Ömer Öztürk

Çanakkale Savaşları, aslında 1914-1918 tarihleri arasında dünya ölçeğinde verilmiş olan büyük bir savaşın –ki zamanında Büyük Savaş olarak isimlendirilegen ama sonradan bir ikincisinin vuku bulmasıyla Birinci Dünya Savaşı yaygın ismiyle dünya kamuoyuna mal olan– dehşetengiz harbin içerisinde belli bir sahadaki bir muharebeyi, bir çatışmayı temsil eder ama ehemmiyeti, neticeleri ve en önemlisi de zayiatı (yaklaşık yarım milyon can) bakımından başlı başına ve etraflı bir savaş olarak kabul edilmiştir. Dünya tarihinde savaş içinde bir savaşın bu derece yaygın akis bulması, denizaşırı bir şöhret kazanması nâdirattandır.

Çanakkale Savaşı, aynı zamanda dünya tarihinde hakkında en fazla kitap, belgesel ve sinema filmi yayınlanan savaş ünvanına da mâliktir. İşin ilginç yanı bu kitaplar ve filmler belli bir dönemle sınırlı kalmamış, bugün bile hâlâ hem de yoğun bir şekilde üretilip okur ve seyirci karşısına çıkarılmaktadır. Üstelik bu filmler öyle derme-çatma, uyduruk ve ucuz prodüksiyonlar (yapımlar) değil, tersine pahalı ve insan-üstü emek ve mesai harcanan eserlerdir. Çanakkale Savaşı ile ilgili yazılan gazete ve dergi yazıları, belgesel filmler ve hele sergi ve müzelerin ise haddi-hesabı bulunmamaktadır. Çanakkale Savaşı ile ilgili bu kadar çok sinema filmi ve belgesel yayınlanmasının en temel sebebi, onun bir labirente, bir dehlizler silsilesine, belki de rus matruşka bebeklerini andıran doğurgan bir iç içelikle örülü içerik, konu, hatıra, strateji v.b. zenginliğine sahip olmasıdır. Savaş, üzerinden yüz yıl geçmesine rağmen, yeni bulgular, yeni hatıralarla, gündemde kalmaya devam etmektedir.

Çanakkale Savaşı ile ilgili bilhassa yabancı sinema filminin bu kadar çok olmasının aslî sebebi ise, Anzak [Anzak: ‘Avustralya, New Zeland Army’ (Avustralya ve Yeni Zelanda Askerleri)’nin kısaltmasıdır. Bu isim Türkler tarafından verilmiştir.] diye tâbir edilen İngiliz, Yeni Zelanda ve Avustralyalıların savaşta baskın bir unsur olmalarıdır. Batılılar âmiyane tabirle kuyruk acıları bulunan savaşları tekrar tekrar işlemeyi çok sevmektedirler ki, buna daha yakın tarihten en mühim misali Vietnam Savaşı teşkil etmektedir.

Bundan başka, Çanakkale Savaşı; Mustafa Kemal, Enver Paşa, Churchill, Liman Von Sanders gibi siyasî ve askerî yıldızlar da husule getirmiştir ki, onlar bile başlı başına bir sinema filmine konu olabilmektedirler. Mesela, Hollywood henüz daha dört başı mamur bir Atatürk filmi çekememiş, vaktiyle bu yolda gerçekleştirilen teşebbüsler akim kalmıştır. Çünkü şahsı etrafında resmî ideolojinin yıllar yılı örmüş olduğu dokunulmazlık zırhı, bir Hollywood filminde dahi olsun, onun insanî yönlerinin ve zaaflarının tasvir edilmesini imkânsız kılmıştır.

