Ebubekir Sifil: Bir Müslüman Olarak Evrimi Savunmak Mümkün Değil
Esad Mücahid Eskimez
Evrim tartışmaları alevlendiğinden bu yana, Müslüman alimler içerisinde konuya en fazla açıklama getiren isimlerden biri Ebubekir Sifil oldu. Dosya konusu olarak işlediğimiz bu meselede elbette kendisine görüşlerini sormamız gerekirdi. Evrim bilimsel bir gerçek mi yoksa sadece teori mi? Gelenekteki ulemamız bu meseleye nasıl baktı? Kutsal kitaplarda evrim geçiyor mu? Tartışma neden yeniden alevlendi? Merak edilen soruları Ebubekir Hoca içtenlikle yanıtladı.
Evrim Teorisi üzerine tartışmalar, ülkemizde birçok konuda olduğu gibi bir cedel mevzusu haline geldi. Kimileri bilimsel bir gerçek olup tartışılamaz olduğunu söylüyor, kimi ise sadece teoridir diyor. Sizin zaviyenizden mesele aslında nedir?
Bismillâhirrahmânirrahîm. Evrim teorisi, bildiğimiz formatıyla ilk olarak 1800’lü yılların ortalarında Charles Darwin tarafından ortaya atıldı. Gerek evrenin bir Yaratıcı tarafından var edildiği hakikatini reddedenler (ateistler), gerekse bir Yaratıcı’ya inandığını söylediği halde Hâlık-mahluk ilişkisini çarpık bir anlayışla kuranlar (teistler ve deistler), alemin nasıl var olduğunu açıklama sadedinde birçok teori ortaya attılar. Bir kısmı “tesadüf” dedi, bir kısmı klasik felsefedeki “sudûr” teorisini andırır şekilde varlığın ilk nüvesine bir Yaratıcı kudretin vücut verdiğini, sonraki süreçlerin birbirini tetiklediğini söyledi.
Kısaca yaygın olarak bilindiği şekliyle evrim, canlı varlıkların, bir “ilk nüve” sonrası çeşitli etkenler sonucu milyarlarca yıllık süreçler içinde birbirlerinden dönüşerek bugünkü çeşitliliğe ulaştığı düşüncesidir. Evrim, “bilimsel bir hakikat” değil, bir “teori”dir.
Farabi, İbn-i Sina, Gazali gibi İslam alimleri bugüne kadar evrim hususunda herhangi bir fikir belirttiler mi? Eğer belirttilerse bu fikirlerin mahiyeti nedir?
Yukarıda da işaret ettiğim gibi yaratılışın mahiyeti konusunda İslam felsefesinde de çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Temeli Platon’a dayanan, daha sonraları Fârâbî, İbn Sînâ gibi filozoflar tarafından geliştirilen “Sudûr teorisi” bunlardan biridir. Alemin, Allah Teala’dan sudûr eden “ilk akıl”dan (akl-ı evvel), sonra ondan sudûr eden diğer akıllardan ve göksel varlıklardan oluşan kategorinin (ulvî alem) son aşaması olan “küllî akıl”dan (akl-ı küllî) sudûr ettiği savunulmuştur. Bu teoriye göre “ay altı alem” denilen “süflî alem” bu “faal aklın” eseri olmaktadır. Ancak -bir yönüyle alemin ezelîliği anlamına gelen- bu teorinin evrimle herhangi bir ilişkisi yoktur.
Küre-i arz üzerindeki varlıkları “madenler-bitkiler-hayvanlar-insanlar” şeklinde tasnif eden İslam uleması arasında, mezkûr her bir kategorinin kendi arasında “basitten bileşiğe doğru” bir çeşitlenme arz ettiğini söyleyenler olmuştur. Ancak burada da söz konusu kategoriler arasında geçişlilik (türler arası geçiş) bulunduğunu söyleyen olmamıştır. Aralarında İmam el-Gazzâlî’nin de bulunduğu kelam, fıkıh, hadis, tefsir uleması hakkında ise böyle bir meselenin gündeme getirilmesi dahi mümkün değildir. Evrim’in en temel unsurlarından biri olan “türler arası geçiş”i dile getiren ve savunan tek bir Müslüman alim/filozof göstermek mümkün değildir!
