Sırf bizden daha fazla sayıda Arapça kelime biliyorsunuz diye aklımızı aşağılamayı bırakmalısınız. Ezberinizin çok olması, anlayışınızın da çok olduğu anlamına gelmiyor. Ve anlıyorum bunu anlamak sizin için gerçekten de zor…

Arkadaşın biri, hayran olduğu “İslami İlimler Araştırmacısı”larından biriyle, bir yerlerde karşılaşmış. Beş-altı dakika ayak üstü sohbet etme fırsatı yakalamış. Aldığı altı-yedi tavsiyeyi de hazine(!) paylaşır gibi bizlerle paylaşıyor. Eyvallah. Hepsinin üzerinde konuşulur, yerli yerince tartışılır. Lakin içlerinde öyle bir tanesi var ki düşman başına! Şöyle: “Önce doğruları okuyun sonra yanlışlara geçin. Herhangi bir altyapı olmadan o ne diyor bu ne diyor merakıyla yapılan okumalar kalbin ve aklın karışmasına sebebiyet verir.”

Evet, farkındayım; ne de güzel, halim selim, aklı başında bir öğütmüş gibi göründüğünün… Gel gör ki öyle değil işte! Mesleğimiz açıklamak. Öyle yapalım madem: Bu tavsiye, bu tavsiyenin geliştiği kafa yapısı, bu tavsiyenin öngördüğü bakış açısı, İslam düşüncesinin; önce donup, sonra da zaman içinde geri kalmasının müsebbibidir. Bu kafa yüzünden: Müslümanlarda yeni fikirler doğmuyor, bilim üretilmiyor, fıkıh; çözüm üretmek yerine sadece ezber üretiyor, bin yıllık hat, tezhip, cami suretlerinin bitmeyen tekrarları dışında sanat dahi yapılamıyor…

Bu bakış açısı şunu diyor aslında: Sen önce ve sadece benim (yahut benim içinde yetiştiğim geleneğin) sana anlatacaklarımı mutlak doğru olarak kabul et. Önyargı edin. Bu önyargıyı bir kere edindin mi zaten başka doğrularla işin olmaz. İşte o zaman hobi olarak başka görüş ve düşüncelere dair bilgiler edinebilirsin. Edinmelisin hatta. Çünkü başka düşüncelerin tezleri konusunda -inanmadan ama- teknik bilgi sahibi olmadan, benim doğrularım doğrultusunda onların tezlerini çürütmek için söylem üretemezsin.

Altı yaşındaki bir çocuğun anlayabileceği basitlikte bir örnekle açıklamam gerekirse diyorlar ki bize: “Sen önce ve sadece kırmızının gerçek, tek ve en güzel renk olduğunu kabul et. Evin, eşyaların, giysilerin, çizdiğin resimler hep kırmızı olsun. Ondan sonra (hiç gereği yok ama) hobi olarak başka renklerin var olduğuna, onların da güzel yahut yerinde kullanıldığında doğru olabileceklerine dair diğer tezleri okuyabilirsin. Kırmızıyı bir kere benimsedin mi, renk paletinde kırmızı ve onun kabul edilebilir tonlarından başka boya bırakmadın mı zaten diğer renkleri kullanmazsın. Tek renkli bir tabloda karmaşa da (cümbüş bence) olmaz.

Ne diyor üstad “Herhangi bir altyapı olmadan o ne diyor bu ne diyor merakıyla yapılan okumalar kalbin ve aklın karışmasına sebebiyet verir.” Haklı. İçinde tek düşünceyi döndürüp duran bir beyinde karışıklık nasıl olabilir ki?..

Sonra aklımız durup dururken niye karışsın ki zaten değil mi? Ne gereği var yani? Anlatılanlara bakılırsa akıl karışıklığının, düşünmenin, aklını kullanmanın; doğal ve nihayetinde kendi dengesini bulan bir etkisi değil de dünyanın sonuna eşdeğer bir sıkıntı olduğu aşikar. Kovulmuş şeytanın ve aklımıza girmesi muhtemel, Allah’ın; her şeyin en iyisini, en doğrusunu, en güzelini bildikleri; kalabalıklarca tahmin edilen seçkin kullarının münasip bulmadığı; alternatif düşünce, bakış açıları ve önerilerin şerrinden Allah’a sığınmalıyız sanırsam.

Yoksa kafa karışıklığının sancısıyla hafazanallah Müslümanlar olarak çözüm (çözüm derken bilim, sanat, gerçek fıkıh vb. demek istiyorum yani) filan üretebiliriz ki bence yasak üretmek daha az riskli. Bakınız vaktiyle: Papa II. Jean Paul, bilim adamlarından, evrenin başlangıcıyla ilgili araştırma yapmamalarını istemişti. Evet, evet: Yasak üretmek, çözüm üretmekten daha az riskli. Çok sıkıştıran olursa takva deriz hem…

Şaka bir yana; bence artık; sırf bizden daha fazla sayıda Arapça kelime biliyorsunuz diye aklımızı aşağılamayı bırakmalısınız. Ezberinizin çok olması, anlayışınızın da çok olduğu anlamına gelmiyor. Ve anlıyorum bunu anlamak sizin için gerçekten de zor…

Doğru; kime göre neye göre?.. Haa, evet, biliyorum: Allah ve Resulüne göre. Tabii ki de sizler onların “natural born” (doğuştan) temsilcileriydiniz değil mi?..

Kimse kusura bakmasın; ne okuyup ne okumayacağıma kendim karar verebilirim. Verebiliriz…


Sinan Özgenç'ın Yazısı.