Bana çok soruyorlar, “Çocuğum şu yaşta, ne okusun?” diye. Evvela, önceden neler okumuş, hangi kitapları sevmiş onları soruyorum. Fakat asıl sormak istediğim sen ne okuyorsun? Onun beğenmediğin kitaplarını okudun mu, onunla ortak bir noktada buluşabilmek için? 

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım, imam hatipli öğrencisinde gördüğü bir kitaptan bahsetti. Kitabın yazanı (yazar değil, yazan) örtülü bir genç kız. İlk bakışta “Müslüman” diyebileceğimiz, elinden dilinden emin olunacağını umacağımız temiz yüzlü bir genç. Gençler arasında kullanımı epey yaygın olan bir sosyal yazı platformunda metinler yazmış bu hanım. İlgi çok olunca, kitap olarak neşredilmiş ve gençler çok okuyormuş. “Okusun, ne var?” diyemeyeceğimiz bir içerik var fakat kitapta. Arkadaşım, öğrencisinden aldığı kitabın “çok kötü” bir içerikte olduğunu üstüne basa basa dile getirdi. Hani bir film olsa bu içerik, yanlarında anne babaları varken izleyemeyeceği türden.

Bu tür şikayetleri bir süredir duyuyorum. Gençler, özellikle imam hatipli vs. gençler arasında çok popüler olan kitapların, üstelik bunlar epey de kalın duruyor, içerik olarak fazlasıyla müstehcen olduğuna dair tespitler iletiliyor, neler yapabiliriz diye soruluyor. Tersinden reklam olmamasına dikkat ederek düşünmek gerekiyor neler yapılabileceğini.

Her zaman en etkili çare, bire bir ilgiden geçiyor diye görüyorum. Bire bir çocukla / gençle ilgilenen bir büyüğün, ortamın olması çok önemli ve etkili. Abilik, ablalık müessesesi sadece bir cemaate has terimler gibi algılandığından oradan da yara yedik. Fakat yitirmemeli bu güzel ifadeleri. İnsan bulunduğu kaba göre şekil alan bir canlı, diyordu geçenlerde arkadaşım. El Hak doğru, hepimiz çevremize göre şekil almıyor muyuz? Bu gençler, Rasim Özdenören, Mustafa Kutlu, Sadettin Ökten takipçileri ile sarılı olsaydı, diğer kitaplara bu kadar kolay pirim verir miydi?

Diğer yanda aileler var. Ebeveynler nasıl, ne yapılarak bu kadar yoruldu ki tek lokmalık çözümler istiyorlar sadece. Kimse uzun vadeli uğraşların sorumluluğuna evet demiyor. Gün boyu çocuğunun tabletle oynamasına ses çıkarmayan -çünkü kendi işleri var, sessiz bir çocuk iyi oluyor- anne, akşam olunca neden hâlâ ders çalışmadın diye çocuğa kızıyor ve hepten aralarındaki ilişkiyi yıpratıyor. Babalar genelde yorgun ve daha üst bir otorite, kızınca olayı bitiren, sözünün üstüne söz söylenmeyecek biri olarak var olmayı önemsiyor gibiler. Çocukları dinlemek, görünen sıkıntının altında ne olduğunu aramak, onlara ne hissettiklerini sormak, o sorunlara çözüm bulmak için uğraşmak çok mu zor?

Karanlık tablolar çizmek değil niyetim. Her daim ümitvarız inşallah. Hani zayi olmasın diye emaneti ehline vermek gerekir ya, sanki oradan başlayan çürüme ilmek ilmek her yerden sinyal veriyor. Müslümanın her dakikası değerli olduğu gibi, yaptığı her iş de kıymetli. Çocukken kitap okusun istediğimiz fakat bir tane iyi kitaba iyi para vermektense, on tane düşük kalitede kitabı çocuğumuza aldığımızda başlıyor bozulma. Kuzenin tatile nereye gitmiş diye Instagram’da onu takip ederken, sana on defa ağlaya ağlaya seslenen çocuğu duymadığında başlamış oluyor. Takipçinden gelen yorumu, hanımının derdini dinlemeye tercih ettiğinde biraz daha bozuluyor. Bir özel durumu, bir başkasına rahatça anlattığımızda, verdiğimiz saatte randevumuza gitmediğimizde, kendi vaktimiz var diye başkasının programını gözetmediğimizde, namazı geciktirdiğimizde, içimizde hep kendimizi haklı bulduğumuzda bozuluyor.

Kötü içerikli kitapların çaresi nedir? Önce çocuğa sorsak, gerçekten anlamak için. Neden bunu tercih ediyorsun? Biz de okusak o kitabı ve onunla yorumlasak. Sonra onu iyi eserlerle tanıştırsak adım adım. Büyükler bile bir anda hamburgeri bırakıp brokoli salatasına geçemiyor ya! Sadece kötü olanı yaptığında görmesek muhatabımızı, iyiye destek olsak.

Bana çok soruyorlar, “Çocuğum şu yaşta, ne okusun?” diye. Evvela, önceden neler okumuş, hangi kitapları sevmiş onları soruyorum. Fakat asıl sormak istediğim sen ne okuyorsun? Onun beğenmediğin kitaplarını okudun mu, onunla ortak bir noktada buluşabilmek için? 


Rabia Gülcan Kardaş'ın Yazısı.