Tunahan Köşşekoğlu

Öncelikle bu yazıyı siyasetten müstesna bir yazı olduğu kanaatiyle okumanız rica olunur. Etkilendiği hangi önder/aydın/mütefekkir olursa olsun, ona sırtını dayamak kişiye inanılmaz bir manevi güç veriyor. Bu manevi gücü hissetmekle haksız da değil, tarihimizi incelediğimizde, her safhasında, çağın ötesinde olan insanlarla her zaman karşılaşırız. Biri onu arkasına alır diğeri bunu. İşte bu noktada patlıyoruz biz, Türkiye. Arkamıza aldığımız kişiler bizi daha uygar, daha kişilikli, daha zeki yapması gerekirken, arkamıza aldığımız kişiler bizim at gözlüğümüzden öte bir şeyimiz olmuyor. Fikriyatımızı dayadığımız kişilik bizim kanaatimizi artırması gerekirken, biz onunla fikirlerimize ket vurmayı öğreniyoruz. Genellikle henüz bir dünya fikrine sahip olamayacağımız yaşta edindiğimiz/edindirildiğimiz fikirler sadece ve sadece bizim kamburumuz oluyor, hayat boyu hamallığını yaptığımız.

Şu anki Türkiye’yi fikri açıdan ele alalım. Muazzam bir kültür birikimi olan bir toprak parçasında doğan vatandaş, tarihten bir kişiyi hoca seçer ve dayandırdığı fikirleriyle adeta yaratıcısı yapar onu, ve zıt fikirlere kulaklarını tıkamayı çok genç yaşta öğrenmiş olur. Bir önceki cümleyi okuduğunuzda ”Evet ya böyle bir güruh var” dediğinizi duyuyorum çünkü gerçekten öyle hatırı sayılır bir kitle var. Oysa ”Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkum etmek değil midir?”* Fikirlerimizin yanlış olma ihtimali yahut evrensel olmama, bir diğerini rahatsız etme ihtimali yok mudur? Bunları düşünecek kadar özverili olamaz mıyız? Bunlar bireylerin kendi kendine cevaplaması gereken sorulardır. Fikir diyorduk, aslında fikir yazarken bile parmaklarım güç/zor basıyor, çünkü fikir dediğimiz şey belli süre tefekküre daldıktan sonra ortaya çıkan özgün öz değil midir? Öyleyse neden çevremizde birbirinin taklidi insanlar görürüz? Neden fikrimizi destek için birilerine yaslanırız? Bunlar da sorulması gereken sorular ama yazının özü değil.

Bu yazıda bahsetmek istediğim yerdeyim şu an. Ülkede var olan belli başlı partiler, dünyada var olup ülke sınırları içinde de kendini gerçekleştirmiş olan belli fikir akımları ve resmi olarak devletin sahip olduğu bir din olmasa da ülke çoğunluğunun sahip olduğu bir dini inanç var. Ama bunların üzerinde bir Türkiye Cumhuriyeti var. Türkiye var olduğu müddetçe diğer her şey var olabilecek. Bahsettiğimiz fikirleri göz önüne alalım, her bir fikrin kesişiminde var olan şey ülkemiz değil midir? Muhafazakar bir bireyi ele alalım, olası bir Türkiye’nin yok oluşu, onun muhafazakarlığının sonu olmaz mı? Bir Atatürkçü’yü ele alalım, Türkiye sona erse, böyle bir fikrin kalması olası mı? Türk değerlerini diğer değerlerin üstünde gören birisi için, Türkiye’nin sonunun, Türk varlığının da sonunun olacağını görmesi zor mu? Dediklerimin hepsi Türkiye’ye bağlı değil midir?  Öyleyse neden hâlâ bunu göremeyiz? Neden Türkiye için ortak olmayız? Neden ortak bir çıkar için çabalamayız?  Varsın bir kişi İslami motiflerden hoşlanmasın, eğer Türkiye için çabalıyorsa onu neden hor görelim, İslam’ı kabul etmemek neden bir suç olsun? Türkiye için çabalıyorsa, diğer kişiler ülkemizde kendi inancını yaşayabilir ve bu ortak bir noktadır. Yahut varsın bir insan Atatürk’ü sevmesin. Eğer Türkiye için emek veriyorsa neden onu ötekileştirelim, Atatürk’ü sevmek neden bir skala olsun?..

“Evladım! Bu ülkede sağcı-solcu, ilerici-gerici yoktur, namuslular ve namussuzlar vardır. Siz namuslular safında yer alınız. Göreceksiniz çok kalabalık olacaksınız…”  Cemil Meriç, 20. yüzyılın ilk yarısında bu cümleleri kurmuştur. Günümüze yorumlayacak olursak da şunları söyleyebiliriz; bu ülkede ne olduğunuzun, nereye ait hissettiğinizin hiçbir önemi yoktur, iki şey dışında. Ya vatanseversinizdir, ya da vatansever değilsinizdir. Ve biz vatansever olanları destekleyip, bağrımıza basmalıyız…

*Cemil Meriç-Bu Ülke


GENÇ'ın Yazısı.