Hamit Kardaş

Türkiye’de son dönemin en önemli mütefekkirlerinden gazeteci ve yazar Akif Emre, 23 Mayıs 2017 Salı günü birlikte çalıştığımız ofise geldikten yaklaşık 15 dakika sonra geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. Emre’nin arkasından her kesimden insan güzel şeyler yazdı ve çok değerli bir düşünce adamı olduğunu belirtti. Hakkında yazılanların ana teması vicdan sahibi olması ve istikamet üzere bulunmasıydı.

Akif Emre’yi genç denebilecek bir yaşta kaybettik. Ancak O, 60 yıllık ömrüne çok değerli çalışmalar sığdırdı. Çok sayıda kitap ve binlerce köşe yazısı yazdı. Yeni Devir, Yeni Şafak ve Kanal 7 olmak üzere birçok medya kuruluşunda çeşitli kademelerde çalıştı. İnternet medyasının yaygınlaşması ile de bu alanda çalışmalar yaptı. Dünya Bülteni’nde yaklaşık dokuz yıl Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Mayıs ayı başında ise www.haberiyat.com sitesini hayata geçirdi.

Yeni bir medya dili oluşturmak için büyük bir çaba harcadı. Olaylara Batı penceresinden değil, bizim zaviyeden, yerli bir gözle bakan bir dil… Evet, yeni bir medya dili oluşturmanın gayretindeydi. Hem Dünya Bülteni’nde hem de Haberiyat’ta cazip olan günceli yakalamak yerine düşünce dünyamızı anlamlandıracak gündemi, yani hakikati takip etmeyi, kıyıda köşede kalmış ancak hakikati temsil eden gündemi kamuoyuna duyurmanın peşindeydi. Bu çerçevede çok kişiye ‘ustalık’ yaptı. Bugün birçok medya kuruluşunda güzel işlere imza atan veya akademide ders veren talebeleri mevcut…

Akif Emre makine mühendisliğinden mezun olmasına rağmen yayıncılık ve gazetecilikte karar kılmıştı. Okumaya ve yazmaya olan tutkusu çocukluğunda başlamıştı. Kayseri’de Erciyes’in eteklerinde doğup büyüyen Emre, çocuk yaşlarda bir defterinin arkasındaki dünya haritasına bir rota çizdiğini ve buraları gezmek istediğini anlatmıştı. Elbette bu hayalini gerçekleştirdi. Gazeteci olarak önce Afgan cihadını takip etti. Afganistan’da mücahidlerin liderleri ile görüştü ve onlarla çok sayıda röportaj yaptı. Çok genç yaşlarda Afganistan cihadını Türkiye kamuoyuna doğru duyurmak için gayret sarf etti. Yeni Şafak’ta son yazdığı yazıların birinde de bir Gülbeddin Hikmetyar portresi çizmişti. Emre bu yazısında geçtiğimiz günlerde Kabil’de resmi törenle karşılanan Hikmetyar ile 2012’de bir suikast sonucu katledilen Burhaneddin Rabbani’yi mukayese ediyordu. Emre, iki Afgan lider ile de tanışmış ve onlarla röportaj yapmıştı.

Emre’nin medyadaki en büyük çabası, Müslüman coğrafyaların sesini Türkiye kamuoyuna ve Türkiye Müslümanlarınınkini de dünyaya doğru bir şekilde duyurmaktı. Bunun için Dünya Bülteni’nde Türkçe, Arapça ve İngilizce yayınlar yapıyordu. Emre için habercilik sadece savaş ve katliamların duyurulması değildi. Bunun için dünyadaki diğer Müslümanların sevinçlerini, hüzünlerini, gelenek ve göreneklerini, kültürlerini de Türkiye’deki Müslümanlara tanıtarak bir iletişim kurma gayreti içerisindeydi. Vietnam’da inşa edilen büyük bir cami veya Latin Amerika’da Müslümanlara mezar yeri olarak tahsis edilen bir arazi onu heyecanlandırır ve onun için büyük bir haber değeri taşırdı.

Akif Emre’nin habercilik anlayışında Filistin, Keşmir, Myanmar, Doğu Türkistan, Balkanlar ve Endülüs büyük önem taşırdı. Buradaki Müslümanlarla irtibatı vardı ve bu coğrafyalarla ilgili haberlere ayrı bir önem verirdi. Doğu Türkistan ve Keşmir’le ilgili en güncel haberler onun yönettiği sitelerden takip edilebiliyordu. Son yazdığı yazıların birinde yine Keşmir’i hatırlatmış ve “Filistin diye bir meselemizin unutulmaya başlandığı bir ortamda Keşmir’i hatırlamaya niyeti var mı İslam dünyasının?” diye sormuştu.

Balkanlar’ın da onun dünyasında ayrı bir yeri vardı. Burada sık sık konferanslar verirdi. Göstergeler isimli kitabı Arnavutça’ya da çevrilmişti. Sırpların Bosna Hersek’te katliam yaptığı yıllarda burası ile özel olarak ilgilenmişti. Boşnakların efsanevi lideri Aliya İzzetbegoviç ile Türkiye’den televizyon röportajı yapan tek isimdi.

Ve elbette Endülüs… Bu coğrafyanın ismi bile onu heyecanlandırmaya yetiyordu. Yazılarında sık sık bu konuya değinen Akif Emre, ayrıca “Elveda Endülüs; Moriskolar” isimli beş bölümlük bir belgesel hazırlamıştı.

