Yunus Emre Tozal

ne varlığa sevinirim / ne yokluğa yerinirim  

aşkın ile avunurum / bana seni gerek seni

Şiirin bu topraklarda çok özel bir yeri vardır. Birçok yazar ve şair, Türkçeyi Yunus Emre’den başlatırlar. Cemal Süreya “Yunus ki süt dişleri Türkçenin” dizesiyle, özellikle arı Türkçesi ile Türk varlığının kültür ve medeniyetinin yüreklerde yüzyıllarca diri tutulmasına vesile olduğuna dikkat çekmiştir. Yunus Emre, nesillere dil ile yeniden bir diriliş bilincini aşılamış, her zaman güncel kalabilmiş; hem halk katında, hem aydınlar arasında, hem edebiyat alanında etkinliğini sürdüregelmiş büyük bir ozandır. Anadolu’da gönüllerin bulandığı, ruhlarından hallaçlandığı bir dönemde, insanın iç zenginliğini, derinlerde olan asıl benini keşfederek kendini bulma cehdini insanlığa kalbî şiirleriyle sunmuştur. Anadolu’nun o çağda, tam da buna ihtiyacı vardır. Sezai Karakoç’un tespitiyle “Camus’un Veba’sında sembolleşen Alman İstilâsı nasıl Fransa’da bir mukavemet edebiyat ve felsefesi doğurmuşsa, nasıl bir ölüm kalım anında, bir Sartre varoluşçuluğu ve Camus absürtçülüğü çıkmışsa, Anadolu da kendini ancak büyük bir metafizik hamlesiyle koruyabilir ve büyük bir tarihi oluşla yeniden kurabilirdi.”1 Çünkü Anadolu, Karakoç’un tespitiyle ‘olmak’ ödevine çağrılıyordu: “Olmak ya da hiç olmak, yok olmak.”

Yunus Emre, Anadolu’nun oluş sürecinde bulunan, Anadolu’yu sözüyle, diliyle, edebiyatıyla, hayata bakış açısıyla, hayatın özünü bir iksir gibi sunuşuyla, tefekkürü ve felsefesiyle etkilemiş, vefatından yedi asır geçmesine rağmen sadece Anadolu’da değil, diğer İslam ülkelerinde de etkin bir biçimde mesajını hissettiren bir şairdir. İyi bir şair, düşünür ve dil ustası olduğu hemen göze çarpan Yunus Emre’yi anmadan Anadolu konuşulamaz. Anadolu’nun ruhunu anlamak isteyen herkesin yolu Yunus Emre’de kesişir, çünkü Yunus Emre; Anadolu’yu Anadolu yapan kardeşliğin, birlik ve beraberliğin, dayanışmanın, bir olmanın sesidir. Yunus Emre, hem toplum nezdinde hem insanın şahsı nezdinde 13. yüzyıldan günümüze haykırabilmiş, anı zamanda döneminin sosyal, kültürel, ekonomik ve eğitim alanındaki sorunlarına da ışık tutmuş, Dîvan’nı ve Risaletü’n Nushiyye’siyle mesajını çağlar ötesine ulaştırabilmiştir. Mehmet Kaplan, Yunus Emre’nin mesajında insanın, kendisini aşan ebedi varlığı bulmak ve onun aşkı ile yaşamak suretiyle hayatına bir mana verebileceğini, mesut olabileceğini belirtir.2 Yunus Emre’nin mesajı sevgi üzerinedir, ve sevmeyen insan bedbahttır. Ancak sevgi insanı saadete ulaştırabilir. 13. yüzyıldan bu yana geçen yedi yüzyıl içinde, Anadolu’da şiirin öncüsü olan şair ve mutasavvıf Yunus Emre, hayatını şu dizeleriyle özetlemiştir:

“arar idim Allah’ı buldum ise ne oldu ağlar idim dün-ü gün güldüm ise ne oldu erenler dergâhında deste kızıl gül idim açıldım ele geldim soldum ise ne oldu”