Kutsal kitabı olan dinlerde evrim meselesine dair bir metne rastlayabiliyoruz muyuz?
Temelde bir Yaratıcı’ya iman etmekle birlikte, evrim düşüncesine şu veya bu şekilde olumlu bakanlar olmuştur. Genellikle “teistler” arasında yer alan bu kitle, evrim konusuna aşağı yukarı “deistler” (bir Yaratıcı’ya inanmakla birlikte, herhangi bir dine intisap etmeyenler) gibi yaklaşmıştır. Ancak ne eldeki muharref Tevrat’ta ve genel olarak Ahd-i Atîk’te, ne de muharref İnciller’de ve genel olarak Ahd-i Cedîd içinde evrim teorisine geçit veren bir ifadeye rastlamak mümkündür. Özellikle Tevrat’ın bu konudaki ifadeleri oldukça nettir. “Tekvîn” bölümü alemin nasıl yaratıldığının anlatımıyla başlar. Orayı okursanız, bitki, hayvan, insan her bir canlının müstakil birer varlık olarak yaratıldığını görürsünüz. Bununla birlikte son zamanlarda kendisini Yahudi veya Hristiyan olarak ifade etmekle birlikte evrim düşüncesini benimseyenler olduğu malumdur. Whitehead, Harstshone, Swinburne gibi teistler örnek olarak zikredilebilir.
Genel olarak evrim ile Darwinci Evrim arasında bir fark gözetiyor musunuz? Meseleye bir Müslüman olarak baktığınızda her iki görüşe de eşit mesafede misiniz?
Evrime inananlar bugün, yaratılışın başlangıcını Yaratıcı’ya bağlayanlar ve ateistler olarak iki grubu temsil etmektedir. Hatta bunlara, agnostikleri (bilinemezciler) de ekleyebiliriz. Evrim teorisini benimsemeyen bir ateist düşünülemeyeceği için burada şöyle bir tasnif yapabiliriz: Evrim teorisi ortaya atıldıktan sonra her ateist bu teoriyi benimsemiştir ancak her evrimci ateist değildir. Söz gelimi biyolojiye evrim kavramını ilk sokan isim Haller’dır, ama kendisi bir ateist değildir. Dolayısıyla evrimcileri en genel anlamda “ateist olanlar ve olmayanlar” şeklinde sınıflandırabiliriz. Darwin ilk gruptandır. Meseleye bir Müslüman olarak baktığımızda, yaratılışla ilgili açık ve kesin naslarla kesin bir biçimde çatışma teşkil ettiği için bir Müslümanın evrim teorisini (hangi kesime ait olan olursa olsun) benimsemesi ve savunması mümkün değildir.
Herhangi bir bilimsel teorinin dini söylem ile çatışması durumunda bilimsel teoriye nasıl yaklaşılmalıdır?
Bilim, yanlışlanma üzerine kuruludur. Bugün söylediğini yarın çürütür. Tıpkı dün söylediğini bugün çürüttüğü gibi. Elbette bunu söylerken, “Bilimin kesin biçimde ispatladığı, yanlışlanması mümkün olmayan hakikatler yoktur/olamaz” demek istemiyorum.
Burada Din-Bilim ilişkisini sağlıklı bir zemine oturtmak için tafsile gitmek elzemdir. Şunu söyleyebiliriz: Dinî referanslar arasında sübut ve delalet açısından ikiye ayrılır: Kat’îler ve Zannîler. Bilimin kabulleri de aynı şekilde kat’îler ve zannîler diye ikiye ayrılır.
