Vallahi UNutmayacağız Srebrenitsa!
Bilal Gündoğdu
Bir yolculuk sonrası daha klavye tuşlarını dövme vaktidir şimdi. İHH İnsani Yardım Vakfı’mızın Srebrenitsa’daki anma törenlerine katılmak ve yapılan katliama dikkat çekmek için düzenlediği MotoBosna organizasyonu akabinde Arnavutluk Havalimanı’ndan düşeceğiz notlarımızı tarihe. Bismillah!
Ömrüm boyunca uzun yolculuklara çıkmanın, başka ülkelere gitmenin umudu yüreğimde hep vardı belki ama ya kendimi hayalperest bulurdum ya da henüz daha zamanı gelmedi derdim. Şimdi ise geriye dönüp baktığımda arkamda 2 Asya, 2 Afrika ve bir de Ortadoğu ülkesi bıraktığımı görüyorum. Gerçekleştirdiğimiz Balkan turuyla birlikte bu sayı daha da artmış oldu. Bize ümmet seferleri nasip eden Rabbimize bin şükür.
Büyük bir fırsattı MotoBosna
İpsala Sınır Kapısı’ndan çıktığımızdan bu yana çok not aldım. Şimdi ise içimde hepsini birden iki sayfaya sığdırabilmenin ve hikâyemizi en doğru şekilde tarihe not düşebilme arzusunun heyecanı var. Rabbimiz Kerim’dir elbet, bir kez daha Bismillah!
Yola koyulduğumuzda arkadaşıma şaşkınlıkla ilk söylediğim cümle şu oldu: “Bir zamanlar Balkanlar benim için sadece hava durumu raporlarına ‘soğuklar geliyor’ notu ile konu olan bir meseleydi. Peki şimdi biz ne yapıyoruz? Nereye gidiyoruz?”
Geçtiğimiz “Somali Ölmesin, İnsanlık Kurumasın” adlı yazımızda olduğu gibi bu sefere de vakfımızın faaliyetlerini haberleştirmek ve basına servis etmek amacıyla katılıyordum. Gerçekten büyük bir fırsat daha elde etmiştim ve ilk defa Osmanlı bakiyesi olan ülkeleri ziyaret etme imkânı bulacaktım. Hedefimiz, motorize bir ekiple 6 ayrı Balkan ülkesi olan Yunanistan, Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Karadağ ve Bosna Hersek güzergâhını kullanarak kara yolu ile 11 Temmuz’daki Srebrenitsa katliamının anma törenlerine katılmaktı. Ekibimizden bir abimizin ufak bir kazasını es geçersek hamd olsun sorunsuz atlattık görevimizi. Gerçi henüz yurda giriş yapmadık. Benim gibi tek girişli “Schengen Vizesi” olanlarla şu an havalimanında bekliyoruz. Diğer çift girişli vizeleri olan motorlu abilerimiz ise 2 gün daha yol gidecekler ve 15 Temmuz’daki anmalara yetişecekler. Kolay olsun inşallah.
Osmanlı’nın silinemeyen izleri
Yunanistan’a giriş yaptığımız andan itibaren yollarda irili ufaklı köylere rastlıyor ve sevimli camiler görüyorduk, ilginçti. Yollardaki tabelalar, hangi harf olduğunu bile çözemediğimiz yazılarla doluydu ama ortam sanki bizim Karadeniz yolunu andırıyordu. Hele ki Mostar Köprüsü’nün üzerindeyken gördüğümüz camiler, bize tamamen Fatih sokaklarında iki adımda bir karşılaştığımız tarihi yapıları hatırlatıyordu. Yol boyunca seyre daldığımız, Osmanlı dedelerimizin asırlar önce bu topraklara mıh gibi çaktığı minareler, bizim de yüreğimize ok gibi saplanıyordu. Nasıl olmuştu da buralardan ayrı düşmüştük? Biz buralıydık, bu insanlar da bizim oralıydı. E peki neydi bu sınırlar? Kim, nasıl olmuştu da birbirimize bu kadar çok benzediğimiz bu coğrafyadan bizi ayrı düşürmüştü? Tüm yutkunmalarımıza rağmen ecdâdımızın bu topraklarda bıraktığı izler bizi umutlandırmaya yetiyordu. Hem ne de olsa yaklaşık 150 yıldır süren tüm operasyonlara rağmen İslam, bu topraklardan silinememişti. Çünkü Rabbimizin vaadi vardı ve haktı.