Bu çizdiğimiz ana hatlar ve genel dökümünü yaptığımız malûmat ışığında, Çanakkale temalı filmlerin bir kısmını incelemeye ve değerlendirmeye gayret edelim:

1) GALLİPOLİ (Gelibolu): Batı Roma topraklarını asırlardır yurt ve mülk edinmiş olan Anadolu halkının Çanakkale Savaşı esnâsındaki akıllara durgunluk veren direnişi, şüphesiz batı âleminin işine gelmemiştir. Bugün bile hâlâ Anadolu’yu ele geçirme sevdaları sürmektedir. Tabiatıyla, her türlü batı ve yahudi yanlısı düşüncenin merkez üssü haline gelmiş bulunan Hollywood, Çanakkale’ye ilgisiz kalmamakta, yerküreye her seferinde bir Avustralya, bir Yeni Zelanda ruhu üfürmektedir. Dikkatinizi çekerim: “Tell England” (Anlat İngiltere) adlı romandan sinema diline aktarılan “Gallipoli” isimli 1981 yapımı Çanakkale filminde iki Avustralyalı kardeşin hikâyesinin nakledilmesi ve başrole de Mel Gibson’ın soyunması bir tesadüf eseri midir? Daha düne kadar başarılı kurgusu ve altmetniyle Çanakkale filmleri arasında ayrıcalıklı bir konumda oturan “Gallipoli” bugün yeni çekilen gösterişli ve astronomik bütçeli filmler tarafından bu güçlü konumundan indirilmiştir. Film, savaşın acılarını ve insanlık üzerindeki maddi ve manevi tesirlerini canlı bir resim gibi işlemiş olması bakımından güçlü bir psikolojik bir zemin ve altyapıya sahiptir. Peter Weir’ın yönetmiş olduğu filmin ilginç özelliklerinden biri de Türkçe konuşmalara da yer vermiş olmasıdır. Ne var ki, anlatıcı İngiltere’dir. İngiltere bizim acılarımızı anlatmayacağına göre elbette kendi acılarını anlatacaktır. Peki ona bu acıları yaşatan kimdir? Türkler mi? Acaba?

2) BİR MİLLET UYANIYOR: “Bir Millet Uyanıyor” adlı kahramanlık filmi; bir Türk filmi, eskilerin tâbiriyle tam bir ‘yerli film’ ve tabiatıyla yerli bir filmin bütün niteliklerini içine alıyor. Türk Sineması’nın çok yoğun bir sûrette film ürettiği 1960’lı yılların ikinci yarısında, 1966 yılında çekilmiş olan filmin başrollerini Kartal Tibet ve Erol Taş gibi efsanevî Yeşilçam aktörleri paylaşıyor. Filmde Türk Sineması’nın klasik ağdalı ve hayli abartılı anlatımından da bol bol istifade edilmek sûretiyle, hamasî bir sinema diline yer veriliyor. Türk Sineması’nın sahasında üretilmiş sayılı filmlerinden olan “Bir Millet Uyanıyor” Çanakkale Savaşı’nın hemen ardından Anadolu insanının uyanışını ve bir aslan misali kükreyerek yedi düveli (devleti) önünde diz çöktürüşünü ele alıyor. Bir yerde, şahlanışın Atatürk’ün Samsun’a çıkmış olduğu 19 Mayıs 1919’dan itibaren değil de Çanakkale Savaşı’ndan itibaren başladığını anlatarak bambaşka bir tarihî gerçeğe kamuoyunun dikkatlerini yöneltiyor. Filmin yönetmenliğini sonraki yıllarda yönetmenlik faaliyet ve mesaisini ailevî komedi filmleri çekmeye hasredecek olan Ertem Eğilmez üstlenmiş.

