Sevgisinde sabitkadem olmak isteyen, gelgeç sevgilerin değil ebedi, kalıcı ve pörsümez bir sevginin varisi, sahibi ve faili olmak isteyen herkesin yapacağı bellidir: Her namaz sonrası zikir, şükür ve ibadet güzelliği konusunda Allah’tan yardım dileyecektir.

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir keresinde Muaz bin Cebel radıyallahu anh’ın elinden tutmuş ve demişti ki: “Ey Muaz! Allah’a yemin ederim ki, ben seni gerçekten seviyorum.” Bir faninin şu dünya hayatında duyabileceği daha güzel hangi söz vardır? Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş o En Güzel İnsan’dan duyduğu bu sevgi sözleri Muaz’ı çok heyecanlandırmıştı. Sevinçle mukabelede bulundu: “Anam babam sana feda olsun ya Rasûlallah! Vallahi ben de seni çok seviyorum.” Bunun üzerine Peygamber Efendimiz sözlerine şöyle devam etti: “Sana şunu tavsiye ederim: Her bir namazın arkasından, ‘Allahümme einnî alâ zikrike ve şükrike ve hüsnü ibadetik- Yâ Rabbi, Seni zikretmek, Sana şükretmek ve güzelce ibadet etmek için bana yardım et’ demeyi hiç bırakma.”

Birisinin elini tutarak “seviyorum” diyebilmek ne büyük bir içtenliktir! İfade edilen sevgi o kadar aşkındır ki muhatapla muhavereyi alıp bambaşka bir zemine taşımakta, kişiyi alıp maveraya terfi ettiren bir gönül akışı başlatmaktadır. Muaz’ın “Anam babam sana feda olsun” ifadesi Peygamberimizin sevgi tezahürünü ne kadar muhabbetle karşıladığının tasdikidir. “Vallahi ben de seni seviyorum” ifadesi ise Allah Rasulü’nün âlemlere rahmet yüreğine girmiş bir yüreğin bu sevginin tezahüründen önce de var olan hissiyatının ifadesidir. Seven sevdiğini ilan etmekte, sevilen de sevene yüreğini teslim etmektedir. Artık bu iki yüreğin titreyiş, hissediş ve sezişleri o sevgi iklimi içerisinde benzeşecek, Peygamber sadrındaki her hareket Muaz için de bir işaret fişeği hükmüne geçecektir. Böyle bir etkileşim eğitim ve terbiye için en mükemmel vasatı oluşturacak, tasavvuf lisanında inikâs ve insibâg denen aynîleşme süreci böyle bir muhabbetle mükemmelleşecektir.

Rasulullah Efendimizin, Muaz’ın “Vallahi ben de seni seviyorum” ifadesinin hemen arkasından yaptığı dua tavsiyesi iki şekilde anlaşılabilir. Bu dua, sevenin sevdiğini izhar etmesi ile ortaya çıkan muhabbet ikliminin bir ikramı olabilir. Bu takdirde Allah’tan yardımı istenecek zikir, şükür ve ibadet güzelliği konularının birbirini seven iki insan arasındaki sevgiye doğrudan bir bağlantısı olmadığı düşünülebilir. Muaz’ı seven Allah Rasulu ona bir hediye vermiştir, çünkü seven sevdiğinin her hal ve kârda menfaatini ister. Dolayısıyla her namaz sonrası neyin istenmesi gerektiğine dair nebevi bu tavsiye Muaz için en değerli hediyeden daha değerli bir hediye olarak hayatidir.

Sevgi izharının akabinde gelen dua tavsiyesi “o halde…” şeklinde bir ziyade ile de anlaşılabilir. Buna göre sevginin devamı isteniyor, kalitesi dert ediliyor ve özellikle ondan hâsıl olan fayda önemseniyorsa yapılması gereken vazife her namaz sonrası zikir, şükür ve ibadet güzelliği için Allah’tan yardım istemektir. Bu konularda Allah’ın yardımının erişmesi Allah için beslenen sevginin teminatıdır. Hadis böyle anlaşıldığı takdirde sevgi kalitesi ve bereketinin zikir, şükür ve ibadet güzelliği ile doğrudan alakalı olduğu neticesine ulaşırız ki bizim tercih edeceğimiz yorum budur.