Balkan topraklarını İslamlaştırmak için gönüller fethetmeye giden Alperenlerimizi Blagay Tekkesi’nde gördüğümüzde ise sorumluluğumuzun ne denli büyük olduğunu bir kez daha anlıyorduk. Çünkü devasa bir dağın dibinde, altından buz gibi ırmaklar akan o muhteşem mekânda hissettiklerimizi anlatmaya dilimiz dahi varmıyor. Bu nedenle medeniyetin, estetiğin, gönüller fethetmenin, insanlığın nidüğünü yaşama ve anlama kısmını sizlere bırakıyorum. Öyle ki benim için tüm Balkanların o eşsiz güzelliği bir yana Blagay Tekkesi’ndeki estetik ve mana başka bir yana.
Bu düşüncelerle birlikte bizler de üç ayrı kıtaya tevhidi taşıyabilmenin ne demek olduğunu şimdi daha iyi anlıyor ve Osmanlı’ya olan hayranlığımızın arttığını bir kez daha hissediyorduk. Vatikanlılar, her ne kadar camilerimizin önüne gözümüze sokarcasına devasa haçlar dikmeye devam etse de eğreti ve yapmacık durduğu herkesçe malumdu. Haçlıların, boşa kürek çektiği gerçeği ayan beyan ortadayken bizim çektiğimiz küreklerin ne âlemde olduğunu sormadan edemiyoruz tabi ki. Ya da soruyu daha da açıklığa kavuşturalım ve şöyle soralım: Biz kürek çekiyor muyuz? Peki, Balkan topraklarının dört bir yanında yatan şehitlerimiz, gazilerimiz ve eserlerimiz için neler yapıyoruz? Her bir adımda hissettiğimiz o İ‘lây-ı Kelimetullah anlayışını biz ne kadar yaşatıyoruz? Yüreğimizin en derinine işleyen o hissiyat için, üzerine konduğumuz bu miras hakkı için, dedelerimiz ve kaybettiklerimiz için bir kova dolusu ağlasak hakkını verir miydik acaba bu ifritten suallerin? Sorular, sorular…
Türklerden intikam almak
Şimdi yolculuğumuzun asıl amacına, büyük adam Aliya’nın vasiyeti olan Srebrenitsa’yı unutmamaya ve unutturmamaya gelelim. Ve bu bölüme Sırp kasabı Ratko Mladic’in işgal esnasında belirttiği “Türklerden intikam alma” hırsı ile işlenen ve soykırıma adını veren Srebrenitsa’da neler olduğunu hatırlatmakla başlayalım.
1992 yılında Osmanlı’dan sonra bölgeye hâkim olan Komanizma anlayışının son nefesini vermesiyle başlayan bağımsızlık rüzgârı, haklı olarak Müslüman Boşnakları da etkisi altına alır ve Aliya İzzetbegoviç önderliğinde bağımsızlık ilan edilir. Ne var ki kendisini yıkılan Yugoslavya’nın varisi olarak gören Sırbistan, Bosna’nın bağımsızlığını tanımaz ve “Bosna’da Müslüman bırakmama” hayalinin peşine düşer. Böylelikle 1992-1995 yılları arasında devam eden soykırım hareketi, Srebrenitsa’da yapılan ihanet ve katliamla zirveye ulaşır. İhaneti, Birleşmiş Milletler’in (UN) Hollandalı askerleri, güvenli bölge ilan ettiği Srebrenitsa’da kendilerine sığınan sivil Boşnakları Sırplara teslim etmekle yapar. Katliam işi ise Balkanlar’da Osmanlı’ya da ilk isyan eden Sırplara düşer. Ve sonunda peyderpey olarak 250 bine yakın Müslüman Boşnak vahşice tecavüzlere uğrayarak katledilir. Ama takdiri ilahi değişmez ve Boşnak lider Aliya’nın kendisini öldürmekle tehdit eden Sırp lider Radovan Karadziç’in yüzüne çarptığı hakikat gibi olur: Müslümanlar yok olmamıştır, olmayacaktır!
