Biz Müslümanız Onlar Amerikalı
“Çocuklar iyi kolej, yarasa kahramanlar
Ki onlar küt pabuçlar yamalılar giymesin
Onlara ölçü/biçim tesbitli diplomalar
İçinde kıvrılmalı bir hayatçık verilsin”
Süleyman Çobanoğlu
Mustafa Bozoklu
Fransız uygarlık tarihçisi Fernand Braudel “Uygarlıkların Grameri” isimli eserinin Amerika’yı anlatan bölümünün ilk paragrafında Amerika’nın üstün(!) gelişimini “opportunity” kavramı ile yakın bir temas kurarak açıklar. Ünlü tarihçiye göre Amerika kıyasıya bir rekabet ortamında durmadan birbirinin üzerine basarak yükselen başarılar silsilesidir. Vitrinden bakarsanız abidevi mağrur duruşuyla elindeki galibiyet meşalesini kaldıran Amerika’yı görürsünüz. Gösterişli ışıklarla bezenmiş bu dükkana içeriden bakarsanız omuzları birilerine basamak olmaktan öteye geçmeyen/geçirilmeyen, herhangi bir “benlik” bilinci edinmesine müsaade edilmeyen, vasıfsız ve başarısız yığınları görürsünüz. Günümüz Türkiye’sinde de Amerika’nın modern bilim ile geldiği bu göz kamaştıran gelişmişlik düzeyine öykünme telaşesinde olan bir güruhun varlığından hepimiz haberdarız. Peki bu arkadaşların bizlere anlatmak istediği ne ? Asıl Türkiye’yi Amerika katına yükseltmek derdiyle hemhal olan bu arkadaşları eleştiren benim derdim ne ?
“Neden yokluğun kör kuyusunda değil de varlığın için için kaynayan denizindeyiz” diyen Halil İbrahim Üçer’in bu varoluşsal buhranına pek çoğumuz bırakalım gündemimizde yer ayırmayı, zihnimizde bir lahza belirmesine dahi katlanacak durumda değiliz zannedersem. Çünkü biz insanlar 21. yüzyılda artık ne olduğumuzu idrak etmeye ihtiyaç duymadığımızı ifade eden hayatlar yaşıyoruz. Modernizm hakikate en muhalif mefhum da olsa biz müslümanlar doktrini tanımlanmış bir sorun ile muhatap idik. Ancak Batı medeniyetinin her noktasını ilmek ilmek dokuyarak inşa ettiği bu modernizm akımı ikinci dünya harbinde milyonlarca insanın can vermesiyle hüsrana uğrayarak tarih sahnesinden çekildi. Günümüz dünyası artık avami bir tabirle ifade etmek gerekirse boşvermişliğin hükümranlığında post-modern bir dünyadır. Post-modernizm herhangi bir doktrinden azade kalmış insanların salt nefsani davranış formuna verilmiş bir isimdir. Piyasanın insanı her türlü noktasından kontrol altında tutmak derdinde olan bilim dünyası yardımıyla ürettikleri, bir takım uzmanlarca hazırlanmış reklam gösterileri ile tüketime sunulmakta ve ihtiyaç dâhilinde olup olmadığı gözetilmeksizin her türlü nesne tüketim envanterinde yerini almaktadır. Örneğin insanlar bazı uygulamaları kullanmak ihtiyacını hissetikleri için mi Iphone satın alıyorlar yahut zaten -nedenini sorgulamadan- Iphone kullandıkları için mi ve Iphon’e karşı mucibince amel etmek için mi pek çok uygulamayı edinme ihtiyacı peyda oluyor?
İtiraf etmeliyiz ki bu hengâmede biz müslümanlar ise kimi zaman bir şeylerin ters gittiği farkındalığı içerisinde olup İslami bir şeyler yapma telaşesinde ancak çoğu zaman kapitalist mabetlerde gişe sırası beklemekteyiz. “İnsanoğlunun bir ova/vadi dolusu altını olsa, bir ovayı/vadiyi daha ister. İnsanoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Ve Allah tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.” (Müslim, Zekât, 117 “1048”) hadisinin ne anlam ifade ettiğini makro planda insanlığa bakarak mikro planda müslümanların ahvaline bakarak daha iyi anlıyoruz. Zemini böyle inşa edilen bir dünyada ilkokul ikinci sınıftan itibaren diploma odaklı rekabet dünyasıyla yüzleşmek zorunda bıraktığımız çocuklarımızdan tabiata Allah’ı anlamak nazarıyla bakmasını/zihnini bu minval üzere kurmasını istemek maalesef beyhude bir beklenti olmaktan öte geçmiyor. Nihayetinde onlar da kendilerini basmak yahut basamak ikileminin mücadelesi içerisinde, kıvrımlı hayatçıklarda yarasa kahramanlardan birisi olmak telaşesinin orta yerinde buluyorlar. Teoman Duralı’nın “Hayatında hiç kuzu sevmemiş bir çocuğa Allah’ı anlatmaya çalışıyoruz” tespiti tam olarak bu noktada dikkate değer bir mahiyet kazanıyor. Mevzunun neden Amerika olmamalıyız sorusu nda bu zaviyeden bakınca bir hayli ehemmiyetli bir hal alıyor. Hiç bir ahlaki, dini norm önüne engel teşkil etmeyen modern bilim atom bombasını, hidrojen bombasını, nükleer başlıkları, gelişmiş pskolojik harp tekniklerini icad etti. İşin daha vahim yanı bu icatların mucitleri meşruiyetlerini çağın en muteber akademi kurumlarından aldıkları diplomalar ile sağladılar. Her şey bilim adına, bilim adamlarının yanında vuku buldu. Sartre’ın deyişiyle tasavvur dünyasında bir bilgi mühendisi olmaktan öte geçemeyen bu kişilerin insanı dahi metalaştırıp mühendislik nesnesi olarak görmesi kaçınılmazdı. Her şeyin bilindiği dünyada insan unutuldu, unutulmaya yüz tuttu. Post-modern çağ ise bu problemlerin günlük hayatlarını işgal etme tehlikesinden insanları azad etti. “Her seçiş bir vazgeçiştir” diyen Sartre bu cümlesini acaba insanı düşünenlerin (!) insandan vazgeçtiği paradoksunu vecizeleştirmek için mi sarf etmişti ?
Sonuç olarak Amerika/Amerikalı olmak demek insanın varlık denizinde için için kaynayan özünün, ilahi menşeinin hatırlardan silinmeye yüz tuttuğunu bu dünyada diploması muteber olan yarasalı kahraman olarak benimsemek ve buna duyarsızlaşmak demektir. Yani Türkiye’yi Amerika’nın gelişmişlik katına yükseltmek demek benliğimizi, kimliğimizi, dinimizi bir kenara bırakıp protestan bir jargonu giyinmekten başka tercih bize sunmamaktadır. Nitekim Amerika hülyasına öykünerek gecelerini harcayanların yaşantısının da ne kadar kalvinist bir forma evrildiği toplumumuzun bilim tutkunu kesimlerinde çok rahat müşahede edilebilir. Sadece şunu kabul etmeliyiz ki Türk olmak ve Türk olarak kalmak bize hiç bir zaman Amerika olmak şansını tanımayacaktır. Hele müslüman olmak bu meselenin gündemimize alınmasına dahi fırsat tanımayacaktır. Kalu beladan beride tanımamıştır.
GENÇ'ın Yazısı.