Kimsesiz Bir Vatan: Doğu Türkistan
Gökhan Gökçek
“Orda erdem gözükür, başkası çıkmaz alana. / Kapanıktır kapılar her kovu, her bir yalana.” N. Atsız
Cihan hakimiyeti ülkümüzün kilometre taşları olan ‘16 Büyük Türk Devleti’ni yazmaya, anlatmaya devam ediyoruz. Önceki sayımızda Hazarları anlatmaya çalışmıştık. Daha doğrusu hep yaptığımız gibi bize bırakılan mirasları, Hazarların mirası Kırım’ı konuşmuştuk. Hatırlatmakta fayda var. Çünkü alim buyurmuş: Zikir, fikri titretir. Bu yazımızda ise Uygur Devleti’ni ve bakiyesi Uygurları konuşacağız. Haydi, başlayalım.
Uygurların anavatanı Orhun, Selenga nehirleri ile Aral Gölü’nün arası kabul edilir. Türk sosyo-kültürel hayatı içerisinde yer alan müstakil bir boydur. Oğuzlarla derin bir akrabalık bağları vardır. Hatta bir görüşe göre kaynaklarda “On-Uygur” olarak anılmalarının sebebi 9 Oğuz 1 Uygur boyundan müteşekkil olmalarından ötürüdür. Bu bağ o kadar kuvvetlidir ki Oğuz Kağan Destanı’nın bir de Uygurca varyasyonu mevcuttur. Tarih sahnesindeki ilk izlerine Büyük Hun Devleti içerisinde rastlanır. Devlet silsilemizin başı yıkıldıktan sonra bir süre müstakil şekilde hareket ederler. Kapgan Kağan’ın Turan’ı ihya etmesi ile beraber onlar da Göktürk hakimiyetine girerler. Kendilerinin de Aşina soyuna dayandığını kabul ederler. Buradan mülhem olsa gerek hanlık davasını daima güderler… O kadar ki Göktürk Devleti’ndeki ilk ciddi krizde fırsatı değerlendirirler. 740 yılında Karluklar ile müttefiken hükümdarı öldürüp Uygur Kağanlığı’nı inşâ ederler… Uygur Kağanlığı devlet geleneğimiz arasında yerleşik hayata en hızlı ve en erken geçen siyasi teşekkülümüz olması bakımından büyük bir önemi haizdir. Mimari eserler, Uygur alfabesinin icadı, ilk bankacılık faaliyetlerini gerçekleştirmek gibi çeşitli meziyetlerden ötürü tarihimizde müstesna bir yere sahiptirler. İlk hükümdarları “Kutluk Bilge Kül Kağan”dır. Başkentleri Kara-Balgasun’dur. Ardından gelen kağan ile beraber devlet büyük bir güç elde eder. Hatta o kadar ki 762 yılında Çinliler, Uygurlar’dan asilere karşı yardım isterler. Çin payitahtını asilerden temizleyen Bögü Kağan burada uzun müddet kalır. Bunun sonucunda da Maniheizm’in etkisine girer. Ülkesine dönünce bu dini yaymaya çalışır. Bu din et yemeyi, akınlar yapmayı yasaklıyordu. Mezkur yasaklar ise Türklerin tabiatına aykırı idi çünkü Türkler daima et ile beslenir, akınlar ile ekonomilerini istikrarlı kılardı. Nihayetinde aşırı olan dini serbestiyetten fırsat bulan Maniheizm ve Budizm ile beraber Hristiyanlık da ülkede yayıldı. İslamiyet de bölgede yayılma fırsatı bulmuştu. Doğu Türkistan bölgesi de bu çeşitliliğin olduğu ancak uzun vadede İslam’ın baskın hale geldiği bir bölge olacaktı. Hatt-i zatında meselemiz Doğu Türkistan’dır. Uygurların siyasi tarihini yazımızı bitirmeden elbette nihayete erdireceğiz ancak gelin, Uygurların mirasına, Doğu Türkistan’a bir gidelim…
Kuzeyi Altay Dağları ile çevriliyken güneyinde Karakum Çölü ve Pamir Dağları vardır. Sonuna eklenen “istan” eki Farsça’dan mülhem olup “… yaşadığı yer” anlamına gelir. Altay Dağları ki aziz milletimizin ilk nüvelerinin tarih sahnesinde görüldüğü yer olması bakımından Uygurların Türk varlığını temsilen orada en aşağı 5000 yıldır bulunduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Yine destanlarımıza ve hayallerimize konu olan Tanrı Dağları da bölgenin ortasından uzanır. Göğe doğru muazzam bir şekilde tırmanan dağların, heybetlerinden ötürü bu ismi aldıkları kabul edilir. Yine tarihi Doğu Türkistan bölgesinde kalan Kaşgar, Urumçi, Turfan gibi şehirler bizim medeniyetimize ait kadim ve kimlikli şehirlerdir. Turfan şehri MÖ 500’lerde atalarımızın su kanalları açarak çöl ortasında inşa ettiği bir şehirdir. Gelen su ile beraber bir vaha şehri haline gelir. Oradan yetişen meyve, sebze değerlidir. Bugün Anadolu’da en güzel meyve ve sebzeler için “Turfan’da meyve ve sebze” ya da “Turfan’dan gelen meyve ve sebze” diye cümleler kullanılır. Bu iki söz meyve ve sebzenin çok değerli olduğunun işaretidir. Turfan gibi nice kıymetli hatıra sebebini bilmediğimiz ama “bize ait” olduğu için bugün Türkiye’de yaşıyor. Ancak Doğu Türkistan yaklaşık 250 yıldır zor günler yaşıyor. Altay Dağları’nın üzerinden sis dağılmıyor, engin Tanrı Dağları Doğu Türkistan’a bakıp boyun büküyor. Çağlayan Aral Gölü kederinden kurumaya meylediyor. Çünkü Doğu Türkistan bugün işgal altında. Sadece işgal de değil bir zulüm altında.
