Tam üç gün boyunca karnında ölen bebeğini yabancı bir ülkede olduğunuz için aldıramayıp hayatınızı tehlikeye atmanın nasıl bir şey olduğunu tahayyül edebiliyor musunuz? Ben edemiyordum, ta ki o telefona kadar. 

Tam üç gün boyunca karnında ölen bebeğini yabancı bir ülkede olduğunuz için aldıramayıp hayatınızı tehlikeye atmanın nasıl bir şey olduğunu tahayyül edebiliyor musunuz? Ben edemiyordum, ta ki o telefona kadar.

Birazdan okuyacağınız röportajı gerçekleştirdiğim Suriyeli Hulud hanıma röportaj esnasında bir telefon geldi. Suriye’den ailesiyle beraber ülkemize sığınan bir hanımın üç gün önce karnında bebeği ölmüş, fakat dil bilmediği için hiçbir hastaneye gidemiyormuş. Suriye’den gelen kardeşlerimiz Sağlık Bakanlığı’ndan gelen hususi tercüman vasıtasıyla işlerini halledebiliyorlarmış. Bu sayede işleri kolaylaşabiliyormuş. Bakanlıktan gelecek olan tercüman epey gecikince Hulud hanım devreye girmek istedi; 3,5 yıl içerisinde öğrendiği Türkçesi ile.

Röportajı yaptığımız yer ile Suriyeli hanımın bulunduğu hastane araçla yaklaşık yarım saatlik mesafedeydi. Hulud hanım taksiyle gitmek isteyince ben de kendisini götürebileceğimi söyledim ve yola koyulduk. Süleymaniye Doğumevi’nin kapısına vardığımızda Hulud hanım hızla arabadan indi ve hastaneye koştu. Yaklaşık 20 dakika kadar kapıda bekledim ve hepsi beraber dışarı geldiler. Meğer hastane karnında bebeği ölen ve bu sebeple bir an önce operasyona girmezse kendi hayatı tehlikeye girecek olan bu hanımı bazı bürokratik sebeplerden ötürü alamamış. Samatya Devlet Hastanesi’ne yönlendirmişler, biz de hemen Samatya’ya geçtik. Ne yazık ki bu hanımı orada da kabul etmediler. Ameliyat sırası için en erken bir hafta sonrasını verebiliyorlardı. En son Hulud hanım bir yerlerden para bulabilirse hızlıca yarın özel bir hastanede ameliyata götüreceğini söyledi ve ayrıldık.

Bu hadise günümün berbat şekilde geçmesi için çok büyük bir sebep olmuştu o gün. Hastanede çalışanlar, doktorlar ellerinden geleni yapıyorlar şüphesiz; hatta birçok hastanemizde belli bir saatten sonra sadece Suriyeli hastalara bakıyor doktorlarımız. Bu işi gönüllü olarak yapan doktorlar bile var, Allah hepsinden razı olsun. Yine de kendimizin bile çoğu zaman takıldığı bürokratik işlemler, dilini dahi bilmediği bir ülkede yaşayanların sıkıntılarını kat be kat artırıyor.

Hiç kimse istemez kendi evini, yuvasını, sokağını, kültürünü, şehrinin havasını, kokusunu bırakıp başka bir yere yerleşmeyi. Başlarından aşağıya yağmur yağar gibi bombaların yağdığı bu insanlar, adaletli görmedikleri bir savaştan kaçıp, birçoğunun sadece “Müslüman ülke” olarak görme sebeplerinden ötürü ülkemize sığınmışlığı var. Eşini, çocuğunu, canını korumak için günlerce bombalar altında çoğu zaman yürüyerek sınıra kadar gelip Türkiye’ye geçen Suriyeli muhacir kardeşlerimize ensar olabilmenin de nasip işi olduğunu düşünmeye başladık artık. Çünkü bu güzel vasıf ne yazık ki herkese nasip olmuyor.

Çocuğunu, hanımını, ailesini korumak için Suriye’den binbir zorlukla ülkemize gelen Halid Al-Rahmun ve hanımı Emani Al-Rahmun da bu duruma sadece iki örnek. Haysiyetsizce öldürülen Emani, karnındaki bebeği ve 10 aylık evladı hepimizin kalbini titretti; Suriyeli kardeşlerimize nasıl yaklaşmamız gerektiğini bir kez daha düşündürdü hepimize. Yaşadıkları bunca zorluğa rağmen en azından bu topraklarda biraz olsun nefes alsın muhacir kardeşlerimiz… En azından yaşadıklarının izlerini burada biraz olsun silebilsinler… Yaşadıklarından daha kötülerini görmesinler bu topraklarda, bombalardan daha utanç verici durumlarda bırakılmasınlar, insan oldukları unutulmasın en azından…

Allah bizlere hakiki manada ensar olabilmeyi nasip etsin; çünkü çok fazla acı görmüş muhacirimiz var… 


Hatice Sarı Tan'ın Yazısı.