Muhalif Duruşu

Bütün bunların yanında Akif Emre, muhalif duruşu ve resmi ideoloji karşıtlığı ile de öne çıkıyordu. Ancak muhalifliği hiçbir zaman yıkıcı olmadı. Yazılarında eleştirirken şahısları hedef almaktan özellikle kaçınır, isim vermemeye özen gösterirdi. Kimseyi küstürmez, kimseye sövmezdi. Yazılarının temel gayesi doğruyu göstermekti. Kesinlikle umutsuzluğa yer vermezdi. Hep bir umut beslerdi. Zaten son yazılarından birinin başlığı da “Çürüme de umut da hep var olacak” şeklindeydi. Ancak son zamanlarda muhalif seslere yönelik gelişen tahammülsüzlükten de şikayetçiydi. Bir yazısında bunu şu satırlarla dile getirmişti:

“Modern siyaset düşüncesinde siyasal muhalefeti kültürümüze yabancı bulanlar kendi kültürlerinin gereklerine ne kadar tahammül edebiliyor? Toplumsal çürüme, yozlaşma karşısında ses çıkarmayı modern anlamda anarşizmle itham etmeyi işlevsel bulanlar karşısında ıslah ediciler, emr-i bil maruf yapanlar baş tacı mı ediliyor? Siyasal muhalefeti yıkıcılık, değerlere karşı tahripkârlıkla suçlayanlar kötülükten nehyetme niyetinde olanlara hangi gözle bakıyor?”

Akif Emre onurlu ve dik duruşlu bir düşünceye sahipti. Konuşmalarında ve yazılarında sık sık hamaseti eleştirir ve nostaljiye değil, tarih bilincine sahip olunması gerektiğini ifade ederdi. Tarihin sadece zaferlerden ibaret olmadığını, bir bütün olarak ele alınması gerektiğini, tarih bilincine oluşmaması halinde Yahya Kemal’in ifadesiyle ‘bozgunda fetih düşü’ görüleceğini söylerdi.

Akif Emre ve Kitaplar

Akif Emre kitapları çok seven ve her fırsatta okuyan bir insandı. Bir dönem yayıncılıkla da iştigal etmişti. İnsan, Yöneliş, Küre ve Klasik gibi yayınevlerinde çeşitli kademelerde görev almıştı.

Beraber çalıştığı kişilere de sürekli okumalarını tavsiye ederdi. Bu çerçevede onunla yaptığımız sohbetlerin konusu da önemli ölçüde kitaplardı. Beni hatırat ve seyahatname okumaya yönelten de oydu. Hatırat kitaplarının insana yeni ufuklar açacağını belirtirdi. Genç Dergisi bünyesinde yaptığımız Hatırat Okumaları ile ilgili de sık sık bilgi alırdı. Kendisi de bazen kitap tavsiyesinde bulunur, bazen kütüphanesinden kitap verip okumamı isterdi.

Bir Cuma günü namaz kılmak için Beşiktaş’a Hamidiye Camii’ne inmiştik beraber. O günlerde Anna Grosser Rilke’nin “İstanbul’da Bir Hoş Sada” kitabını okumaktaydım. Yolda kitaptan ve özellikle Rilke’nin Sultan Abdulhamid’le ilgili hatıralarından bahsetmiştik. Bu sohbetimiz üzerine “İki saray, iki tarz-ı siyaset” başlıklı bir yazı yazmıştı.

Masasının üstü sürekli kitap doluydu. Yazılarının tamamı yoğun bir okuma sürecinin sonunda vücut bulurdu. Masasının üstündeki kitaplar sürekli değişirdi ancak birkaç kitap sürekli kalırdı. Bunlardan birisi de Le Corbusier’in Şark Seyahati’ydi.

Evinde 20 bin ciltlik bir kütüphanesi vardı. Dünya Bülteni’ndeki ofisindeki kitaplarının sayısı da 5 binin üzerindeydi. Haberiyat’ı kurduğumuz günlerde sık sık kütüphanesini en kısa zamanda ofise taşıyacağını söylerdi.

Nostalji Değil Tarih Bilinci

Akif Emre onurlu ve dik duruşlu bir düşünceye sahipti. Konuşmalarında ve yazılarında sık sık hamaseti eleştirir ve nostaljiye değil, tarih bilincine sahip olunması gerektiğini ifade ederdi. Tarihin sadece zaferlerden ibaret olmadığını, bir bütün olarak ele alınması gerektiğini, tarih bilincine oluşmaması halinde Yahya Kemal’in ifadesiyle ‘bozgunda fetih düşü’ görüleceğini söylerdi.

Kısacası Akif Emre yazı yazan, fotoğraf çeken, çizimle uğraşan, gazetecilik yapan, seyahat eden, belgesel hazırlayan, öğrenci yetiştiren ve sohbetler yapan çok yönlü bir kişilikti. Altı yıl boyunca kendisine talebelik ettim, bu süre zarfında kendisinden çok şey öğrendim, düşünce dünyamın şekillenmesinde büyük katkıları oldu.

Rabbimden Akif Hocam’a makamların en iyisini vermesini diliyorum. Mekanı cennet, kabri nur olsun. Ruhuna bir Fatiha okumanızı istirham ederim. 


GENÇ'ın Yazısı.