Sevgili arkadaşlar! Yazı Atölyesi’nin e-postası Kasım ayı içinde kota aşımına uğradığı için Kasım ayı içinde yazı gönderen bazı arkadaşlarımızın çalışmaları bize ulaşamamış bulunuyor. Dolayısıyla, ancak kota dolmadan önce gelen yazıları değerlendirebiliyoruz. Yine bu sebeple, ne yazık ki, bu ay ‘Ayın Yazısı’ seçemedik. Onun yerine, ‘Yazmak’ üzerine vaktiyle bir kenara not edilmiş bazı düşüncelerimi size iletiyorum. Umarım istifadeye medar olur.

Bildiklerini anlatmamak, en hafif hâliyle, şefkatsizliktir.

***

Yunus Emre’nin şair olmak gibi bir derdi yoktu. Ama derdi vardı... Anlatacak derdi olup bunu anlatacağı bir dili henüz bulamamak acı  veriyor. İnsan bunu dert edindiğinde ise, hitap çiçekleri açıyor.

***

Öyle yazmalısın ki, hem doğru anlaşılacaksın, hem de yanlış anlaşılmayacaksın.

***

Ulaşabileceğim mesafede insanlar varsa ve ben onlara ulaşma çabası göstermiyorsam, mesuliyetim var.

***

Söyleyecek sözü olup da paylaşmayan mes’uldür. Anlatmadan muslih olunmaz.

***

Söylediğiniz hakikat değilse veya hazmedilmemiş ise, sözlerinizi süsleme ihtiyacı hissedersiniz.

***

Söz yalınlığı içinde güzeldir. Gereksiz süsleme, sözün güzelliğini bozar.

***

Yazarın kelimelerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynaması, yazarla okuyucu arasındaki düşünce ve duygu paylaşımını zorlaştırıyor.

***

“Niyet fıtrî ahvalin ölümüdür” diyor Bediüzzaman. O hâlde, duygulu bir yazı yazmaya niyet edilirse, gerçekte, yazıdaki duygu boyutunu öldürmüş; hasbîliğin yerine hesabîliği ikame etmiş oluruz. Oysa malumdur; gerçek şelaleden akan su ile yapma şelaleden akan su bir olmaz.

***

Bazan dünyamıza bir mânâ geliyor, ama açılmayabiliyor. Eğer zorlanırsa, bu mânâ köpürtülebilir; ama kalblere hitap etmez.

***

Yazının duygu yüklü olması ile duygusal olması ayrı şeylerdir.

***

Akla ulaşan birçok eser var ki, kalb ve ruha ulaşamıyor.

***

Bir yazı, bir kitap, hazmetmeden, yoğurmadan, hissetmeden yazılırsa, malumat düzeyinde kalır, kalbe ve ruha nüfuz etmez.

***

“Kaç sayfa yazdım?” değil; “Yazdığım hakikat mı?” “Kaç sayfa okudum?” değil; “ne okudum?”

***

Yazmaktan daha iyi bir öğrenme biçimi bilmiyorum.

***

Yazar yazdığı kitabı yayınlandıktan sonra karşısına değil, arkasına koymalı. Onun üzerinden teveccüh aramak yerine, önüne koyduğu yeni hedeflerle, yazacağı yeni kitaplarla meşgul olmalı.

***

Asla ‘yazar’ olmamalıyız; ‘okuryazar’ olmalıyız. Onun için de, gündelik hayatımızda kendimize, kâinata ve Kur’ân’a ayıracağımız ciddi zamanlar hazırlamalıyız. Bizi geliştirmeyen, bilakis bizdekini yiyip  bitiren ilişkiler yerine; bizi geliştiren ve besleyen ilişkileri tercih etmeliyiz.

***

Duruluk asıl olsun; güzelliği sadelikte ara. Su gibi olmayı ve su gibi yazmayı meslek edin. Sudan, yeri geldiğinde şerbet de, ayran da yapılıyor; ama ayrandan su, şerbetten su yapmak mümkün değil. Onun için, durduğumuz asıl yer hakikatin su gibi duru ifadesi olsun. Ancak mânâ istediğinde ve mânânın ifadesine münasip düştüğünde o aslolan su şerbet gibi renk ve tat alsın.

***

Bediüzzaman’ın “Unsuru’l-Belagat”ı, müellifin harika bir ölçüsünü içerir. Belagat, buradan anlaşıldığı üzere, ‘nazm-ı maânî’dir, ‘nazm-ı lâfz’ değil. Yani, aslolan mânâdır ve asıl marifet bir yazıda ‘anlamdizimi’dir, düşüncelerin sistemli bir şekilde, okuyana asla “bu da nereden çıktı şimdi?” dedirtmeden, âhenkle, intizamla birbiri ardınca akmasıdır—‘sözdizimi’ değil... Yine ilgili bahisten  anlaşıldığı üzere, belagat bu olduğu hâlde, bu zor geldiği için, daha kolay olan ‘sözdizimi’ne meyl ile belagatın aslı yitirilmiştir.

***

‘Nazm-ı lâfz’a dayanarak yapılan bir üretim, iyi bir üretim değildir. Bizler, ‘nazm-ı maânî’ üzere yürüme, sözdizimini anlamdiziminin yerine ikame etmeyip, ancak gerektiği yerde bir yardımcı malzeme olarak onu kullanma durumundayız. Sözdizimiyle yetinen; kelime oyunlarına, imgelere ve çağrışımlara dayalı yazılar seni aldatmasın.

***

‘Öğrenici’ olmayı ‘öğretici’ üslubuna, ‘keşfedici’ olmayı ‘aktarıcı’ olmaya tercih etmelisin.

***

‘Ürettiği’nden fazlasını ‘tüketen,’ ‘düşündüğü’nden fazlasını ‘yazan’ biri olmamalıyız.

***

Yazı yazmak için boş vakit aramaya gerek yok!

***

Yazar, yazdığı bir çalışmanın farklı versiyonlarını üretip birçok yerde kullanmak yerine, hep ‘orijinal’ şeyler ortaya koymaya çalışmalı.  ‘Versiyon’lar yeni birşey ortaya koymaktan kolaydır; o yüzden, bir kere bu yola girildi mi, orijinalite ölüm raddesine geliyor.

***

‘Teveccühe teveccüh’ yükünden kurtulmalı. “Meziyetin varsa hafâ turâbında kalsın; tâ neşv ü nema bulsun” ölçüsü kararlılıkla irade ve icra olunmalı. Hafâ turâbında, yani gizlilik toprağında kalmayan, kendisini insanların teveccühüne teslim eden meziyetler neşv ü  nema bulamıyor; bilakis, solmaya ve erimeye yüz tutuyor.


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.