Bir Gezinti Pir Esinti
M. Huzeyfe Erdemir
Virajlı orman yolundan, asfaltın kalitesi hakkındaki yorumların eşliğinde zirveye doğru çıkıyorduk. Arabamız 99 model Nissan ve yol çekişi güzel. Kuş sesleri, motorun sesiyle raks ederken, birden gökyüzünü bulutlar kaplamaya başladı. Sanki bu yolculuğa eşlik etme isteğindeydiler. Biraz daha yukarı çıkınca yağmur damlaları arabamızın camlarında vuslatı yaşarken şehirlerin ne kadar bunaltıcı olduğu bahsiyle kısa süreliğine kentten köye göç planları konuşuldu. Lakin çok şehirliydik çünkü asfaltın kalitesi bizi ilgilendiriyordu.
Nihayet yaylanın zirvesindeyiz. Manzara bulutların altında kalmış, bizse bulutların üstünde. Buralarda bulutlar dağlara boyun eğmek hususunda alışkanlıklar barındırıyor. Etraf çam ormanlarıyla kaplı, tek ses rüzgarın ve kuş seslerinin ahenkli korosu. Amacımız bu güzel doğanın bize sunduklarını piknik fikrinin güzelliğiyle harmanlamak. Yaklaşık 8-9 aile dümdüz bir çayırlığa kuruluyoruz. Piknikte düzlük esastır. Kenardan küçük bir çay, suyunun sesini bize duyurmak amacında hızlı akarken; öbür yanda ağaçlar bizim için çalıştıkları danslarını sergiliyorlar. Çünkü tüm bunlar bizim için yaratılmıştı. Yüce kitap böyle söylüyordu. Bizde bu yaratılışa şahitlik ediyor ve ona ayak uydurmanın telaşı içine giriyorduk. Nihayetinde bedenimizle buraların bir parçası olacağımız malum.
Klasik Türk pikniklerinde olduğu gibi yemek ağırlıklı ve yan yatmalı bir piknik tercih etmemiştik. Amacımız hafif yemekler eşliğinde ilk defa geldiğimiz bu güzel yeri gezmekti. Bu amaçla sabah kahvaltısını yaptık ve yola koyulduk. Hedefimiz yaylanın derinliklerindeki şelaleyi ziyaret etmekti. Küçük bir patikadan, -patikanın emriyle- askeri nizamla sıralanmış olarak çıktık yola. Herkes doğa yürüşlerinin bir numaralı gereci olan sopasına dayanmış yürüyordu. Aklıma atalarım geldi o sırada. Çünkü bir Akdeniz yörüğü olduğumuz ve sonraları yerleşik hayatı tuttuğumuzu dedemden çokça dinlerdim. İştahla, obalarını nerelere kurduklarını, geceleri nasıl yol aldıklarını sonraları niçin yerleşik hayata geçtiklerini anlatırdı. Hey gidi Koca Pelit sende geçtin bu dünyadan...
Neyse hatıraları, zihinimde yankılananları bir tarafa bırakalım. Yaklaşık 5 km, doğanın serin kucağında yürüyerek, şelaleye vardık. Ömründe yapay ve klorlu havuzların suyunu tatmışlar familyasından bir bozkır çocuğu olarak ilk defa şelaleye girme deneyimini yaşayacaktım. Suyu biraz soğuk lakin girince alışıyorsun. Suyun düştüğü yer çok yüksek olduğu için altına girdiğinde saniyede 10-20 tokat yemiş gibi bir hisle altında en fazla 5-10 saniye durabiliyorsun. Neyse şelalenin attığı bu tokat kendisi için yaratılanı kendi yaratmışcasına hor kullanan insanlar adına bana atılsın, kefaret niyetine sayılsın. Gerçekten muazzam bir deneyimdi. Hayatında daha önce şelaleye girmemiş bozkır çocuklarına tavsiyemdir.
Su acıktırmıştı. Özellikle, doğal suların bir özelliği de yediklerini sindirmende pek faydalılar. Bizde aynı muameleyi görmüş, güneş yükselmiş ve yerleştiğimiz düzlüğe doğru dönüş yoluna koyulmuştuk. Bundan sonrası klasik piknik fikrine dönüş, yemekler, yan gelip yatmalar ve voleybol oynamalar halinde akşama kadar sürdü. Burada bir anektodu paylaşmadan edemeyeceğim. Çok sevdiğim bir abim siyasal islamcılıktan bahsederken şöyle demişti. "Yahu adamların pikniklerinde voleybol ana unsur. Şöyle erkek gibi çelmeli, çalımlı futbol dururken voleybol neymiş" İçimizde siyasal islamcı var mıdır bilmem ama hakkaten yemyeşil çayırlarda çelmeli, çalımlı futbol oynamak varken voleybol da neymiş.
Dönüş yoluna geçiyoruz. Bol yokuşlu ve virajlı dağ yolundan, 2. viteste ve hafif fren yöntemi sayesinde iniyoruz. Herkes motor freni ve normal frenle bu yokuşlardan inmenin kolaylığının muhabbetini ederken; manzaraya bakıyorum ve senenin sayılı günlerinde hissettiğim o atalar yaşantısını ve ait olduğum yerlerin özlemini içimde hissediyorum. Güne, hatırladıkça yüzümü güldüren, ruhumu dinlendiren bir hatıranın notunu düşüyorum.
GENÇ'ın Yazısı.