Useko! Useko!
Gönlünü hoş ettiğin, gönlünü sana yaslamaz mı? Karnını doyurduğun, senden olmaz mı? Yalnızca Allah rızası için, kendisinden hiçbir karşılık beklemeden alâka gösterdiğin, yardım ettiğin, elinden tuttuğun, ihtiyacını giderdiğin sözünden çıkar mı, özüne inmez mi, senin olmaz mı?
Işıl ışıl bedeninden yükselerek, aydınlığıyla geceyi aşka boyayan gözbebeği İstanbul’dan havalanıp, kendisine alçaldıkça, pas tutmuş direklerindeki cansız ışıklarıyla sokak ve caddelerine dahi yetmeyen aydınlığının mahzunu milyonluk şehirlere ineceğinizi bile bile, yerinizde nasıl durabilirsiniz?
Aydınlığa sahip olmanın şükrü, karanlıktakileri aydınlatmak değil midir?
Şehrin kenar mahallelerinden birinde, bazı sokaklarda, ellerinde eski, kiminin bir köşesi kırık, artık çıkmaz kir ve lekeleriyle bütünleşmiş kova ve bidonlarla bekleşen çocuklar gördüm. Kılık kıyafetlerinden, fakirin de fakiri oldukları çok belliydi.
Civarda su kuyusu, çeşme, dere gibi akarsu da olmayınca, bu duruş ve bekleyişler dikkatimi çekti. Bir yerde durdum ve onlardan küçük bir gruba, ellerindeki bu kap-kacakla ne yapmak istediklerini, neyi beklediklerini sordum.
-Yağmurun yağmasını bekliyoruz, dediler.
-Yağan yağmurun altında mı dolduracaksınız bunları? dediğimde,
-Hayır, zenginlerin evlerine dağılacağız. Onların evlerinin üzerinden aşağı boru ile boşalan yağmur sularını, boruların ağzından dolduracağız, demezler mi?
-Hay Allah! dedim. Bu aklıma hiç gelmemişti! Sonra onlara dedim ki,
-Gelin hâlinize şükredin. Bakın bu şehirde yağmur var, yaş var... Ya yağmursuz, kurak bölgelerdekiler ne yapsın, neyi beklesin?
Utangaç tavırlarla gülüştüler; oyun oynuyor gibiydiler, muhabbetlerine döndüler... Unutmadan, o, zenginlerin evleri, dedikleri evler, üzerine yağan yağmuru düzenli bir şekilde sokağa aktaracak basit bir boru düzenine sahip, yine küçük yapılardı.
Şu şükür meselesini aslında söylemesi de kolaydı. Topu topu 15-20 kilogram ağırlığındaki 10-12 yaşlarındaki bu çocuklar, güle oynaya geldikleri susuz evlerine, birazdan yağması muhtemel yağmurun ardından, kendi kilolarına yakın ağırlıktaki kaplarını binbir zorluk ve kan-ter içinde, sırılsıklam vaziyette taşıyacaklardı.
Ama dedim ya, yine de bu durum bir nimet... Şafak vakti çıktıkları evlerine, köylerine, kilometrelerce uzaktan, kadın erkek, çoluk çocuk, yaşlı genç, topluluk halinde gidip, su doldurdukları ağır kaplarıyla, ıztırap ve perişanlıklarıyla dönen garip-gurebayı, fakir-fukarayı bilip, yerinizde nasıl durabilirsiniz?
Hele kulaklarınızda uzun süre ıslık ıslık misafir olacak “Useko! Useko!” şeklindeki “teşekkür” ifadelerinin, gönlünüze bırakacağı daimi bir toplu iğne sancısının hissiyatında olsanız yerinizde rahat edebilir miydiniz?
Ya o, açtığınız bir su kuyusu ile suya doyurduğunuz diyarda, sadece Allah rızası için yaptığınız bu hizmet ile gönüllere de su serpmenizin karşılığında, gayr-i Müslimlerin bile gözlerinize ışıl ışıl, sevgi, muhabbet ve gönül açlığıyla bakması, sizi yerinizde durdurabilir mi?
Suyu bilme, suyu bulma, suyla yaşama, suya kanma nimetinin şükrü, onu bulamayana onu ulaştırmak değil midir?
Akıl ve tercih hakları olsa, insan haricindeki her türlü canlının, içerisinde bulunmaktan uzak kalmayı yeğleyeceği yapıları mescid, okul, hastane, ev olarak kullanan halklara, her şeyden haberimizin olmasının oldukça kolay olduğu şu çağda, borç defterimiz, nasıl da çabuk kabarıyor.
“Boynuzsuz koyunun, boynuzlu koyundan hakkını alacağı gün...” Ne dehşetli ifade Rahmetli dedem de, babama, “Oğlum, bu dünyada gören adamın kör adama borcu var” dermiş.
Gönlünü hoş ettiğin, gönlünü sana yaslamaz mı? Karnını doyurduğun, senden olmaz mı? Yalnızca Allah rızası için, kendisinden hiçbir karşılık beklemeden alâka gösterdiğin, yardım ettiğin, elinden tuttuğun, ihtiyacını giderdiğin sözünden çıkar mı, özüne inmez mi, senin olmaz mı?
Evet, Batının yaklaşık 200 yıldır tamamen menfaat üzere altını üstüne getirip, bu toprakların sahibi insanların, kalplerindeki iman başta, her şeylerini alarak iyice ustalaştığı (!) misyonerlik karşısında, beyaz adama karşı birikmiş iki asırlık nefreti yüreklerinde taşıyan Afrika’nın aslında mert, uysal, dost ülkelerine, insanlarına Türkiye’miz, gençlerimiz, genç gönüllülerimiz, her dem el uzatıyor, gönüllerde taht kuruyor.
Yerinizde duramazdınız, duramadınız, durmadınız. Useko, useko gençler!..
Halit Yasir Özoğul'ın Yazısı.