"Çocuk ve Allah"ın Şairi Dağlarca Öldü
Fazıl Hüsnü Dağlarca öldü. Allah rahmet eylesin…
1914 doğumluydu. 94 yaşında yani. Böbrek kalp ve solunum yetmezliğinden hayata gözlerini yumdu.
94 yıla 138 kitap sığdırdı Fazıl Hüsnü Dağlarca! 138 kitabı olmasına rağmen herkes tarafından en çok “Çocuk ve Allah”(1940) kitabıyla biliniyordu. Bu durum, aklıma -sanırım İsmet Özel’e ait olan- bir sözü getiriyor: İnsan hayatı boyunca tek bir şeyi yapabilir. Farklı farklı işlerle iştigal etse de birini kendine özgü kılabilir. Bu cümleyi klişeleştirmeden, F. H. Dağlarca’nın bu dünyada söylediği en etkili söz “Çocuk ve Allah”tır diyebiliriz. Çok şiir yazdı Dağlarca. Binlerce şiir. 138 kitap, 50’den fazlası yabancı dile çevrildi. Lise yıllarından 2008 yılına kadar. 20’den fazla çocuk kitabı. Üç Şehitler, 19 Mayıs, İstanbul, Çanakkale destanları da yazdı, Cezayir Türküsü, Özgürlük Alanı, Vietnam Savaşımız, Nötron Bombası ve Dildeki Bilgisayar diye de kitap yazdı. Yani şiir kitabı. Birçok konuda şiir yazdı. Ama şiirleri lirik bir duyarlılıkta yoğunlaştı. Şiirini başka etkilere fazla açmamış, lirik bir şairdir. O kadar eser, emek, çaba onu Türk edebiyatında bir “çınar” adıyla kökleştirdi. Şiirimizin koca çınarı Fazıl Hüsnü Dağlarca, dendi. “Ben yarısı şiir olan bir yaratığım” diyordu.
Dağlarca’nın şiirle kurduğu ilk irtibata dair şu cümleler dikkate değer. Ve onun nasıl bir şiir algısı olduğunu gösteriyor:
“Annemin ilahileriyle büyüdüm. Gene annemin ev içindeki namazları, üzerimde etkili olmuştur. Annem namaza durunca biz kendiliğimizden oyunlarımızı durdururduk. Kitap okurken, kitap okumayı durdururduk. Bir ezan sesi dinler gibi içimizde bir namaz sesi dinlerdik. Gövde kımıldamaları ile oluşan bir namaz sesi Annemin yüzü namaz süresince değişirdi sanki. Bizden uzak olurdu. Bu uzaklık bana bütün kardeşlerimden daha çok dokunurdu. Belki de şiirimin oluşum sesleriydi bu. Evimizde şiire en yakın kişi hep annem olmuştur. Hasta kardeşimi kucağında küçük sallantılarla uyutmaya çalışan annem, bana kitaplar dolusu duyarlıkları bir iki saniye içinde duyurabilirdi. Gençlere şunu öğütlerim: Şiir yazmak istemiyorsanız, annenizi izlemeyiniz! Yemek yaparken, size dokunurken, babanızla konuşurken O, bin bir anne olur.”
Sizde şiirin karşılığı nedir, sorusuna ise şu cevabı veriyordu:
“Bende şiir, Tanrı fikrinin, Tanrı inancının hemen önüdür. Şiire inanılmasa Tanrı’ya ulaşmak olanaksızdır. Bu düşüncenin ayakları, şiirin ayaklarıdır. İman, şiir yapısının Tanrı fikrine ulaştığı yerdir.” (kitapzamanı, sayı 13)
Bu cümleler F. H. Dağlarca’nın, şiiri, güncel, günden yahut akıp giden giden sonlanan şeylerin dışında bir yerden anladığını, ruh ve sezgisiyle, şiir ve şiirin ötesine çok inandığını gösteriyor. Bu değerli bir bakış elbette. Şiirlerinde de hayat bulan çocuksu, ruhsal, sezgisel bir bakış. Fizikten fizikötesine, kalıcı olana yönelim. Çocuk ve Allah gibi örneğin...
F. H. Dağlarca çok şiir yazdı, dedik. Çok emek sarfetti, Türk Edebiyatı ve toplumumuz için de harcanan bir emek bu. Her insan kendi çabası, emeği, işiyle kendi özelliğini, değerini kazanıyor. Yadsınamaz bir çabadır Dağlarca’nınki. Onlarca kitabı içinde birbirini tekrar eden, çoğaltan zayıf ürünleri bulunsa da bize “kattığı” şeyler itibariyle dikkate alınması gereken biri. Kimileri, F. H. Dağlarca kötü bir şairdi, diyor; kimileri de, yaşayan en büyük şairdi, diyor. İki yargıya da katılmıyoruz biz. Kendine has olan ve öne çıkan duyarlığıyla değerli bir şairdi. Şu mısralarla hatırlayarak uğurlayalım biz onu:
“Çocuklar korkunç Allah’ım/ Elleri, yüzleri, saçları/ Uyurlar bütün gece/ Yok sana ihtiyaçları./ Çocuklar korkunç Allah’ım/ Bebek yaparlar haçları/ Aşina değiller hatıramıza/ Severken aynı ağaçları.”
Ali Düz'ın Yazısı.