Okumak Görmek Gibidir
Yunus Emre Tozal
“… ve Kur’an’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku! (Müzzemmil Suresi -4.Ayet)
Kur’an kursunun ilk günleri sınıflarda bir karmaşa olsa da, Kur’an’ı okuma seviyemize göre gruplara ayrılmış, hocalarımızın samimi ve içten ilgileriyle kursa adapte olmaya başlamıştık. Verilen ödevler zor değildi ama Kur’an’la ilk defa tanışan arkadaşlarımız ilk defa bir alfabeyle tanıştıkları için zorlanmaya başlamışlardı. Ders aralarında olsun, akşam yemeğinden sonra yaptığımız etütlerde olsun zorlanan arkadaşlarımıza yardımcı olurduk. Böyle anlarda sadece çalışmaz, uzun muhabbetler de ederek birbirimizi tanırdık. Mikail, babası sütçülük yapan Şabanözü’lü arkadaşımızdı. İnce ve çelimsiz görünen vücuduna rağmen çok dinç ve hızlı koşabilen atletik bir yapısı vardı.
Kursun ilk günlerinde top oynarken tanıştığımız Mikail, her ne kadar maçlarda gözde olsa da Kur’an okumayı bilmiyordu ve daha çok başlardaydı. İlk haftadan sonra derslerini zorlanarak geçmesiyle ve sempatikliğiyle herkesin ilgi odağı oldu. Akşam etütlerinde herkes kendince Kur’an okumayı öğrenme sürecinde edindiği tecrübesini Mikail’e anlatıyor, tavsiyeler veriyordu. Mikail’se harfleri tanımaya çalışıyor, be, te, se ya da cim, ha, hı gibi birbirine benzeyen harfleri sürekli karıştırıyordu.
Bir gün, çok güzel Kur’an okuyan ve muhtemelen yakın zamanda hafızlığa başlayacak arkadaşlarımızdan İbrahim bir hikâye anlattı. Hikâyeye göre adamın biri, gözleri görmeyen bir dervişin evine misafir olmuş. Evde rahlenin üzerinde sayfaları açık bir Kur’an olduğunu görmüş ve hayret etmiş. Çünkü derviş yalnız yaşıyormuş. Dervişin âmâ olduğunu biliyormuş ama evde kendisinden başka kimse bulunmadığını öğrenince çok şaşırmış. Yemek yiyip sohbet ettikten sonra beraber namaz kılmışlar. Namazda dervişin sesiyle adeta coşmuş, çok yanık bir sesi varmış dervişin. Namaz sonrasında sohbet etmişler ve adam yoldan geldiği için izin isteyerek dinlenmeye çekilmiş. Gece yarısı olduğu zaman, dervişin yanık sesiyle Kur’an okuduğunu duyarak uyanmış. Bakmış ki, âmâ olduğu halde gözleri görmeyen derviş, rahlenin başına geçmiş Kur’an okuyor. Asıl şaşırtıcı olan kısmıysa, okuduğu yerleri parmağıyla da takip ediyor. Hayretini gizleyemeyerek sormuş:
-Sen, gözleri görmeyen bir adamsın. Nasıl oluyor da Kur’an’a bakarak okuyabiliyorsun? Üstelik parmağınla da takip ediyorsun.
Derviş cevap vermiş:
-Allah isterse her şey olur. Ben Kur’an okumayı çok seviyorum. Fakat gözlerim görmüyor. Allah’a dua ettim. “Ya Rabbi, Kur’an okurken benim gözlerimi aç ki Kur’an’ı elime alıp okuyabileyim” dedim. Allah benim bu duamı kabul buyurdu. Ne zaman okumak için Kur’an’ın başına oturursam gözlerim açılır ve ben Kur’an’a bakarak okurum.
Hikâyeyi dinleyenler olarak çok etkilenmiştik. Samimi ve içten yapılan duanın kabul olacağını büyüklerimiz de söylerdi. Mikail’e, “Kur’an okumayı gerçekten öğrenmeyi istemeli ve Allah’a da bu isteğini bildirmelisin” dedi İbrahim. “Eğer inanırsan gerçekleşir, o zaman harfleri karıştırmazsın, hatta harflerle arkadaş olursun.”
İbrahim’in bu yorumunu duyan ve bizi biraz uzaktan izleyen Orhan Hocamız da yanımıza geldi ve İbrahim’e teşekkür etti. Ardından Mikail’e her harfin bir kelimenin başında, sonunda ve ortada yazılışını ezberlemesi gerektiğini, en çok hatanın tam da bu noktada yapıldığını söyledi. “Her harfin bir özelliği var… Eğer bir harfin kelimenin başında, ortasında ve sonunda nasıl yazıldığını öğrenebilirsen, Kur’an okuyabilirsin. Harflerin sadece tek başınayken ki hallerine çalışma, kelime içerisindeki yerlere de çalış, hatta kelime içerisindeki yerlere daha çok çalış” dedi.
Mikail bu ya, o anda belki de üzerine hiç düşünmediğimiz bir soru sordu:
-Hocam, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de okuma bilmiyormuş. Nasıl oldu da bir anda öğrendi?
