Ağustos 2010 YAZI ATÖLYESİ’NE GELEN EN İYİ YAZI

Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Namaza dair iki yazından birini ayın yazısı olarak seçtik. Yazıda tercihan gerekli gördüğümüz düzenlemeleri, göndermiş olduğun haliyle karşılaştırabilirsin. Diğer yazı için de, yazının omurgasını oluşturan benzeştirmeyi başarılı bulduğumu belirtmeliyim. Ama konu fazla uzatılmış ve biraz abartılı dramatize edilmiş gibi geldi bana... Üslubun iyi, zihnin güzel çalışıyor, çok daha iyi yazılara doğru adım adım ilerleyeceğini ümit ediyorum. Bu süreçte hem yazı işçiliğinde sabırla yürümen, hem de bir derece yol almış her arkadaşımızın başına gelebilecek acelecilik gibi, üslupta zorlamalara gitmek gibi, sözü fazla dolaştırmak gibi, kendi özgün üslubunu bulmana ve geliştirmene engel olacak hallerden de sakınman gerekiyor. Mevla yolunu açık etsin.

Cihan Taştan

Kapıyı açıp içeri giriyorum. Yarın, dopdolu olacak kırmızı deri koltuklar, bugün bom boş bana bakıyorlar. Çalışmalarımın meyvelerini toplayacağım, o tek yere hazırlanıyorum. Final sahnesine...

 Sadece er kişinin değil; her kişinin en sonunda çıkacağı o yegâne sahnede perdenin kapanışını sağ elle yapmak için şimdiden hazırlanıyorum…

Derin nefes alıp sahneye çıkıyorum. Tiyatro salonu alabildiğine sessiz…  İçimdeki heyecan, salonun ışıklarıyla her yanı aydınlatıyor. Her gün beş vakitte, hem hevesle hem heyecanla, bir ömür boyu bu provaları tekrarlıyorum.

Ömür boyu yaptığım oyunun provaları aslında üç ana temel üzerine kuruluyor: oyuncu (insan), sözler (Allah`ın kelamı) ve hareketler (tüm kâinatın süzülmüş bir hülasası). Kâinat adlı bütün bu sahnenin) Sahibi, Yönetmeni ve Son Söz Söyleyeni ne güzel mührü vuruyor: “Bu dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadır” diye (En`am, 6:32).  Perdeler kapanmadan, ışıklar sönmeden ve son söz söylenmeden hazırlanılması gereken asıl sahneyi, Mahkeme-i Kübrayı hayal ediyor ve provama başlıyorum...

Ellerim havadayken söylediğim ilk söz (Allahu Ekber) dudaklarım arasından uçuverdi. Eller inip bağlandığında, artık gözler salonu görmüyor; aklın önüne perde çekiliyor ve kalp yönetmen olup söylenecek sözlerin ve hareketlerin dosdoğru gerçekleştirilmesini sağlıyor.

Bir gülün açışını, güneşin doğmasını ve kalbin atmasını sağlayan; yani tüm kainatın her başlangıcının anahtarını elinde bulunduran “Bismillahirrahmanirrahim” ile başlayıp Fatiha ve zamm-ı sûre ile devam ediyorum. Ellerim göbeğimin hemen üstünde, birbirine bağlı avuçların içerisinde anlamlar saklıyor. Bir erkek oyuncu için “Allahım, mideme haram lokma koyma” sırrı o avuçları doldururken; ellerini hemen göğüslerinin üzerini koyan kız kardeşlerim için “Allahım, çocuklarıma haram süt emzirtme” manası içten içe yalvarıyor sanki.

Küçük bir sahnede altmış yıllık bir oyunculuk hayatı geçirdikten sonra, ebedi, güzel bir kapanış yapmak için her anın hesabını vermek zorundayım. Hesabın zorluğu, “Subhane rabbiyel azim” dememi tetikliyor: Noksanlıktan münezzeh olan Yaratıcının nasıl noksansız hesap çıkardığını görüyor, azametine yapışıyorum.

Hesap soranın önünde hesap veriyorsam, dimdik ayakta durmak zorundayım. Final sahnesini hayalen, bir melek gelip “Rabbin, tekrar dimdik durmanı emrediyor” dediğinde ,  “Semiallahu limen hamideh” ile derinlerde yatan bir sır daha provada kendini gösteriyor: “Rabbim, Seni duydum ve Sana itaat ediyorum” sırrıyla, baş aşağıda, tekrar dimdik huzurda duruyordum. Hemen son sözü söylemeyen, kulunu final sahnesinde yıllar boyu dinleyen Yaratana teşekkürler dolusu “Rabbena lekel hamd” diyorum.

Ama her şey nafile… Verdiğim hesap o kadar zor, o kadar ağır ki, ayaklar kendini bırakıyor; secdeye kapanıyorum. Ona yakışmayan tüm sıfatlardan beri olan, hiçbir şey ile karşılaştırılamayan Yaratana “Sübhanel rabbiyel a`lâ” diyerek aczimi, fakrımı ve hiçliğimi sunuyorum. Melek tekrar gelip “Doğrul!” emrini ilettiğinde; artık son oturuşumu yapıyorum. Ettahiyatü`yü okuduktan sonra, bizi belki de o sahnede tek alkışlayacak, alkışı tek kabul edilecek Sevgiliye (a.s.m.), onun âl ve ashabına ve onun en güzel ve ne de güzel köküne (Hz. İbrahim`e) selam ile Allahumme salli ve barik`i okuyorum.

Benimle tüm hayatımı paylaşan; iyilikte iyiliğimi yazan, kötülükte kötülüğümü kaydeden o iki güzel meleğe selam vermeden bu prova sona ermezdi. Ve “Esselamü aleyküm ve rahmetullah” diyor, Rabbimin rahmetine sığınıyor, günahlarımın az, sevaplarımın çok yazılması için dua misal selam veriyorum.
Artık prova bitmiş; ben de bitmiş haldeyim. Başımı kaldırıp salona bakıyorum. Tiyatroyu temsil eden iki yüz, sanki gelecekte ikisinden biri olacağımı bana haykırıyor. “Her daim provalara devam et” diye biri sevincinden gülüyor, diğeri ise provalarını yapmayanlar için ağlıyor.

Ve derken, PERDE…


Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.