Kurtuba`da Yükselen Endülüs Medeniyeti
Yunus Emre Tozal
”Ger Endülüs olmasa ziyâdâr, / Kim Avrupa’yı ederdi bidâr / (Eğer Endülüs ışık saçmasaydı, Avrupa’yı bilgisizlik uykusundan kim uyandırırdı?)” / Ziyâ Paşa
Kurtuba. Zihin dünyamızda keşfedilmeyi beklenen bir nutfe. Yüzlerce kütüphanenin oluşturulduğu, en ince mimari estetik ile yapılmış yüzlerce caminin, sarayın yapıldığı; hadis, tefsir, kelam, astronomi, matematik, botanik, filoloji, mimari, tıp, eczacılık alanlarında binlerce âlimin yetiştiği; bir o kadar eserin üretildiği, yüzlerce medresenin kurulmuş olduğu İslam medeniyetinin gözü yaşlı beşiğidir Endülüs. Endülüs Tarihi kitabının yazarı Ziya Paşa, sadece Kurtuba şehrinde 200 bin hane, 600 cami-i şerif, 500 hastane, 800 medrese, 9 hamam bulunduğunu belirtir. Nüfusun da buna göre tahmin edilebileceğini ifade eder.
Medreseleri, eserleri, kütüphaneleri, kervansarayları, sokakları, mimari estetikleriyle yaptıkları sarayları ve camileriyle ile Batı’nın 700 yıl sonra ulaşabildikleri imkânları, düşünsel açılımları, Kurtuba’da yükselen Endülüs medeniyeti o dönemde yakalamıştı. “Convivencia” yani insani değerlere bağlı kalarak yaşama sanatının tarihte en güzel örneğini uygulayan Endülüslü Müslümanlar, üç asır boyunca içinde yaşadığımız medeniyetin anneliğini yapmıştır. Müslümanların gayrimüslimlere hoşgörülü davranışları konusunda Batılı bir düşünür olan Chatfield şunları söylemektedir: “Araplar, Türkler ve başka Müslümanlar, Hristiyanlara karşı Batılı milletlerin, yani Hristiyanların uyguladıkları muamele ve gaddarlığın aynısını yapmış olsalardı, bugün Doğu’da tek bir Hristiyan bile kalmazdı.”
Arapların ve Asyalı göçebelerin oluşturduğu Endülüs Emevileri 756’dan 1031’e kadar 275 sene büyük bir devlet olarak hüküm sürdüler. İbn Haface’nin Divanı’nda geçen şu dizeler bu medeniyetin parlak günlerine dair söylenmiştir: “Ey Endülüs sakinleri! Ne mutlu size ki sulara, nehirlere, ağaçlara ve gölgelerine sahipsiniz. Cennet bahçesi sizin diyarınızdan başka bir yerde değil ve şayet seçebilecek olsaydım, bu diyarda kalmayı seçerdim. Yarın cehenneme düşmekten korkmayın, çünkü cennet nimetlerini tatmış olan hiç kimse ateşe sokulmamıştır.”
Devletler ve milletler yıkılır; geriye onların ilim ve sanat eserleri, onların yaşayışlarını, nizam ve münasebetlerini anlatan tarihleri; yani medeniyetleri kalır. 2 Ocak tarihi, Endülüs medeniyetinin, Kurtuba’nın somut bir devlet olarak yıkılışının tarihidir. 2 Ocak 1492’de Endülüs’ün ve Gırnata’nın bilge emiri Ebu Abdullah, şatafatlı bir törenle şehrin anahtarlarını Aragon kralı Ferdinand ile Kastilya kraliçesi İsabel’e teslim eder. Kendisi de eşini ve aile fertlerini alarak görkemli el-Hamra’nın üst tarafında ve Sierra Nevada dağlarının eteğindeki kayalık tepeye çekilir ve bugün İspanyolların “El-Ultimo Suspiro del Moro” (Mağribli’nin son iç çekiş yeri) dedikleri yerden teslim ettiği hazineyi göz yaşlarıyla seyreyler. Bir İngiliz yazarı (Stanley Lenpol) Kurtuba’yı şöyle anlatır: “Sarayları, bahçeleriyle pek güzel olan Kurtuba’nın ilim müesseseleri insanı hayrette bırakırdı. Kurtuba müderrisleri ve muallimleri, memleketlerini Batının bilgi hazinesi haline getirmişlerdi. Kurtuba’ya Avrupa’nın her tarafından talebe akını olurdu. Hekimlik, Endülüs bilginlerinin buluşlarıyla “Galinos” devrinden beri ulaşamadığı yüksekliğe çıkmıştı. Astronomi, Kimya, Coğrafya, Biyoloji gibi bilgiler Kurtuba’da bütün ihtişamıyla gösterildi. Edebiyat ise Avrupa’da hiçbir zaman bu kadar ileri gidememişti.”
İslam Kültür ve Medeniyetinin Batıya Açılan Kapısı: Endülüs
Miladi 710 yılına kadar Kuzey Afrika’nın birçok bölgesini kontrol altına alan Müslümanlar, Akdeniz’i aşarak Avrupa topraklarına geçmişler, Tarık bin Ziyad’ın öncü birliğiyle İspanya topraklarına ayak basmışlardı. Müslümanlar karşılarına çıkan Rodrigo komutasındaki Vizigot ordusunu mağlup ederek, Malaga, Elvira, Cordoba ve Vizigotların başşehri Toledo’yu ele geçirdiler. Diğer tarafta Musa b. Nusayr da 712 yılında Kuzey Afrika’dan ordusuyla harekete geçerek Sevilla, Carmona, Niebla, Meyrida gibi önemli İspanyol merkezlerini zapt edip Toledo’da Tarık Bin Ziyad ile birleşir. Bu iki gücün birleşmesiyle bir yıl içinde Leon, Galicia, Lerida, Barcelona ve Zaragoza şehirleri ele geçirilerek, Endülüs’te Batı Avrupa’yı hedef alan yeni akımlar başladı.