Müslüman meseleyi şöyle algılar: Dinî referanslar da bilimsel kabuller de sübut ve delalet açısından kat’î ise, aralarında çatışma olmaz. Birincisi (dinî referanslar) zannî, ikincisi kat’î ise, kat’î olan diğerine tercih edilir. Zannî olan tevil edilir. Birincisi kat’î, ikincisi zannî ise (evrim meselesi bu kategoridedir) birincisi tercih edilir. Her ikisi de zannî ise, birincisi tercih edilir.
Evrim teorisi, adı üstünde bir “teori”dir! Ve bu teoriyi ispatlamak adına –özellikle son yüzyılda– uyduruk fosiller üretmek gibi “bilimsel” kepazelikler sergilendiği herkesin malumudur. Bir Yahudi veya Hristiyan, evrim teorisini kutsal saydığı metinlere aykırı bulmayabilir. Ama konuyla ilgili Kur’an ve Sünnet nassları açık ve kesin (sübut ve delaleti kat’î) olduğu için bir Müslümanın evrim düşüncesini benimsemesi mümkün değildir. Hatta bir adım daha ileriye giderek söyleyeyim, ilgili nassların sübut ve delalet noktasındaki kat’iyyeti dolayısıyla evrime inanmak kişinin imanını tehlikeye sokar!
Bilimsel bir teoriye inanç mantığı üzerinde yaklaşmak ne derece doğru? Bu ve benzeri durumlarda sizce yapılması gereken nedir?
Bilimsel teoriler, dinin naslarıyla çelişmediği/çatışmadığı sürece onlara din adına karşı çıkmak veya onları din adına savunmak anlamsızdır. Çünkü onlar, gerçeklikleri yüzde yüz nispetinde ispat edilemediği için “teori” adını almıştır. Problem, henüz teori seviyesindeki kabullerin din adına savunulmasıdır. Yarın bu teoriler çürütüldüğünde, onları savunmak için atıf yapılan dinî referanslar da otomatik olarak “çürütülmüş” olur çünkü!
Bilimsel bir paradigmaya inanmak yoluyla İslam dinini iman-inanç düzeyinden, argümanlar ile savunulan rasyonel bir tartışma zeminine çekmeyi doğru buluyor musunuz?
Belki bir kısım muhatapları nezdinde faydalı sonuçlar verebilir olmakla birlikte, genel olarak dinin bilimsel temellerle izahı tavrını hiç sıcak karşılayamadım. Eğer “25/en-Nûr, 35” ayetine imanımız ampulün icadı sayesinde artıyorsa, o imanı gözden geçirmek zorundayız demektir. Bununla birlikte, kendisini “bilimsel” düşünmeye şartlamış biri, dini de o süzgeçten geçirme ısrarındaysa, belki böylelerine o yaklaşım fayda verebilir. Belki!
Evrim üzerine yapılan tartışmaların zaman zaman alevlenmesini neye bağlıyorsunuz? Bugünlerde tekrar bu tartışmaların dozu niçin arttı?
Müslümanların enerjisini kendi içinde tüketmek isteyenlerin özellikle açtığı alanlardan biri olarak görüyorum bu meseleyi. Son yarım asır içinde yaptığımız “İslamî” tartışmaların, daha doğru bir ifadeyle, tartıştığımız İslamî konuların Müslümanlığımıza ne kattığı, Ümmete ne kazandırdığı sorusunun cevabı, ne demek istediğimi açıklar. Bu ümmet, bu milletin doğrulmasıyla doğrulacak. Bu milletin doğrulması domino etkisi yapacaktır. Bunu çok iyi bilen odaklar, bizi sadece Suriye’yle, Irak’la, PKK’yla, FETÖ’yle değil, İslam’ın içini boşaltmaya ayarlı “Kur’ancı”larla da meşgul ediyor.
GENÇ'ın Yazısı.