3) WATER DİVİNER (DALGIÇ): 2014, Birinci Dünya Savaşı’nın yüzüncü sene-i devriyesi idi; henüz geride bıraktığımız 2015 yılı ise Çanakkale Kara ve Deniz Savaşları’nın yüzüncü yıl dönümü. Bu vesileyle hem Birinci Dünya Savaşı, hem de Çanakkale Savaşı hakkında pek çok kitap yayınlanıyor, sergiler açılıyor ve tabiî belgesel ve uzun metrajlı filmler çekiliyor. Bunlardan biri de Hollywood yapımı ve Deniz Akdeniz, Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan ve Mert Fırat gibi geniş bir Türk aktör desteğiyle güçlendirilmiş Water Diviner. Filmin yapımcı ve yönetmen koltuğunda meşhur Hollywood artistlerinden Russel Crowe oturuyor. Pahalı, geniş bir oyuncu ve ışıkçısından, makyözüne, dekorcüsünden kostüm tasarımcısına varıncaya değin geniş bir mutfak kadrosuna sahip bir yapım olan film, Avustralyalı bir babanın Çanakkale Savaşı’na gidip de geri dönmeyen oğlunu bulmak üzere Türkiye’ye gelmesi gibi içi-boşaltılmış ve pek de özgün bir tarafı bulunmayan bir hikâyeden yola çıkıyor. Çıkıyor ve ortaya da gösterişli, dünya kamuyouna Türk-İngiliz dostluğu ve ilelebet barış sloganıyla arz edilen, yavan, tatsız-tutsuz bir film çıkıyor.

4) SON MEKTUP: Yeni çekilen, taze bir Çanakkale filmi de Son Mektup. Bu da bir dönem filmi ve bütün dönem filmlerinin talihsizliğine uğramış durumda. Seyretmek vakit kaybı teşkil edebilir. Çanakkale Savaşı çok işlenmiş bir konu olduğu için, hele orijinal bir konu da bulunmayıp dramatik sürükleyici unsurlardan mahrum kalındığında, tekrara düşme ihtimali çok fazladır. “Son Mektup” filminin konusuna göz attığımızda, fevkalade, ilgi çekici bir unsur göremiyoruz. Tayyareci Yüzbaşı Salih Ekrem’in Birinci Dünya Savaşı esnasında gönüllü olarak Çanakkale Cephesi’ne gidişiyle başlayan olaylar dediğinizde, ortada cılız, kuvvetsiz, ve mahir bir yazarın elinden çıkmadığı besbelli, bir senaryoyla karşı karşıya olduğunuzu derhal anlayabiliyorsunuz. Zaten bu mektup meselesi çok işlenmiş bir konu. Askerlerin orijinal mektupları belki bir kitapta, bir belgesel filmde yayınlansa ilgi çekici olabiliyor ama uzun metrajlı bir filmde aynı şeyi söylemek mümkün değil. Sonuç olarak Tansel Öngel ve Hüseyin Avni Danyal gibi kabiliyetli ve tecrübeli aktörlerin de kurtarmaya yetmediği, duvarlarda devasa bilbordlarla, gazetelerde çarşaf çarşaf ilânlarla duyurusu yapılan bir filmden geriye maalesef bir hiç kalıyor.

5) ÇANAKKALE GEÇİLMEZ-DERİNLERDEKİ TARİH: Tecrübeli televizyon takdimcisi, dalgıç ve sualtı araştırmacısı Savaş Karakaş’ın ellerinden çıkma orijinal bir belgesel film çalışması olan Derinlerdeki Tarih, Çanakkale Savaşı’nın –kelimenin tam anlamıyla– derinliklerine iniyor. Çanakkale Savaşı’yla özdeşleşmiş ve çoğu deniz savaşları sırasında batırılmış bulunan, halen Çanakkale Boğazı’nın derinliklerinde sonsuz uykularını uyumakta bulunan şaşa’alı savaş gemilerinin (Mesudiye, Yavuz, Midilli, Sackville Garden, Lundy, Agamemnon, İrresistible, İnflexible v.b.) enkazlarına dalarak bunları filme alan ve savaşla iç içe geçmiş hikâyelerini enfes sualtı batığı görüntüleriyle süsleyerek nakleden Savaş Karakaş, hakikaten başarılı ve özgün bir iş çıkarmış. Aslında eşzamanlı olarak bir sergiye de konu olan belgesel, öyle çok masraflı, bir sürü insanın elinden çıkma bir iş olmasa da, ilgi-çekici seslendirmeleri, birebir savaş tanıklıklarıyla zenginleştirilmiş etraflı tarihî malûmatı samimi bir üslupla vermesi, hasılı sıkılmadan izlenilebilirliği sayesinde alkışı hak ediyor.

