Emrah Yağmurlu

Bundan 1407 yıl önce bir insan mağaradan çıktı. Dünya değişti.

Malezya Alor Setar’dayız. Hem Türk hem de Malay arkadaşların olduğu konuşma kulübünün sorumlusu olarak, o günkü toplantımızı şu soru ile açtım “What makes you you?” (Seni sen yapan nedir?) Basit bir soru sorduğumu düşünen ben, doğru düzgün bir cevap alamayınca şaşkınlığımı gizlemeden arkadaşlara hayretle “Hiç kendiniz üzerine, sizi diğer insanlardan ayıran özellikler üzerine düşünmediniz mi?” sorusunu sordum ve düşünmeye başladım.

Geçenlerde İhsan Fazlıoğlu Twitter hesabından benim de üzerinde çokça düşündüğüm bir noktaya değinen bir tweet attı: “Hira`sını yaşamamış kişinin ne Mekke`sinden ne de Medine`sinden ümit besle…” Peygamber Efendimizin (s.a.v.) üzerine düşünmeye başladığımdan beri en çok merak ettiğim konu; kendisine vahiy gelmeden önceki hali. Bir toplumun içine doğan, o toplumun düşünce dünyasına gözlerini açan, o toplum ile çatışan hali. Bu hali bana daha yakın geliyor nedense. Hira mağarasını düşünüyorum mesela; peygamberi bir dağın başındaki mağaraya götüren “düşünceleri” merak ediyorum. Allah’ın kendisi ile orda iletişim kurması elbette bir rastlantı değil.

Platon’un mağara alegorisini çoğunuz duymuşuzdur. Master derslerimizden birinde ilk işlediğimiz konu Platon’un mağarası olmuştu. Cemil Meriç, “Mağaradakiler” kitabına başlarken aynı metaforu kullanıyor. Mağarada elleri zincirli, hareket edemez halde mağaranın duvarına bakan insanlardan bahseder Platon. Bu insanlar arkalarındaki gerçeğin gölgesini görür duvarda ancak. Bir nevi gölge gerçekleri olmuştur. Peki aralarından biri zincirlerinden kurtulup mağaradan çıktığında ne olur? Tabiri caizse dünyası yıkılır, konfor alanını terk etmiş olur, ışığı görür ama gözleri yanar. Zamanla gerçeğin farkına varan bu kişi dönüp mağaradakiler uyandırmak ister; fakat bu kolay değildir. Cemil Meriç devam etsin “Adamın mağaraya döndüğünü tasavvur et. Karanlığa kolay kolay alışabilir mi? Dostlarına hakikati söylese dinlerler mi onu?” Düşünün biri gelip size tüm inandıklarınız, bildikleriniz yalan; bunların hepsi gerçeğin gölgesi dese ne yapardınız? Benim tam da burada aklıma peygamberler geliyor, Hz. Muhammed geliyor! Gönderildikleri kavimlerin kendilerine verdikleri cevaplar geldi. Platon’un mağarası ile Hz. Muhammed’in mağarasını düşündüm. Peygamberimiz ışığı mağarada keşfetti, ona orada maruz kaldı. İnsanlar dışardaydı belki ama Platon’un mağarasındakiler ile aynı kaderi paylaşıyorlardı. Peygamberin mağaradan çıktığı o anı düşünün. Muazzam bir olay. Tarihin seyrini değiştiren olaylar vardır.

Ben de geçenlerde bir tweet attım: “Dönüp kendine ve topluma baktığında ne görüyorsun? Ne kadar "sen" var bu ilişkide? Gövdemizde taşıdığımız baş, bizim mi?” Çevremdeki insanları gözlemlemek, düşünmeye başladığımdan beri severek yaptığım bir uğraş oldu. Kendimin de içinde olduğu ülke gençliği adına kaygılıyım. Demiştik ya mağaradaki gerçeklik bir konfor alanıdır. Hakikatin peşinden koşmak zordur, gözlerinizi yakar. İşte bu noktada gençlik toplumun dayattığı doğruları gerçek kabul ediyor, sorgulamıyor, hakikate ilgi duymuyor, mağaradan çıkmıyor ve çıkmak da istemiyor. Mağaradan çıkmak demek kişinin kendi içine yönelmesi, kendini bilmesi demek. Konfor alanını terk etmek ile mümkün bu ancak.

Sosyoloji ve felsefenin temel metinlerini okumaya başladığımda, özellikle de Nietzsche’nin ahlak ile ilgili bir makalesini okuduğumda zihin dünyamda halen de devam etmekte olan bir yıkım gerçekleşti. Korktum. Okumaya devam ettim ve şunu düşündüm; böylesine bir saldırıya daha erken bir zamanda uğramış olsaydım ne yapardım? Bugün yaşadığımız ve maruz kaldığımız bir gerçek var. Bugüne kadar gençlerimiz mağarada huzurlu bir hayat sürüyorlardı; fakat elinde el feneri ile mağaraya giren biri var, bu kişi mağaradakilerin dünyasını yıkıyor. Gerçek ışığı göstermiyor bu kişi, elindeki fener güneş değil. Güneş dışarda. Bu saldırılara karşı koyacak donanımda bir eğitimden geçirmiyoruz gençlerimizi.


GENÇ'ın Yazısı.