(B)ilim (B)ilim İçinde!
Eylül 2010 Yazı Atölyesi ne Gelen En İyi Yazı
Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Hepsini `ayın yazısı` seçemeyiz gerçi ama, yeni yazılarını bekliyorum.
Cihan Taştan
Bilim, İlim`e Bismillah ile başlamaktır. Bismillah diyor; Şafii ismine sığınıyor ve marifetullaha dalıyorduk. Uzun bir sohbetin ardından ise çay tiryakilerinin en sevdiği an`a, ince belli bardakta çay içmeye geçiyorduk. Demir bir çay tabağı, cam bir çay bardağı ve onun içinde yine demir bir çay kaşığı… Bardağın içine çay konuyor; gözlerim suyun bardak içerisine akmasına takılıyordu. Dünya ne kadar da garip diyordum. Tüm kainat 120 tane farklı elementten yaratılıyor. Hepsi en temel parçalardan oluşuyordu; bir proton, bir nötron bir de elektron… Tüm kainat bunların farklı sayıda birleştirilmelerinden hasıl oluyordu. 10-15 nötron, 10-15 proton ve bir kaçta elektronun bir araya getirilmesiyle demir yaratılıyor; 3-4 nötron, 3-4 proton ve birkaç tane elektron yanyana getirildiğinde ise su`yu oluşturan oksijen ya da hidrojenler oluşuyordu. Ama hepsi aynı kökten, aynı yerden ve aynı emirle başlıyordu: Bismillah.
Allah`ın Musavvir ismi hatıra geliyordu bir an: bir şeyi dilediği zaman ona sadece "ol" der, o da istediği şekil ve biçimde oluverir. Tüm kainat o kadar benzer olmasına karşın bir o kadar da farklıydı. `Tek bir şeyden herşeyi ve herşeyden tek bir şeyi yapabilmek` üstad Bediüzzaman`ın da deyişiyle sadece Allah`a has bir sıfattı.
Tekrar kendime geliyor, tavşan kanı çayı içmeye hazırlanıyordum. Demir atomları düzenle ve Kudretle bir arada duruyor; hiç hareket etmiyor, bir çay tabağı, bir çay kaşığı oluşturuyordu. Camı oluşturan atomlar nizamla, intizamla hem-dem olup ince belli bir bardak oluyor ve çay o bardak içine dökülmeye devam ediyordu. Her su molekülü bardağa girince çevresindeki atomlara `Esselamualeyküm` diyor; Biiznillah içine giriyor ama hiçbir atom yörüngesinden şaşmıyordu. Hepsi aldıkları emirlere harfiyen uyuyor ve artık tavşan kanı çay önümde duruyordu. Tüm bu olanlar, bitenler benim yapacağım tek bir fiil için gerçekleşiyordu ya ne garip!: Çay içmek…
Birden çay içerken ezan okunmaya başladı. Her camiden farklı zamanlarda kulağa gelen ezan sesleri yine alıp götürüyordu düşünceleri başka diyarlara. Sesler bir birine karışsada beyinde hepsi ayrı ayrı anlaşılıyor; her iki ezanı ayırt edebiliyorduk. Aynı hava taneleri, sadece bu sesleri kulağa getirmiyor, aynı zamanda telefonların çekmesini sağlayan radyo dalgalarınıda taşıyor; akciğerlere doluyor, can oluyor, nefes almamızı da sağlıyordu.
Korktum birden; etrafıma baktım. Duvara, pencereye, lambaya… İnkar etmek, küfür etmek gerçektende bir insan`ın ağzından çıkan basit bir kelime değildi, olamazdı da. Cesaret isterdi ya da cehalet. Hani denir ya `Erkekliğin yüzde doksanı kaçmaktır` diye; aynen öylede cehennemden kaçmak, gerçek erkeklik olması gerekiyordu. Tabi ahir zamanda cehenneme çeken tüm etmenlere dayanma cesareti de ayrı…
Tabii kalbimi inciten cahilin cesareti değildi; belki kalbimi parçalayan tüm kainatın nasıl da hala isyan etmediğiydi. Nasıl kainatta ki hiçbir atom isyan etmiyor; titremiyor; kendi başlarına bir atom bombası olup patlamıyor diye olduğum yerde kaldım. İnkar etmek kolay iş değildi, herşeyi abes saymak, Allah`ın tüm sıfatlarını yok saymak, emirleri görmezden gelmek. Kur`an a zarar veren, camileri yıkan, müslümanların canını yakan insanlar gördük. Ama hiçbir atom çıtını çıkarmıyor; kağıt yine yırtılıyor; duvar yine yıkılıyor; demirden yaratılan kurşun yine hedefine gidiyordu. Ama hiç ses çıkmıyordu, ne yönünü şaşırıyor ne verilen emirlerinden aykırı bir hamle yapıyorlardı. Belli ki Kainatta Fırtına öncesi derin bir sessizlik vardı!
Demek milyarlar atom bombasının patlamasından daha şiddetli daha elim bir an olacak; bir Mahkemetül Kübra kurulacaktı. Sonunda cehennem `başka yok mu diye, kor ateşini canlandırmaya başlayacak`tı. İşte tüm bunların (B)ilimde kanıtlanmasına gerek yoktu. Birşeyi yok saymak gerekiyorsa tüm bu olanların olmadığını yok saymak daha doğruydu. (B)ilim (B)ilim içindeydi. Yaşam detaylarda gizliydi. Atomu keşfetmek hiç bu kadar da güzel olmamıştı.
Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.