Hükümdar Kim?
Eylül 2011 Yazı Atölyesine Gelen En İyi Yazı
Yazı Hakkında Metin Karabaşoğlu`nun Yorumu: Yazını anlatım başarısı ve yaşadığımız hayata doğrudan temas ediyor olup bir açılım sunması itibarıyla ayın yazısı olarak seçiyorum. Bu, senin için, sanırım yeterince çok şey ifade ediyordur. Devam…
Ayşenur Akten
ABD’de bir okul müdürü, okul içerisinde yaşanan şiddeti minimuma indirmek için, okul menüsünü değiştirdi. Bina içindeki otomatik yiyecek makinelerindeki paketlenmiş hamburgerlerin yerini meyveler aldı. Çıkan yemeklerdeki sebze oranı arttırıldı, abur cubur yiyecekler yasaklandı. Sonuç olarak, okulda kavga oranının düştüğü, derslere konsantrasyonun ise arttığı gözlemlendi.
Sömürge sisteminin çağdaşlık olarak yer edindiği şu devirde, “Hamburger Medeniyeti” olarak anılan ABD dahi durumun vahametinin farkına varmış bulunuyor. Biz ise nefsimizin ağırlığıyla nefessiz kalıp tükenirken, lokmaları gözümüz kapalı götürür hâle geldik.. Yediğimiz lokmaya hükmettiğimizi düşünürken, aslında yediklerimizin boyunduruğu altında yaşıyoruz. “Anne eli değmiş gibi”lerle avunurken, anne eli değmiş yemeklerin tadı tarif kitaplarında esir kaldı.
Doymak için yapılacak en güzel eylemlerden biri, dışarıda yemek olarak hayatımızda yer edindi. Dışarıda yemek; evde hazırlanmış ekmek arası domates-peyniri bir bankta deniz manzarası eşliğinde mideye indirmek olamaz tabii, kapitalist zihniyetler bunu sindiremez. Bize kendi paramızla zehirlenmek yakışır bu devirde… Ruh zehirlenmesi!
Nasıl ki bedene rahatsızlık veren gıdalara karşı dikkatliyiz, ruha zarar verecek gıdalardan da kaçınmamız gerekiyor. Sözümona ‘kaçırılmaz’ fırsatların hilesine teslim olup ‘masumane’ faizleri katığımıza sürerken, yetim çocukların gözlerini asılı bıraktığı döner tezgahlarından yahut göze en çok nasıl hitap edeceği ince ince düşünülmüş ve görücüye çıkarılmış pazar-market ürünlerinden iştahla besleniyoruz…
Sonra bir de ne yediğimizi bilmeden yemek var. Kime ve neye hizmet ettiğini bildiğimiz hâlde, yapım aşamasını az buçuk duyduğumuz hâlde, severek yediğimiz burger menüleri. Haram lokmalar, şüpheli lokmalar. Dilimiz damağımız şenlenirken bir taraftan ruhumuza kanlı gözyaşları akıttırıyor; nefsi şımartıp özü ölüme terk ederken, “Suçlu kim!” diyerek haykırmayı marifet biliyoruz. Suçluyu her öğün kendi rızamızla damarlarımıza çekiyoruz. İsteyerek kabul ediyoruz biz zehirlenmeyi.
Belki bunların hepsinden sakınıp, tanıdığı, bildiği, gördüğü nezih mekânları mesken tutanlar vardır. Peki, oralarda da aşçının, kalfanın, garsonun ruh hâlini bilen var mı? Yediğinizin öfke, nefret, acı, intikam gibi duygularla harmanlanmış bir menü olmadığından da emin misiniz? Bir defasında Hızır aleyhisselam Allah dostlarından birini ziyareti esnasında, ikram edilen yemeği yemiyor. Allah dostu şaşkın. “Bunlar helal lokmadır. Niçin yemiyorsunuz!” dediğinde, Hızır aleyhisselam şu cevabı veriyor: “Evet, helal lokmadır. Lâkin pişiren, öfke ve gafletle pişirmiştir.”
Mevlana Hazretleri de, “Lokmalar, tohum gibidir” buyuruyor. “Nasıl bahçıvan tohumu eker, ektiği tohuma göre filiz çıkar. Yediğimiz lokmalara göre de fikirler meydana gelir.”
Demek ki, dil bir taraftan yeme işlevinde görev alırken diğer taraftan hazmedileni zikriyle ortaya koyuyor.
Neden insanların artık hiçbir şeye tahammülü kalmadı ki? Neden kimseye güvenilmiyor? Neden etraf huysuz, agresif, çekilmez bireylerle dolu? Gençler neden buhranlardan kurtulamıyor, neden çocuklar laubali?
“Bizi bu hâle getiren ne?” sorusuna verilecek ilk cevaplardan biri, ‘yediklerimiz’dir.
“Mü’min bal arısına benzer. Temiz olanı yer, temiz olan şeyler ortaya koyar” buyuruyor Resulullah (s.a.v.) Kalbimiz ve ruhumuz bizim en değerli hazinemizdir, onları korumak ise bizim elimizde ve dilimizde.
Yediklerimiz bize hükmetmesin, hükümdar biz olalım inşaallah!..
Metin Karabaşoğlu'ın Yazısı.