Kural, ihlas. Kural, Allah sana ne verdiyse ondan vermek. Verirken gönülden vermek, Allah için vermek, elindekinden vermek, yüzüne bakılacak bir şey vermek. Yani ki vermek bizimle alakalı. Gönlümüzle alakalı. “İhtiyaç sahibi” ile alakalı değil…

İslam ahlakında, insanın onurunu korumak çok önemli görülüyor. Peygamberimizin (s.a.v.) hayatından, uyarılarından bunu her daim görebiliyoruz. Bir günahkar arkasından kötü konuşan ashabını “kardeşinize karşı şeytana yardımcı olmayın” diyerek uyarabiliyor. Öyle ya, kimin ne hal üzere öleceği belli değil.

İnsanın haysiyeti incinmesin diye, yapılan yardımların -bir zamanlar bu topraklarda- en kibar halini gördüğümüz günleri geride bıraktık, Ramazan ayını... Birer nostalji güzellemesi olarak zimem defterleri gündemimize geldi. Kimin olduğunu bilmediği borçları ödeyen yüce gönüllü insanları andık. Alan da mahfuz, veren de. Ya da sadaka taşları... Ne verene ücup, ne alana mahcubiyet olan sistem… Ramazanda gelenin kim olduğuna bakılmaksızın açılan kapılar ve dahi onlara teşekkür olarak sunulan diş kirası adetleri… Hepsi, İslam ahlakının o gün vücut bulmuş, insanın onurunu, gönlünü koruyan uygulamalardı.

Ramazan münasebetiyle, çocuklara Ramazan’ı ve orucu anlatan kitaplar üzerine bir çalışma yaptık. Bu alanda ulaşabildiğimiz çocuk yayınlarını okuduk. Bu yazının çıkış sebebi ve yukarıdaki satırlar, o kitaplar vesilesiyle… Kitaplarda Ramazan ahlakının önemli bir bölümünü, ihtiyaç sahiplerine bir şeyler vermek oluşturuyor. Ne güzel, çocuklarımız şimdiden vermeye alışsınlar değil mi?

O kitabı bir de, bayramda kendisine ayakkabı, kıyafet hediye edilen, ailesine kumanya kolisi bırakılan çocukların okuduğunu düşünün. Ki okuyacaklardır da. Onlar açısından da cömertliğe teşvik olur mu bu?

Öncelikle ihtiyaç sahibi tanımlamasına baksak birlikte… Nedir insanın ihtiyaçları? Saysak sonu gelir. Fakat istekleri? Say say bitmez. Öyle olunca ve görünene bakınca, tek ayakkabısı olan çocuk daha az ihtiyaç sahibi görünüyor. Çünkü orada tevekkül, rızayı görüyorsunuz, diğer tarafta istekleri… Hayati bir ihtiyaçmış gibi sıralanan istekleri. Bu ayakkabının tokası yok, artık tokalı olan moda… Bu ayakkabı çantama uymuyor, yenisi lazım… Bu ayakkabı geçen sezondan kaldı…

Bir de işin, ‘yardım edilen’ insanları ihtiyaç sahibi, zavallı, fakir… diye başlayıp maalesef devamı gelebilecek şekilde kategoriye ayırma, bizden öteye itme durumu var ki, Müslümanı inceden inceye kibre sürükleyen bu taraf da az tehlikeli değil.

İhtiyaç sahibine vermekle kendimizi ondan üstün tutan bir söyleyişi sahiplenmiş oluyoruz. Bir süre sonra benim ihtiyacım yok, al sen kullanırsın diye çok çirkin bir duruma dönüşebiliyor ki bu, sezonu geçtiği için eşarbını, gömleğini, çantasını bir başkasına verebiliyoruz. Ayrıca bunu yaparken bütün incelikleri kırdığımız gibi, karşımızdaki insan verdiklerimizi beğenmek zorundaymış gibi algılıyoruz.

Bir kere hepimiz ihtiyaç sahibiyiz onu kabul edelim. Hepimizin Allah’a ihtiyacı var. Nefsimizin elinde rezil rüsva olmamak için Allah’ın koyduğu kurallara göre yaşamaya ihtiyacımız var. Birbirimize ihtiyacımız var. Vermeye ihtiyacımız var. Belki buradan tutmalı ipin ucunu. Müslümana yakışan, Allah kendisine bol bol verdiği için, onun da etrafına karşı cömert olmasıdır. Ta ilk zamanlardan beri vermeyi az-çok işi zanneden insanlar olmuş. Kazandığı hurmanın yarısını getirene, bu ne kadar da az diyen münafıklar çıkmış. Halbuki kural basit, yarım hurma ile de olsa cehennem azabından korunmak. Kural, ihlas. Kural, Allah sana ne verdiyse ondan vermek. Verirken gönülden vermek, Allah için vermek, elindekinden vermek, yüzüne bakılacak bir şey vermek. Yani ki vermek bizimle alakalı. Gönlümüzle alakalı. “İhtiyaç sahibi” ile alakalı değil…

Geçenlerde bir müddet Anadolu’nun bir köyünde vakit geçirebilme imkanım oldu. Yaşlı bir teyzeyi, bahçesinde ziyaret ettim. Teyze selamımı alır almaz, kimlerden olduğumu sordu. Üçüncü cümlesi ikram içindi. Bahçesinde yetiştirdiği ürünlerden hangisini istersem orada koparıp vermeye hazır. Bu teyze beli bükük, yaşı yaşımı katlar bir teyze. Şimdi manava muhtaç ben mi ihtiyaç sahibiyim, toprağa ektiğini, emeği ve tevekkülü ile yetiştiren, Allah’a güvenen o ihtiyar mı ihtiyaç sahibi?


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.