Anadolu’nun yeniden kurulmasında Mevlana Celâleddin Rumi’nin metafizik planın mimarı olduğunu ifade eden Sezai Karakoç, hakikatle olan bağın kurulmasında insanı Allah’a götürebilecek, ilk bakışta akıl dışı irrasyonel gibi algılanan, fakat hakikatte akıl üstü bütün coşma, coşku vasıtalarını harekete getirerek, insanı hep vecd atmosferinde tutabilecek, eşyadan fışkıracak her türlü fizikötesi sesi yakalamaya çalışacak mistik bağın, Anadolu topraklarına bir tohum olarak atıldığını kaydeder. İnsanlığa sahih bilgi felsefesini aşılayacak entelektüel kadronun yetişmesinde bu tohumlara dikkatleri çeken Karakoç, Yunus Emre’yi bu tohumların birer meyvesi olarak görür. Tohumlar meyve verdikçe insanlığa bir yanılsama olan dünyada hakikati hatırlatacak eserler verecektir. Mustafa Tatçı’nın bir söyleşide “Mimar Sinan’ın Süleymaniye’yi yapış şekliyle Yunus’un eserini ortaya koyuş şekli arasında hiç fark yoktur” deyişi işte bu yüzdendir. Mimar Sinan da Yunus Emre de hakikatin soy kütüğünden beslenerek, bu topraklara, medeniyetimize şaheserler bırakmışlardır. Sezai Karakoç’a göre Mevlana, Hacı Bektaş ve Hacı Bayram gibi Anadolu’nun oluşumunda büyük emekleri olan bu isimlerin yanında Yunus Emre, Anadolu’nun kurucularından biridir. Hacı Bektaş gibi üstatlar Anadolu’nun oluşumuna katkı sağlarken sanat alanında da Yunus Emre, Anadolu mayası dediğimiz ruhun oluşumuna estetik özler katmış, eserlerindeki üslubuyla sadece yaşadığı çağdaki insanlara değil, tüm insanlığa hitap etmiştir. Karakoç’a göre Yunus Emre, ölüm ötesine seslenmiş bir şairdir.

Metafizik dünyanın kapılarını insanlığa açan Yunus Emre’de her şeyin üstünde ve her şeyden önce Allah’a olan aşkı, ardından peygamber sevgisini okumak mümkündür. Sahabeler, veliler, tasavvuf ehli isimler, toplumlarının önderleri alimler, ulema ve aydınlar, dervişler Yunus Emre’nin şiirlerinde dolaşıp dururlar. Hepsi aynı hakikate ulaşmanın farklı yollarını anlatır gibi hakikat anlatıcılığı görevindedirler. İnsanın eşref-i mahlukat olma yolunda bir sürecin aşamalarını, hangi basamaklardan geçtiğini Anadolu, Yunus Emre’nin şiirleriyle özümsemiştir. Namaz, oruç, ahlak gibi İslam’ın özüne çağıran Yunus Emre, Karakoç’a göre cenneti, Kur’an’daki usule uyarak insan zihninin ancak canlandırabileceği, bu dünyanın estetik görünüşünü ve güzellik imkanlarıyla kabartarak tasvir eder.3 Yunus Emre, cenneti tasvir ederken dahi aslında işaret ettiği nokta, cennetin hayal dahi edilemeyeceği yönündedir; bu yüzden Yunus Emre, “Bana seni gerek seni” dizesiyle hakikatin kaynağına işaret eder.