Ve 11 Temmuz
Savaşın sonlarına doğru bir 11 Temmuz günü birkaç saat içerisinde 8372 Boşnak vahşice katledilerek toplu mezarlara gömülür. Aradan geçen 22 yıldır da bu toplu mezarlarda kurbanlar bulunmaya devam eder ve katliamın yıl dönümünde şehitler, DNA testi ile birlikte aileleri tespit edildikten sonra katliamın işlendiği Potaçari’de toprağa verilir. Her yıl toprağa verilen onlarca kurbanla birlikte şehit aileleri, o anı yeniden yaşarlar. Bunu da sizler, Srebrenitsa annelerinin gözlerinde tomurcuklanan yaşlardan anlarsınız. Onlar ağlar, siz yıkılırsınız. Srebrenitsa anneleri ile birlikte gözyaşı dökebilmenin bile bir nimet olduğunu anlarsınız. Gözlerindeki acıyı, özlemi ve hırsı gördükçe sizin de yüreğiniz dağlanır. Hele de kızının hangi insanlık dışı işkencelerle öldürüldüğünü bilen ve bildiklerini utancından kimselere açıklayamayan annelere rastlarsanız o zaman film kopar. Siz, o sıcağa dayanamazken, insanların yine öyle bir sıcakta topluca nefeslerinin kesildiğini hatırlar, bir kez daha utanırsınız kendinizden. Hele ki bir anne siz mezarlıkta dolaşırken arkanızda acıdan bayılırsa zaman ve mekân anlamı anlamını yitirir o an. Aynı dinden ve aynı tenden o insanlarla aranızda hiçbir fark olmadığını yüreklerinizin en derininde hissedersiniz. Ağlarsınız ve liderin sözleri üzerine bir kez daha yemin edersiniz: “Unutmayacağım, unutturmayacağım!”
Ölmeden önce ölmeyi bilmek
Geriye dönüp baktığınızda ise her mezarın başında hiç tanıyamadıkları dedeleri, teyzeleri ve nineleri için Kur’an okuyan, bıyıkları dahi terlememiş torunlar görürsünüz. Ve başlarsınız ibret almaya. Önce vicdanı ölmemiş tüm insanların Srebrenitsa anneleri karşısında durduğu selama bakarsınız sonra da insanlığın vicdanında müebbet hapse mahkûm olmuş Sırp kasaplarının bugünkü sefaletine. Ölümün onlar için de hak olduğu gerçeğini hatırlar, rahatlar ve bugünün dünyasını hatrınıza getirmek zorunda kalırsınız. Aklınıza, bundan 10 ya da 20 yıl sonra Suriye’de bulunması muhtemel toplu mezarlar gelir, ürkersiniz ve insanlık adına korkarsınız. Sonra da “Zulmü durduramıyorsan en azından onu duyur” öğretisine kulak vererek insanlara şu çağrıyı yapmaya ant içersiniz: “Ölmeden önce ölmeye, Srebrenitsa’ya gelmeye ne dersin? Vicdanındaki filizleri, gözyaşlarınla yeşertmeye gelmez misin?”
İntikam alacağız; adalet ve hakikatle!
Balkanlar’dan ve Bosna’dan ayrılırken de kulağınıza küpe olur; 11 Temmuz günü Srebrenitsa’da Aliya’nın oğlu, Bosna Hersek Cumhurbaşkanlığı Boşnak Üyesi Bakir İzzetbegoviç’in babasından ilhamla kurduğu şu cümle: “Bizim en büyük intikamımız, adalet ve hakikat olmalıdır!”
Ve son olarak sana, şairin yaktığı ağıtta olduğu gibi sesleniyorum ey Bosna! Sen benim annemsin, Srebrenitsa da ablam!
GENÇ'ın Yazısı.