Sevgi kalbin işidir. Kalbin işi ise netamelidir; istikamet tutturması zordur. Kalbe tam da bu yüzden kalp denmiştir; tekallüp eder, döner, dönüşür ve başkalaşır. Kalbin frekansını sevgi iklimine ayarlı tutması kolay olmaz, gayret ister. Farklı frekanslarda, farklı niyet ve içeriklerle yayın yapan başka istasyonlar vardır. Dış dünyanın rengi, nakşı ve cazibesi alıcıların ayarlarını bozma eğilimindedir. Kaldı ki istasyon dediğimiz ve sabit olduğunu farz ettiğimiz merkez de son tahlilde bir faninin kalbi değil midir? Bu faninin müstakim olması onun da ayarlarının değişmeyeceği anlamına gelmez. Hayat sürekli imtihandır. Bu imtihanda zor olan ayarların sabitliği değil, hep istikameti öncelemesidir. Değişmemesi gereken ayarlar değil muhtevadır. Muhtevayı dert edersek frekansların zaman zaman ayara ihtiyaç duyduğunu da biliriz. İşte Muaz’a verilen dua tavsiyesi böyle bir ayar imkânı içeren muhteşem bir sevgi garanti belgesidir.

Sevginin garanti belgesi nasıl olur? Allah Rasulü Muaz’ın şahsında bize sevginin devamı için gereken üç şart sunmaktadır. Sevgisinde sabitkadem olmak isteyen, gelgeç sevgilerin değil ebedi, kalıcı ve pörsümez bir sevginin varisi, sahibi ve faili olmak isteyen herkesin yapacağı bellidir: Her namaz sonrası zikir, şükür ve ibadet güzelliği konusunda Allah’tan yardım dileyecektir. Zikir, şükür ve ibadet güzelliğinin kemali tek başına elde edilemez. Bunların zirvesine yardım istenmeksizin çıkılamaz, çünkü bunlar tek taraflı değil müşareket ifade eden sözleşmelere dayanır. Sevgi gibi bu üç alanın devamlılığı, kalıcılığı ve ayarının bozulmaması; kişinin tek başına gayreti ile değil Allahın inayet ve yardımını da gerektiren çift taraflı bir ilişki ile mümkündür. Peki, sevginin zikir, şükür ve ibadet güzelliği ile alakası nereden kaynaklanmaktadır ki bize özelikle bu alanlarda böyle bir dua ile yardım istememiz tavsiye edilmiştir?

Sevgi nasıl iki taraf arasında bir tür akit ise sevginin şartı olarak ifade edilmiş zikir, şükür ve ibadetin her biri de tek başına birer akittir. Bunlar aslında tarafların birbirlerine verdikleri sözlerin üzerinde yükselirler. Mesela hatırlamak ve anmak diye ifade edebileceğimiz zikrin böyle bir müşareket boyutu Bakara Suresi’nde geçen “Beni zikredin ki Ben de sizi zikredeyim” ayeti ile bellidir. Seven sevdiğini çok zikreder. Allah’ı çok zikreden kimse mahiyetini bilemesek de Allah tarafından da zikredilir. Böyle bir akitte başarılı olan kimse bir başkası ile Allah için kuracağı sevgi bağında ilk vazifeyi yerine getirmiş demektir. Onun sevgisinde de ahdine ve akdine bağlı kalacağını umabiliriz.