Yunus Emre insanın kendisine ve kâinata karşı duruşunu belirlerken, toplumların medenîleşebilmelerinde insanın kalbiyle oluşturacağı iletişiminin nasıl olması gerektiğinin anahtarını son derece sade, açık ve veciz bir şekilde ortaya koymuştur: “Bir ben vardır bende benden içeru”. Tam da burada Yunus, kendisinden içerü olan benini bulabilmek için, lazım olan bilgi üzerinde yoğunlaşarak, insanı hakikatle tanıştıracak olan bilgiyi insanlığın kalbine sunar. Mustafa Özçelik’in deyimiyle kemâle ulaşacak yolunu sevgiden geçecek olmasını estetik bir biçimde ifade etmesiyle, Yunus ‘acıyı bal eyleyen usta’4 olur. Karakoç’a göre Yunus Emre, şiirine/sesine tüm kainatı katar; öyle ki tüm kuşlar,kurtlar, balıklar ve diğer varlıklar, Yunus Emre’ye kulak kesilirler ve hepsi Yunus Emre olurlar. Hepsi, merkezinde Allah’ı anan ve hakikat zikrine ortak olan varlıklardır. Bu noktada Yunus Emre, bir hakikat çağlayanıdır. Çünkü sanatçılar, insanların acılarını, umutlarını, kendilerinde buldukları, kendi arayışları sonucunda buldukları gerçeklerle insanları tanıştırarak çiçeklerden topladığı özlerle balını yapar, kozasını örer. Kovandaki çileye insanların talip olmasına vesile olan sanatçı, varoluşumuzun ruh cephesinde perdenin aralanmasına, yağmurun çölleri yeşerttiği gibi insanlığın çölleşmiş kalbinin yeşermesine ortam hazırlarlar. Kendini bilmek, kendi acziyetinin farkındalığını idrak ettirir insana. İnsanlık tarihini bir fotoğraf olarak ele alacak olursak, bu beyit fotoğrafın imgelerini özetleyebilir. Necip Fazıl “Bizim Yunus” adlı şiiriyle, Yunus Emre’nin kâinatla kurduğu metafizik bağı, ölüm perdesini aralamasını, ‘sayıları silip bir’e yönelişi’ni ifade eder. Bir’e yönelemeyen Sezai Karakoç’un Yunus Emre kitabından alıntıladığım şu müthiş tanımı Yunus Emre’nin medeniyetimizdeki yerinin anlaşılması açısından önemlidir: “Gerçek, Yunus, taptaze ve şah bir horoz sesinden başka bir şey değildir.” Mutasavvıf bir şair olan Yunus Emre, dünyaya geliş amacını şu veciz sözlerle ifade eder:

Ben gelmedim dava için benim işim sevi için

Gönüller dost evi için gönüller yapmaya geldim

Doğallığın her türlüsüne karşı gelmemiz, yaşadığımız her şeyin bizleri sabırsızlığa ittiği gerçeğini ortaya koyuyor. Düzensizliğin ve sabırsızlığın bu kadar çok olmasına ve her şeyin bu kadar iyi işlemesine şaşırmayan modern insan, mükemmelleştirilmiş bir dünyanın sınırlarını zorlamayı; ipleri gerilmiş bir hayatın içerisinde darağacında kalarak kararsızlık içinde her gün, her an ölerek yaşamaya tercih ediyor. Yunus, korku ile ümit arasında gidip gelirken eşyadan özümseyerek aldığı ‘ben’den, yeniden bir ‘ben’, oluşturarak, insanın arayışındaki ‘ben’i ortaya çıkartır. Sezai Karakoç, örnek olarak karnında Yunus taşıyan balığın yunuslaştığını, kuş ve karınca da kendisiyle görüşüp konuştuğu için, O’nun sohbet iklimine girdiklerinden bir parça Süleymanlaştıklarını, müridin yer yer kendinde şeyhini yakalaması gibi Yunus’un da şiirlerinin kâinatı öylece etki altına aldığını ifade eder. Yunus’un şiirleri kâinatı öyle bir etki altına alıyor ki, kuşlar ve balıklar müridi ve şahidi oluyor. Tüm dünya yunuslaşıyor, varlık Yunus’ta tezahür ediyor.


Dipnot:

1- Yunus Emre, Sezai Karakoç, Diriliş Yayınları, sf. 10

2- 13. Yüzyıldan 21. Yüzyıla Yunus Emre, Ejder Okumuş, İnsan Yayınları, sf. 96

3- Yunus Emre, Sezai Karakoç, Diriliş Yayınları, sf. 18-19

4- Yunus Emre, Mustafa Özçelik, Beyan Yayınları, sf. 89


GENÇ'ın Yazısı.