İstikrar
İstikâmeti bulmak ve bilmek şart. Az da olsa dâimî yapılan ibadetlerin daha efdâl olması da müthiş bir nasihat. Ama istikâmeti bilmek, bulmak da yeterli değil. Onun yolculuğuna istikrarı eklemek, hatta geri sökülmez bir şekilde onun montajını yapmak gerekiyor.
Bir zaman önce, annemle oturmuş sohbet ederken, yemeden-içmeden, bazı zararlı olduğu düşünülen yiyecek ve içeceklerden, hareketsizliklerden, fazla kilolardan ve kimi rahatsızlıklardan söz açıldı.
Annem dedi ki: “-Aman oğlum yaa... Şu perhiz işleri de insanı hepten kötü ediyor.”
Şaşırdım, “-Nasıl yâni?” dedim, cevap verdi:
“-İnsanlar çeşitli gıda malzemelerini yemeden-içmeden uzak duruyorlar, spor yapıyorlar, belirli bir zaman sonra istediklerine ulaşıp kilo da veriyorlar, belki daha sağlıklı da oluyorlar ama bu düzeni bozup eskiye dönüverdiklerinde, önceki hâllerinden daha kötüye gidiyorlar.”
Takıldım: “-O zaman anne, ben hiç düzeni bozmayayım. Sıkıntıya girmeye hiç gerek yok, desene!”
“-Öyle değil” dedi, “-İnsanın önce geri dönüşü olmayacak bir kararlılığının olması lâzım. Bu olmadan her şey boş.”
“-Tabi ya!” dedim o an. “İstikrar” da diyebileceğimiz o sağlam ve kararlı duruşu anlık, günlük, haftalık, aylık, yıllık hatta ömürlük hayatımıza öyle veya böyle bir karakter olarak koyabilmeliyiz. Yoksa, iki ileri bir geri, yerini, zaman içinde, iki geri bir ileriye bırakabiliyor.
Yine, geçenlerde, çok değerli iki büyüğüm Hayri Yazan ve Mesut Şahin ile Adana’nın mütevazi bir mangal sofrasının ardından, klasik bir Türk edası ile “yemek yedikten sonra” neyin kilo yaptığını, neyin hazmı kolaylaştırdığını, yağların neyi erittiğini konuşurken, birden, geçmiş zamanda annemden edindiğim biraz önce bahsettiğim fikri baz alarak, düşüncelerimi şöylece ifade etmeye çalıştım:
“-Bizim, evvelâ istikrar şuurunu kazanmaya ihtiyacımız var. Yoksa, her şeyi, en detaylı kısımlarına kadar biliyoruz. Birisi bize, şu kadar boyum, şu kadar kilom var, ne yapmam lazım, dese, elimizde bir belge ya da diploma olmaksızın, hakikaten o kişinin işine yarayacak yığınla bilgiyi ortaya koyabiliriz.
Kendimiz için de öyle. Bize ne iyi geliyor, ne dokunuyor, hangi gıdalar bizi yerimizden kaldırmıyor, ne yaparsak hafifliyor, hatta kuş gibi oluyor, kanatlanıyoruz, hepsini ama hepsini, hem de çok iyi biliyoruz.
Yalnız, bize fayda verecek iş ve oluşlarla ilgili hep, istikrar kaybından dolayı zarar ediyoruz. “Olduğu kadar canım, ne yapalım...” zihniyeti, fire vermeye kapı aralıyor ve kazanmaya niyetliyken, kaybedebiliyoruz.
Bu, istikrar meselesi, sâdece bu konuyla ilgili değerlendirilmemeli.
Örneğin, kulluğumuz da öyle... Bizi Rabbimize yakın kılacak, daha güzel bir insan ve yüksek bir şahsiyet sâhibi olmanın risâlesini yazacak kadar hemen her şeyi biliyoruz. Efendimiz aleyhisselâmın, kendisiyle iftihar edeceği bir ümmet olmanın da nelerle ve nasıl gerçekleşeceğinin de hayli farkındayız.
Ailemiz, arkadaşlarımız, iş ortamlarımız, okulumuz, derslerimiz ve hayatımızı idâme ettirdiğimiz her ortama ilişkin de gerek problemleri çözmek gerek iyi ilişkileri sürdürmek gerek verimliliği artırmak gerekse dâimî olarak gerçek kazanan olma imkânını yakalamak için hep, bildiklerimizi, şuur hamuru ile yoğurup istikrar tezgâhında dokumalıyız.
İstikâmet... Evet istikâmeti bulmak ve bilmek şart. Az da olsa dâimî yapılan ibadetlerin daha efdâl olması da müthiş bir nasihat. Ama istikâmeti bilmek, bulmak da yeterli değil. Onun yolculuğuna istikrarı eklemek, hatta geri sökülmez bir şekilde onun montajını yapmak gerekiyor.
Yine, yeni bir dil öğrenmek.. Adımız gibi biliyoruz, bunun nasıl gerçekleşeceğini... Gayret marşına basıyoruz ama devamında hep sıkıntı yaşıyoruz. Belirli bir zaman sonra teker dönmez oluyor, öylece de kalıyor. Sistem sıkıntılarına, zaman yetmezliğine, başka işlere sığınıp duruyoruz.
Birikim yapmak... O da öyle. Az ama devamlı kenara koyabildiklerimiz, bir bakıma kurtuluş ve rahatlık yatırımı oluyor, biliyoruz. Ancak yeni ve câzip ne varsa, elimizdekini ona sarf etmekten de geri durmuyoruz.
Bunun gibi daha nice örnek ortaya konulabilir.
Bizim, kilo vermeye-almaya değil, kazanmaya-çoğaltmaya değil, bilmeye-öğrenmeye değil, önce, istikrar şuuruna ihtiyacımız var.
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.