Öykücü Emine Batar ile Şule Yayınları’ndan çıkan Islıkla Çağrılan kitabı üzerine konuştuk.

Bir gencin ergenlik zamanlarını uzun bir öykü ile anlatma fikri nasıl doğdu?

Öykülerimde kurguyu birey üzerinden şekillendirmeyi özellikle seçtiğimi söyleyebilirim. Birey, toplumun hücresini temsil eder ve bizi bütüne götürür. Geçmişe baktığımızda yazarların genelde yaşadığı çağa tanıklık ettiklerini ve yazdıklarına bunu yansıttıklarını görürüz. Benim de yazmaktan bir muradım olmalı. Bugünün insanı nasıl yaşar? Bugün ortaya konulan her sanat eseri aslında bu sorunun cevabına bir parça ekler. Islıkla Çağrılan’ı yazmaya karar verdiğimde, konu itibarı ile kesintisiz uzun bir öykü olması gerektiğini düşündüm. Anlatmak istediğim şey buna ihtiyaç duyuyordu.

Kitapta ne bir suçlama var ne de temize çekme. Bu dengeyi sağlamayı nasıl başardınız?

Kahramanlarımız insan. Hiçbir insan melek veya şeytan değildir. Bu iki zıt kutup arasında gidip gelir. Kimi iyiliğin çekim gücüne fazla kapılır, kimi de kötülüğün. Kahramanı tamamen kusursuz veya tamamen kusurlu göstermek onu insan olmaktan çıkarır. Vicdan denilen ses, en kötü insana bile -kendini dinletemeyecek olsa da- seslenir. Yazarken bunu mutlaka düşünürüm. İç monolog veya bilinç akışı tekniğini kullanarak yazdığınızda kaleminizi rahat oynatıyorsunuz. Çünkü içerdeki ses mantıksız konuşabilir, daldan dala atlayabilir. Kimsenin itirazı olmaz. O kısımlarda rahattım. Duyguyu, düşünceyi harekete aktarmak ise risklidir. Ana kahramanım Kadir’i anlatırken zorlandım. En tekinsiz yaşıydı, ele avuca sığmıyordu. Kıpır kıpırdı. Yazdığım dönemde bütün ilgimi bu kitaba verdim. Basitliğin ve sadeliğin içinde görünmeyeni nasıl görünür yapabileceğimi düşündüm, yine basit ve sade bir dille.

Ergenlik dönemi; hata yapmaya en açık olunan dönem olarak nitelendirir. Ama bazen anne ve babaların ergenden daha fazla hata yaptıklarını görüyoruz. Kitabı yazarken ergeni bırakıp anne baba hattına geçtiğiniz oldu mu, git-gel yaşadınız mı?

Anlatıcı ses ana karakterimdi. Ona “bu kadarı da fazla,” diğer taraftan anneye, babaya veya öğretmene “bunu yapma,” dediğim oldu. Kitabı zihnimde oluşturmam, kaleme almamdan daha uzun sürdü. Abartmaktan kaçınmaya çalıştım. Yazdıktan sonra sanırım dört yıl kadar beklettim. Heykel hazırdı ama henüz -bana göre- şeklini almamıştı. Aklım sürekli ondaydı. Ara sıra küçük dokunuşlarla yontmaya devam ediyordum. Bütün bu yonttuğum kısımların gelgitlerimle mutlaka ilgisi vardır. 

Bu kitabı elbette herkes okumalı. Ama sizce en çok kim okumalı?

Ana karakter ergen bir erkek çocuk. Anne, baba ve öğretmenler yan karakterler ve öyküde baştan sona bulunuyorlar. Yazara, kim okumalı diye sorarsanız, herkes okumalı der. Bilmem ki. Buna okuyucu karar vermeli. 

Son zamanlarda yazdığınız öyküler ile adınızdan sıkça söz ettiriyorsunuz. Uzayan Gölgeler ve Düğün Daveti isimli iki öykü kitabınız var. Yazma serüveniniz nasıl devam edecek? Sırada neler var? 

Uzayan Gölgeler kitabımdaki öyküler arasında bir bütünlük yoktur. İlk göz ağrımdır. O kitapta yüreğimin atışını duyarım. Düğün Daveti’nde ise bir dil bütünlüğü yakaladığımı düşünüyorum, benim için çok özeldir. Yine takdir okuyucunun. Elimde hazır bir dosyam var aslında. Vaktini bekliyor. Kitaptaki kısa öyküler bir yerde birleşiyorlar. Bunun yanında konu bütünlüğü de var. Doğrusu beni çok heyecanlandırıyor. Doğsun, hep beraber görelim. En iyi yorumcu okuyucudur. Neyi, nasıl yaptığımı kitaplarım hakkında yazılan yazılardan ve okuyucu yorumlarından öğrendim. Bir de yarım dosyalarım var. Onlardan şimdilik söz etmemeyi uygun görüyorum. Her kitabın bir yönüyle diğerlerinden farklı olmasını istiyorum. Söyleyecek sözüm varsa ve birilerinin bunu duymasını istiyorsam hakkını en iyi şekilde vermek zorundayım.


Ayşegül Genç'ın Yazısı.