I. Abdurrahman sürgününde Kurtuba’ya gelmiş ve Endülüs Emevi Devletinin başkenti olarak da Kurtuba’yı seçerek etkisi yıllarca sürülecek, Muhyiddin İbn Arabî, İbn Cebirol, İbn Bâcce, İbn Tufeyl, İbn Rüşd gibi büyük düşünürlerin, filozofların yetişmesine ortam sağlayacak bir medeniyet inşasına başladı. Maria Rosa Menocal, Endülüs Medeniyetinin gelişme aşamasını şöyle ifade ediyor: “Görkemli Kurtuba şehri ve bu şehri başşehir yapmış olan Endülüs yönetimi, Batının kültürel, maddi ve entelektüel refahının kara deliğini doldurmuştu. 1000 yılını izleyen ilk asır içerisinde her türden yan yollar açılacak ve nasıl bir yaşamın var olabileceği ve bir kültürün neler elde edebileceği ile ilgili olarak dikkatler uzak kuzeydeki eteklerde yer alan toprakların dış köşelerine ulaşmaya başlayacaktı.”
Washington Irwing, Arapların ve Asyalı göçebelerin Endülüs’e gelmeleriyle, Endülüs’e doğunun hikmet ışığını saçtıklarını, diğer memleketlerin solgun talebelerinin Araplardan ilim tahsil ettiklerini, derin antik bilgileri öğrenmek için Toledo, Kurtuba, Sevilla ve Gırnata Üniversiteleri’ne devam ettiklerini belirtir. Irwing, eğer Arapların ve Asyalı göçebelerin oluşturduğu büyük ordunun Endülüs’ü fethederken Tours Ovaları’nda durdurulmamış olsalardı, bugün Paris ve Londra’nın mabetlerinde ‘hilal’in yükselebileceğini ifade eder. Sezai Karakoç da Çıkış Yolu I adlı kitabında Washington Irwing’in tespitine nazaran şu önemli tespiti yapar: “Endülüs bizden imdat istediği zaman, biz henüz Akdeniz hâkimiyetini bile kurmuş değildik. Eğer Timur’un Anadolu’yu istilası olmasaydı, İstanbul’un fethi daha önce müyesser olacak ve Endülüs’ün imdadına yetişecektik. Endülüs’ün imdadına yetişseydik ne olurdu? Bu, tarihin toptan değişmesi olurdu. Çünkü Endülüs Avrupa’nın batısındaydı, Osmanlı ise doğusunda: Avrupa iki taraftan kıskaç altına alınmış demekti. Bir medeniyet, yani bizim medeniyetimiz, İslam medeniyeti Avrupa’yı doğudan ve batıdan kuşatmış durumdaydı. Ve bu medeniyet, bir gün belki orta yerde. Viyana’da buluşacaktı. İşte o zaman tarih tümüyle değişecekti.”
Dünya dört temel üzerine yükselir: 1-) Faziletli kişilerin ilmi 2-) Büyüklerin adaleti 3-) Salihlerin duası 4-) Yiğitlerin cesareti (Gırnata Üniversitesi’nin kapısı)
Endülüs hikmetin üretildiği bir medeniyet inşa etmiş, irfanın Müslümanların oluşturdukları hikmet evini şöyle tarif eder Irwing: “İspanya’daki Müslüman imparatorluğu, dikildiği toprakta iyice kök salamayan, dışarıdan gelme şahane bir bitki gibi oldu. Bütün Batı komşularıyla aralarında aşılmaz dini engeller ve gelenekler bulunan ve doğulu hemcinslerinden de çöl ve denizlerle ayrılmış olan İspanya Mağriplileri tecrid edilmiş bir halk olarak kalıyorlardı. Onların bütün hayatı, gasp edilen bir memlekette ayakta durmak için uzun, yiğit ve kahramanca bir mücadele haline geldi. Onlar İslam’ın öncülüğünü yapıyorlardı. İslam’ın yayılma prensibinden vazgeçtiler, İspanya’da huzurlu ve devamlı bir hâkimiyet kurmaya çalıştılar.”
Tarihî kaynaklar Endülüslü âlim Abbas Bin Firnas’ın da uzun çalışmalar sonunda yeni bir keşifte bulunup bir cihaz yaptığını, üzerine kumaş geçirip kanat yerine büyük kuşkanatları taktığını ve bu aleti çalıştırarak havalanıp uçtuğunu kaydeder. Üstelik havada uzun süre kuşlar gibi süzüldüğünü, daha sonra da yavaşça yere indiğini söyler. Endülüslü âlim Abbas Bin Firnas, laboratuarlarda suni bulutla gök gürültüsü ve yıldırım meydana gelişini gösterecek kadar, yüksek ilmî seviyeye ulaşmıştı. Nobel ödüllü ünlü Fransız fizikçi Pierre Curie “Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı. Atomu parçalayabildik, eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı elimize ulaşmış olsaydı, bugün çoktan uzayda galaksiler arasında seyahat ediyor olacaktık” demişti.
GENÇ'ın Yazısı.