kulp var. Biri düz, vurulduğunda sert ve tok ses çıkarırken diğeri kıvrımlı ve süslü ancak tıkırtılar çıkarabilen kulplar. Hangi kulpun bayanlara ait olduğunu anlamak için uzman olmaya gerek yok. Kapı aralanıp dar ince bir koridordan geçerek avluya çıkılıyor. Her adımda çoğalan ihtişam, incecik oymalar ve bizi karşılayan turkuvaz havuz. Nar ağaçlarının gölgesi suya yansırken toprak renkli duvarlar oymalarla bezenmiş. Çini balkon parmaklıkları binaya havuzun rengini taşırken tüm bu uyuma evin içindeki onlarca renk ve ayna kullanılarak yapılmış süslemeler eşlik eder.
Ev gözüme hitap ederken hikâyesi kalbime dokunuyor. Yüzyıllar önce bu evin tıpatıp aynısı karşı sokakta ev sahiplerini ağırlarken üstünde bulunduğumuz toprak çölün bir parçasıymış. Evin güzeller güzeli kızına âşık olan gence zorluk çıkaran baba “Kızım gördüğü günü aramasın, bu evin tıpa tıp aynısını yaparsan kızımı sana veririm” demiş. Aşk binayı yaptırmış. Hırsın binası yıkılmış toprak olmuş. Aşkın ki ise tüm renkleriyle hala misafirlerini ağırlıyormuş.
Masal dünyasından ayrılıp yola devam ettik. Karşımıza Pers cennetini temsil eden Fin bahçeleri çıktı desek inanmayın. Aradık ve bulduk. Adını Fin köyünden alan bahçe 1200 yıl önceye dayanan hikâyesiyle görkemli ve tarihi bir yapı. 24 bin metre karelik bahçede yüzlerce yıldan beri akan çeşmenin suyu Siyalk tepelerinden, Süleymaniye pınarından geliyor. Safaviler zamanında yapılan bahçe Şahlık sarayı olarak da kullanılmış. Bugün 400 yıllık ağaçların gölgelediği bahçede ünlü bir saray hamamı yer alıyor. Gezinize bir an ara verin. Tüm bahçeyi dolanarak serinlik sağlayan su yolları kenarında çimlere uzanıp rengârenk İran gelinciklerinin görsel şöleninde, ulu ağaçların gölgesinde kaybolun.
Bayramlar İran sosyal yaşantısında önemli yer tutmakta. Kurban bayramı Haccı temsil eder. Ramazan bayramında ise Seyyidler yeşil renk elbiseler giyip aynı renkle başlarını örterler. Pek çok ziyaretçileri olur. Zerdüşt döneminden beri kutlanan Nevruz`da tabaklar ters çevrilip tahta kaşıklarla vurulup gümbürtü çıkarılır veya ateşler yakılıp üzerinden atlanır. Bir nisan akşamı sofralar balık ve pirinçle bezenip bayrama veda edilir.
Hande Berra'ın Yazısı.