Şükür de bir tür akittir. Allah nimet verir, kul şükreder. Hamd Allah’ın hakkını teslim etmek, şükür ise bize verilenin hakkını teslim etmektir. Dolayısıyla hamd umumi manada her zaman yapılması gereken bir vazife, şükür ise bize verilenlere karşı duyduğumuz minnet hissidir. Bize verilenleri kim ölçebilir? Bunu yapamayacağımıza göre şükür vazifemizin kesintisiz bir mahiyeti olması gerektiği ortaya çıkar. Şükretmenin ne kadar öncelikli bir vazife olduğu bu konuda yardım istememize bakılarak da anlaşılabilir. Şükürde devamlı olmak isteyen Allah’ın yardımını talep etmelidir, zira üzerimizdeki nimetlerin ölçüsünü, dolayısıyla bu nimetlere mukabil yapmamız gereken vazifenin ağırlığını idrak edemiyoruz. İdrak edemediğimize dair bir muvaffakiyet ancak inayet ile mümkün olacaktır. Bu yardıma layık olmak şükürde muvaffak olmayı getirecektir ki bu da hem akdimizde başarılı olarak hem de şükrün nimeti ziyade kılması itibariyle sevgi nimetine liyakati sağlayacaktır.

İbadet güzelliğini talep etmek de bir akit sorumluluğudur. Allah bizi dünyaya kendisine ibadet edelim diye göndermiştir. Bunun karşılığında bize vaatlerde bulunmuş ve bu akdi bir tür alışveriş olarak nitelemiştir. Bu alışverişte Allah’ın talebi ve bunun karşılığındaki vaadi, insanların da bu talebe karşılık yapması gereken ve bunu başardıkları takdirde talep edecekleri bellidir, çünkü bu bir hak ve sorumluluk ilişkisidir. Nitekim Allah Rasulü yine Muaz’a bu akdi hatırlattığı bir hadisinde ibadeti Allah’ın insanlar üzerindeki hakkı olarak ifade etmişlerdir.

Muaz anlatıyor: “Bir defasında Rasûlullah ‘ın terkisinde bulunuyordum. Bana ‘Ey Muaz’ diye seslendiler, ben de: ‘Emredin, Ya Rasûlallah’ dedim. Üç kere ismimi söyledikten sonra: ‘Cenabı Hakk’ın kulları üzerinde olan hakkı nedir biliyor musunuz?’ buyurdu. ‘Allah ve Rasûlü daha iyi bilir’ dedim. Bunun üzerine: ‘Cenabı Hakk’ın kulları üzerindeki hakkı, onların kendisine ibadet etmeleri ve başka, hiçbir varlığı ona ortak koşmamalarıdır’ dediler. Sonra tekrar buyurdular ki: ‘Kullar bu vazifelerini yerine getirirlerse, Allah’tan bekledikleri hakları nedir, bilir misin?’ Ben yine ‘Allah ve Rasûlü daha iyi bilir’ deyince: ‘O zaman kulların Allah üzerindeki hakkı O’nun azabından emin olmalarıdır’ dediler.”

Allah’ın kullar üzerindeki hakkı olan ibadetin güzelleşmesine çalışmak ve gayret etmek -ki biz bunu takva olarak da niteleyebiliriz-, aslında Allah ile olan sözleşmemizin gereğini yerine getirmektir. Bu sorumluluğuna hassasiyet gösterenlerin, zikir ve şükür bahsinde olduğu gibi akitlerine dikkat ederek sevgiye liyakat kazanacakları söylenebilir. Ama esas önemli olan Allah’a kulluk gibi en mühim işi, işleri arasında en mühim kılanların ve ibadetlerini güzelleştirenlerin Allah’ın sevgisine mazhar olmalarıdır: “İnanan ve salih amel işleyenlere Rahman bir sevgi yaratacaktır” (Meryem, 96). Allah’ın bir kulunu sevmesi, başta melekler olmak üzere göktekilerin, sonra da insanların o kulu sevmesi ile devam edecek bereketli bir süreçtir. Bu sürecin son nefese kadar bereketini koruyarak devam etmesi, bir diğer ifade ile garanti belgesi Allah Rasulü’nün Muaz’a zikir, şükür ve ibadet güzelliği için Allah’tan yardım isteme tavsiyesinde saklıdır.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.