Gözlerimizin, sözlerimizin, gönüllerimizin, kalplerimizin, analarımız, babalarımız, kardeş, eş, dost akrabalarımızın hakkı için, bu meretleri bir kenara bırakıp, insani ilişkilerimize zevalin gelmeyeceği, o iman ve medeniyet bakiyesi hayatımızı muhafaza etmemiz şart yahu, şart.

Allah var, keyfiyet üzere değil, günlük takip ettiğim işlerim için elimdeydi telefonum. Dalmışım.

7 yaşındaki hanım kızımın üst üste ve sesini yükselterek tekrarladığı anons (!) ile irkildim:

“-Dünya’dan babama!.. Dünya’dan babama!..”

“-Aaahaa!..” dedim içimden... “-Yakalandık...”

O an yazmakta olduğum cevap/metin her neyse, ondaki yarım kalan cümlemi tamamlamak için:

“-Bir dakika kızım, bitmek üzere...” dedim ve derhâl, benim için itina ile hazırlanmış fırçayı âfiyetle yedim:

“-Ne bir dakikası baba?! Ben burada dakikalardır sana seslenip duruyor, başını bekliyorum. Artık yanımdayken şu telefonunu bir yere saklayacağım haa!..”

Billâhi işti o. O an klavyeye azami dikkatle vukû bulan dokunuşlarım, acil cevap bekleyen meslekî bir mesele ile ilgiliydi. Şu vakit alâkamı üzerine hasretmem gereken bir yavrucağa beni mahcup edecek bir cürüm değildi yaptığım. Ama haklı olan oydu.

Hoş, bizim gibilerin, 7/24 yanında taşıdığı mesaisi bu âlet. Gelen ve yaptığınız aramalar, mesajlaşmalar, mailler, Whats App yazışmaları, gruplar, telefon numaranızı bilmediği için sizi sosyal medyadan bulup özelden mesaj yoluyla merâmını dile getirenler vesaire...

Ne yaptık, ne ettik, bu hengâmenin içine düştük arkadaş... Kurtuluşu da pek bir zor görünüyor. Neresinden ne kadar kurtulunması gerektiği de ayrı bir konu. Kontrol altına alınması elzem ciddi dağılmışlıklarımız var.

Geçtiğimiz günlerde, birkaç günlüğüne Kamerun’dan Türkiye’ye geliş-gidişimiz oldu. Gözlemlediğim kadarıyla, bu dert sâdece bize, bizim ülkemizin insanına mahsus da değil. Herkesin cebine, çantasına sığacak kadar câzip ebattaki ekranlar, özellikle gençleri hipnotize etmiş durumda. Havaalanındaki kontrol noktasından geçerken bile telefonunun kendisinden uzak kalmasına tahammül edemeyecek kadar ekran delisi on milyonlar, yüz milyonlar var dünyada...

İstanbul’da, kısa zamanda 4-5 defa metroya binmem icap etti. Aman ya Rabbi! Herkes “birlikte, ama yalnız.” Kimsenin kimseden haberi yok. Evet, bu, bugünün işi değil, artık maalesef yıllardır böyle ama gitgide sürüklenilen bir “felâket” artık kapıda gibi geliyor bana.

Kulaklığı takmış genç beyefendi ya da genç hanımefendi, dayamış yanağını cama, otobüse, metroya yaşlı mı binmiş, hâmile mi, hasta mı, umurunda değil.

Bir delikanlı, metroda, hem de ayakta, çantasından Ahmet Kabaklı’nın “Temellerin Duruşması” kitabını çıkarıp kaldığı yerden okumaya başladı, ansızın şeyhini karşısında bulan derviş gibi ellerine kapanasım geldi vallahi ya...

Yok arkadaş yok. Şairin dediğinden hareketle:

“Mübtelâyız bir ümitsiz gizli derdin zehrine,

Bu sebepten her geçen gün, düşüyor dermânımız bizim.”

Artık, örneğin kullanıcılarına sigarayı bıraktırmaya dâir efor sarf etmekten çok daha önemli olarak, varsa sıkıntı, ki kuvvetli ihtimal var olabilir, önce kendimizden başlayıp, bu işi bir disiplin altına sokmak ve insanlara:

“Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak!” diye haykırmak lâzım.

Yoksa hâlimiz harap. Aile dediğimiz kavram, babasıyla, annesiyle, evlatlarıyla, kalpleri dışarıda, bedenleri içeride, birlikte olduğunu, yaşadığını zanneden insanlardan oluşuyor artık.

Var olan, gerçek dünyada, rûhumuz ve bedenimizle, “bir arada” bulunmak gibi bir mecbûriyetimiz var. Nasıl yaşarsak, öyle öleceksek, sanal ve âlemin bize hem rûhen hem de bedenen alâka göstermeyeceği bir son bizi bekliyor olabilir.

Her geçen gün, biraz daha fazlaca, Genç Dergi’mizin, 2013’ün Kasım’ında çıkan 86’ncı sayısının kapağındaki “Ekranı Karart, Yüzün Işısın” yazısının çok ama çok isabetli ve değerli bir anlam taşıyor olduğunu düşünüyorum.

Gözlerimizin, sözlerimizin, gönüllerimizin, kalplerimizin, analarımız, babalarımız, kardeş, eş, dost akrabalarımızın hakkı için, bu meretleri bir kenara bırakıp, insani ilişkilerimize zevalin gelmeyeceği, o iman ve medeniyet bakiyesi hayatımızı muhafaza etmemiz şart yahu, şart.


Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.