Herkesin yüzünde hafif bir gülümseme ama aynı zamanda bir düşüncedir aldı götürdü bizi. Hakikaten nasıl olmuş olabilir? Öyle ya, melek Peygamber Efendimize (s.a.v.) geliyor ve “Oku” diyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de “Ben okuma bilmem” diyor. Ama sonrasında okuyor, hatta eve gelince ilk Hz. Hatice’ye okuyor.
Orhan Hoca bu muzip ve gülümseten soruya şöyle cevap verdi:
-Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de okuma bilmiyordu. Doğru söylüyorsun. Ama Peygamberimiz (s.a.v.) Kur’an harflerini biliyordu. Kur’an, melek tarafından Arapça olarak kendisine iletilmişti ve heceleyerek de olsa muhtemelen okuyabildiğini söylemek mümkün. Bir de Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kendisine iletilen ayetleri okuya okuya hemen ezberlediğini hadislerden biliyoruz. Ezberler, çevresinde bulunan ilk Müslümanların da ezberlemelerini istermiş. Ezber yapılarak öğrenilen bilgi, eğer zaman zaman tekrar yapılırsa unutulmaz.
-Bir de elbette bu sorunun başka bir boyutu var. Peygamber Efendimizin (s.a.v) gençliğinden peygamberlik dönemine kadar iç dünyasında aradığı, sorduğu, sebebini araştırdığı ve çokça düşündüğü konular vardı. İçinde bulunduğu toplumun yanlış yaptıklarını, hak hukuk demeden masumları ezdiklerini, kız çocuklarına diri diri toprağa gömdüklerini gördükçe içi sızlıyordu. Mekke’de nereye gitse bir zulüm işlendiğini gördükçe rahatsız oluyordu ve bu durumu nasıl düzeltebilirim diye de içten içe düşünüyordu. Yani diyeceğim şu ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), peygamberlik gelene kadar okumayı, anlamayı, düşünmeyi bir ihtiyaç haline getirmiş, acaba ne yapabilirim diye de artık vaktini tamamen düşünmeye ayırmıştı. Düşünmek için gidiyordu Hira mağarasına, düşünerek gördüğü her türlü şeyi yorumlayıp neden-sonuç ilişkisi kurmaya başlamıştı. Bu yüzden düşünmek, aslında okumak gibidir, bir şeyi çokça düşünürseniz kalbinizde bir noktadan sonra kendi sesinizi duymaya başlarsınız.
-Hocam, Peygamberimiz (s.a.v.) düşünerek mi okumayı öğrendi?
-Sadece düşünerek değil tabii ama düşünerek çıkış yolu buldu, öğrendi, anladı, anlattı çevresindekilere ve yaşadı. Kur’an’ı güzel okumayı çok düşünürseniz, haliyle kendinizi hep Kuran okurken bulursunuz. O yüzden önce istemek gerekiyor. Hani derviş Kur’an okurken görebilmeyi çok istemiş de, dua etmiş, Allah da duasını kabul etmiş ya, bu böyle bir şey. Gönülden istersen olur.
Gittikçe kalabalıklaşıyorduk, sınıfta artan sayımızı gören Orhan Hoca devam etti:
-Çocuklar, okumak görmek gibidir. Görürsünüz ve öğrenirsiniz. Okudukça da, okumaya gayret ettikçe de öğrenirsiniz. Biraz zorlamak gerekebilir, herkesin Kur’an okumayı isteme hızı eşit olmayabilir, bu yüzden aranızda birileri çok ister hemen iki haftada öğrenir, birileri de üç ayda öğrenebilir. Biraz düşünmeyle, istemeyle ilgili… Düşünmek, düşündüğün şeye önem vermektir. Kur’an okumaya önem verirsen Kur’an sana kendini adeta açar, buyur eder, sırrını sana verir. Allah Kur’an’ı okuyalım, anlayalım ve yaşayalım diye göndermiş bizlere. Emirlerini ve yasaklarını bildirmiş. Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu, gerçek dünyanın ahiret hayatında olacağını söylemiş. Allah, Kur’an’ın birçok ayetinde “İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o…” diye bahseder Kur’an için. Casiye Suresi’ndeydi, 25. cüzün son sayfaları, hafızlığa başlayanların ilk ezberledikleri sayfalardır. 25. cüzde Casiye Suresi, orada Allah buyuruyor ki: “Kur’an, insanların kalp gözünü açan bir nur, kesin bilgi edinmek isteyen bir toplum için de hidayet ve rahmettir.” Yani Kur’an bizim görmemizi ve okumamızı sağlıyor. Neyi okutturuyor bize? Kendimizi, yaratılmış olan kâinatı, insanın emrine verilmiş eşyanın ruhunu…
Orhan Hoca bizi hafızlığa hazırlıyor. Yeryüzünde söylenmiş en büyük sözü öğrenmeye, göklerden indirilen ilahi daveti görmeye hazırlıyor. Ne demişti, okumak görmek gibidir…
GENÇ'ın Yazısı.