Mart 2011 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı

Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Sabreden zafere erişir. Yazılarında hep bir arayış, bir çaba vardı. Hepsi aynı kıvamda değildi ama, bu çabayı hep gördüm. Gerçekleştirdiğin ilerleme, devamlı ve sabırla yazmanın önemine dair bir örnek oluşturuyor. Ayın Yazısı seçiyorum yazını…

Mehmet Erturan

Derdin seni nereye götürebilir? Tefekkür etmeli. Hemencecik karar alıp yola çıkılacak bir durum değil bu. Hayırda yarışırız, ama  istişareye de önem veririz. Dert çağrımızı dertli büyüklerle paylaşır, dertli yollara öyle düşeriz. Belki yalnız, belki hep beraberiz. Kısa bir uyarı: Şeytan tek kişiyle beraberdir, iki kişiden uzaktır.

Öncelikle dert küpüne gönül kâsesini daldırmak lazım. Gönül, derde susamış olmalı. Hareketsizliğin, vurdumduymazlığın sıkıntısıyla  rahatsız olup, arayışlara başlamalı. ‘‘Dertsizseniz dert sizsiniz’’ hesabınca, çıkılan yolda kendimizden geçip, kendi dertlerimizi cebimize, muhtaçların dertlerini ise zihnimize ve gönlümüze koymalı.

Dert arayışını “google”a girerek yapıp, herkesi kendimize güldürmeyelim. Gazetelere de ilan vermeye gerek yok: “Derdimi kaybettim,  hükümsüzdür” gibi. Hem dert kaybolmaz ki! İlgilenmeyince unutulur, zaman aşımına uğrar. Hani antik Yunan filozoflarından bazıları  insanlara bir şey öğretmediklerini, yaptıkları şeyin insanda doğuştan var olan bilgiyi ortaya çıkarmak olduğunu söylerler ya, bu da  öyle bir durum işte. Derdimiz, doğuştan. Daha ismimiz konmadan önce bir derdimiz var. Kulağımıza okunan ezan, bize önce  dertlerimizi hatırlatır. Önce kul olduğumuzu söyler, sonra kullar içinde günü geldiğinde çağrılacağımız isim fısıldanır. Bu  sorumluluklarla donanan insan, halife seçildiğini öğrenince makama karşı tevazu gösterip kabul etmek istemeyen Ömer bin  Abdülaziz gibi ağlamaya başlar. Ancak ödev ödevdir, emir demiri keser. 

Dert meclislerinde yapılan istişarelerde derde gönül vermiş dert gönüllüleri biraraya gelir. Dert yüklü kervanlar, burada alınan  kararlarla yola çıkar. Bu dert, Surre Alayları gibi müjdeli, bereketli yollara düşürür bizi. Bazen derdin ilk adımı bir e-posta ve parola  olur. Dertli, taze ve genç gönüller olarak bir araya geliriz. Birbirinden dertli çorbalar, çaylar içer, derdimizin tadı kaçmasın diye şeker kullanmayız.

Yüreğimin devletine götürür dert beni. Bir İslâmoğlu kitabında bulurum kendimi, fetih hazırlıkları içinde. Devletimin fethine girişirim; oruçlu besmele, hamdele, salvelelerle. Tekbirlerle… Kendime dert edindiğim gençleri evimde misafir eder yahut camide ziyaret eder ve onlara onbir yıldızın secdesinden, güneş ve ayın itaatinden bahsederim. Yusuf markalı esans ikram ederim.

Bir yetimin başını okşarım. Sonra elini yetimin başından çekmek istemez insan. Çünkü bilir, dokunduğun saç kılı adedince sevap  vardır, günahlardan arınma vardır. Dua ve muhabbet vardır. Diğer yandan çocuğun elinde çikolata, cips; senin gönlünde huzur vardır. Rahatsız oluyorsan, çevre kirliliği de bir derttir. Yaratıcının imtihanına tutulmuş ve ahirette mükâfatını fazlasıyla alacak olan  kardeşlerin için “gülen kapaklar” toplarsın. Evinin önünü, balkonunu, odanı, apartmanını, üstünü başını temiz tutarsın. İçin, dışın bir olur.

“Başkaları için ne yapabilirim”in cevabını ise insan okumasını iyi bilen salih insanlarla beraber olmakta bulursun. Onlardan okuma-yazma öğrenince icazetini alır, dert avcısı olursun. Muhtaç gönüllere çocukluğumun çilek kokulu şurupları gibi tatlı reçeteler yazarsın. Bankta oturmuş, seviyor-sevmiyor müptelası bir gence ajanda hediye edip, içini gönlünce doldurmasını tebessümlerle tenbihler, gıyabında dua edersin.

İlim, arayana verilir. Bu sır ile okumalısın insanları. Gerekirse altını çizerek ve başa dönerek iyice anlamalısın. Bardağın içine ne koyarsan onu ikram edebilirsin. Dertliler ve gönüllüler hemcins olmalı, sakın unutma! Maazallah, taş ocağının sinsi ustalarına iyiniyet taşı yontan gafil işçilerden olmayalım.

Derdim beni jöleli saçları olan seslere ya da renkli kramponların peşine de götürebilir. Herkes peşinden gittiğinin müteşekkiridir. Zevk ve arzularla beslenen kontrolsüz derdin beni götüreceği yer, Alev Bakkaliyesi’dir.

Derdim, Allah lafzı gibi şeddeliyse ve gönlüm onu üç elif miktarı uzatacak kadar okumayı öğrenmişse, mekânım Kevser Kıraathanesi’dir. Bu mekânın dertli tabelasının üzerinde “Ateşine dayanabileceğin kadar günah işle!” yazar.

Hülasa-i kelam, canın cennete dostum…


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.