Doğu Türkistan’ın Çinlilerce ilk işgali 751 yılına karşılık gelir. 751 yılı Çinliler ile savaşan Müslüman Araplara, Türklerin destek vermesi ile Müslümanların kazandığı Talas Savaşı’nın tarihidir. Bundan 1000 yıl sonra Çin, adeta İslam’dan intikam alırcasına, Doğu Türkistan’ı işgal eder. İşgale karşı direnen Uygurlar ayaklandılar ve nihayet 1865 yılında bir siyasi teşekkül elde ettiler. 1878 yılında ise Rusya ve Çin, Türkistan’ı paylaşır. Batı Türkistan Ruslara, Doğu Türkistan Çinlilerin payına düşer. İşgalden sonra baskıyı artıran Çin hükümeti 1884 yılında bölgeye “Şincan/Sincan” yani “yeni kazanılmış ülke” adını verir. Amaç siyaseten ilhakı kültürel anlamda gerçekleştirmek ve işgali nihayete erdirmektir. Bundan sonra uzun süren bir ayaklanma dönemi başlar. Batıda Ruslar doğuda Çinliler baskılarını artırsalar da 1933 yılında Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti ihya edilir. Ancak 1939 yılında bölge tekrar istila edilir. 1944 yılında son bir başkaldırı ile bağımsız bir devlet kurulur ancak bu sefer başta iki bela vardır: Komünizm ve Mao…
Ülkedeki mücadeleden galip olarak çıkan Mao, komünist Çin’i inşâ eder. Çin sözde “halkların özgürlüğü” için kurulmuş bir federasyon şeklinde kurulur. Ancak gücü tam olarak eline alan Mao, Çin’i çevreleyen ve mümkün olan her toprağı işgal eder. Doğu Türkistan da bundan nasibini alır. 1949 yılında bölge tamamen işgal edilirken Çin hakimiyeti tesis edilir. Dini afyon gören bir ideolojinin kurbanı olan Mao başta İslamiyet olmak üzere tüm dinlere savaş açar. Uygurların başkaldırışını önlemenin İslam ile bağlarını yok etmekten geçtiğini gördüğü için de sistematik bir saldırı süreci başlatır. 1976 yılına kadar süren diktatörlük sürecinde Uygurlara birçok zulmü reva görür. Takiben gelen hükümetler de onun yolunu izlerler. Sözde özerklik verilen bölgede Uygurların hakları gasp edilirken sesleri bastırılmakta hatta canlarına kast edilmektedir. Bugün Doğu Türkistan’da kamuya açık yerlerde oruç tutmak yasaktır. İnsanlara zorla oruçlarını bozdururlar. 18 yaşından küçükler camiye gidemez, Kur’an-ı Kerim okuyamazlar. Bölgeye ulaşım ciddi bir kontrol sonrası yapılmakta olup insani yardımların temini dahi pek mümkün değildir. Özellikle Doğu Türkistan’ın başkenti Urumçi’de demografik olarak bir sistem mühendisliği vardır. Bölgeye Çinliler yerleştirilmekte ve Uygur Türkleri baskı altına alınmaktadır. Budistlerin saldırılarına karşı Uygurlar yalnız bırakılmakta hatta güvenlik güçleri Budist saldırıları dolaylı şekilde desteklemektedir. Mavi beyaz Doğu Türkistan bayrağını bırakın, Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı al bayrağı dahi yasaktır… Türk tarihinin önemli bir kesimini oluşturan ve derin izler taşıyan Uygur varlığı bugün modern dünyanın gözü önünde yok edilmektedir. Maruf olan daha birçok zulüm mevcuttur ancak bunları yazmaya gönül el vermiyor. 13. yüzyılda hakimiyeti sonra eren Uygurlar bugün hayat mücadelesi veriyor. Doğu Türkistan bize Uygur Devletimizin mirası, ulaşılması gereken Kızılelması’dır. Doğu Türkistan tarihimiz ve dahi atayurdumuzdur. Kardeşlerimiz için belki bugün yapabileceğimiz pek bir şey –kahrolasıca reel politik yüzünden- yoktur. Ancak biz inanıyor ve biliyoruz ki Allah, kendi yoluna gidenleri mahzun etmeyecektir. İşte bu sebepten ötürü Doğu Türkistan davasını anlamalı, anlatmalı, doğacak güneşe kadar gönlümüzde demlendirmeliyiz. Şüphe yok ki; güneş doğduğu vakit tüm Kızılelmalar bir bir toplanacak ve fenafi’d-devle heybesine konacaktır.
GENÇ'ın Yazısı.