6) TELL ENGLAND (ANLAT İNGİLTERE/GELİBOLU MUHAREBESİ): Antony Asquith’in 1931 senesinde çekmiş olduğu “Tell England” isimli sinema filmi, çok mühim hususiyetler ihtiva ediyor. Birinci olarak, film dünya sinema tarihinde Çanakkale Savaşı’nı ele alan ilk konulu film olma özelliğine sahip ve bu türün diğer filmlerine kapıyı aralamış olması hasebiyle sahiden orijinal bir nitelik içeriyor. İkinci olarak, filmimiz, 1929’dan itibaren yaygınlaşan “sesli sinema” devrinin de ilk Çanakkale konulu filmidir. Bu hesapça sessiz sinema döneminde, savaştan mühim kareler sunan kısa filmler dışında, bir Çanakkale filmi çekilmemiş ve sinemanın görsel hem de işitsel bir hüviyete bürünüp hayatî esaslar üzerine oturmaya başladığı 1931 senesi beklenmiş. Fay Compton ve Tony Bruce’un başrollerini üstlendiği ve tabiatıyla siyah-beyaz olarak çekilen film, “Tell England” adlı romandan aynı adla sinemaya aktarılmış ve başlangıçta da temas etmiş olduğumuz üzere, 1981 senesinde yeniden ama bu kez “Gallipoli” (Gelibolu) adıyla Peter Weir’ın yönetiminde filme alınmış.

7) SEYİT ONBAŞI: Çanakkale Savaşı ile ilgili pek çok çizgi film de yapılmış ve “Seyit Onbaşı” bunlardan sadece biri. Çizgi film olduğu için, öncelikle ve özellikle çocuk seyircileri hedef alan ve çocukları millî tarihimiz hakkında bilgilendirmesi sebebiyle hayatî bir hizmeti eda eden Seyit Onbaşı, ismiyle müsemmâ, Seyit Onbaşı’nın artık ezberlenmiş bulunan hikâyesini konu alıyor. Buna göre, Seyit Onbaşı, savaşın tam da gidip-geldiği bir an-ı hayatîde 215 kilo ağırlığındaki top mermilerini sırtına almış ve top namlusuna sürüverilmesini sağlamıştır. Biraz da efsanevî bir niteliğe bürünen bu hâdise, Çanakkale Savaşı’nın kahramanlık ve cesaret simgelerinden biri hâline gelmiştir, ve yapımcılar da bu durumu nazar-ı dikkate almış olacaklar ki, Seyit Onbaşı’nın çizgi filmini yapmaya karar vermiş ve ehil ressamlara binlerce sayfa resim çizdirmişler.

8) SARI-SİYAH: Levent Akçay’ın yönetmiş olduğu bu sinema filmi, İstanbul Sultanisi`nin (İstanbul Erkek Lisesi) 1915 kuşağını konu alıyor ve ismini de bu sultaninin renklerinden (sarı-siyah) alıyor. 1915 senesinde savaş âniden patlayınca, lise talebeleri de savaşa alınmış ve lise hemen hemen bütün öğrencileri şehit olduğu için 1915 yılında mezun verememiş. Şehit olan öğrenciler anısına, okulun pencere ve kapıları siyaha boyanmış. Hissî ve hüzün içeren unsurlarla dopdolu film bugünün gençleri için de ibret verici manzaralar arz ediyor. Çanakkale Savaşı’nda sadece İstanbul Sultanisi değil, daha pekçok mektep talebesi de askere koşmuş ve şehitlik mertebesine erişmiştir.


GENÇ'ın Yazısı.