İnsanları açık bir araziye topla. Beni bir hurma ağacına as, ok ile ‘gencin Rabbi olan Allah’ın adıyla’ diyerek başıma nişan al. Beni ancak böyle öldürürsün.

Bir kralın kendisine danıştığı bir kâhini vardı. Kâhin ihtiyarlayınca kraldan kendi yerine yetiştirmek ve sihir öğretmek üzere bir genç istedi. Kral ona bir genç gönderdi. Kâhinin yanına gidip gelmeye başlayan genç arada yolunun üzerindeki bir manastıra da uğruyor, oradaki rahibin konuşmalarını dinliyordu. Rahibin Allah’a kulluk üzerine söylediği sözler gencin çok hoşuna gider, öyle ki bazen vaktin nasıl geçtiğini unutur ve dersine geç kalırdı. Bu geç kalmalara kızan kâhin, genci cezalandırdı. Bunu rahibe anlatan genç ondan şöyle bir akıl aldı: “Sihirbazdan korktuğunda beni ailem alıkoydu, ailenden korktuğunda ise sihirbaz bırakmadı dersin.” Bu şekilde her iki tarafa da gitmeye devam eden genç, kâhinden sihir, rahipten ise Allah’a kulluk öğrendi.

Genç bir defasında insanların, yollarını kesen büyük bir canavardan korktuklarına şahit oldu. Kendi kendine “işte bugün kâhin mi yoksa rahip mi daha faziletlidir, öğreneceğim” dedi. Bir taş alarak “ey Allah’ım, katında rahibin yaptığı kâhinin yaptığından daha sevgili ise şu hayvanı öldür de insanlar yoluna devam etsin” dedi ve elindeki taşı canavara fırlattı. Taşla yere serilen hayvan öldü ve insanlar kendi aralarında gencin kahramanlığını konuşmaya başladılar. Hadiseyi duyan rahip gence şunları söyledi: “Ey oğlum, bugün sen beni fazilet bakımından geçtin. Yakında çetin imtihanlara tâbi tutulacaksın, o zaman beni söyleme.”

Genç, rahipten öğrendikleri ile hasta tedavi eder olmuştu. Saraydan âmâ birisi hediyelerle gencin yanına geldi ve kendisini iyileştirirse hediyelerin hepsini kendisine vereceğini söyledi. Genç, şifayı verenin Allah olduğunu, kendisinde böyle bir kabiliyetin olmadığını ifade ederek, “eğer Allah’a iman edersen, kendi duan ile şifa bulabilirsin” dedi. Adam iman etti ve Allah da ona şifa verdi.

Âmâ adamın gözlerinin açılmış olduğunu gören kral meraklanmıştı. Adam “gözlerimi Rabbim iade etti” dedi. Kral “senin benden başka Rabbin mi var” diye çıkışınca adam “benim Rabbim de, senin Rabbin de Allah’tır” diye imanını ilan etti. Bunun üzerine kral adamı zindana koydu ve işkence etmeye başladı. Adam gencin ismini söyleyince kral genci çağırttı. Gence “sen her türden hastalığa şifa veriyormuşsun, öyle mi?” diye sordu. Genç, krala adama söylediklerini söyledi: “Ben kimseye şifa veremem, şifayı ancak Allah verir.” Bunun üzerine kral genci de zindana attırdı, işkence ettirdi, en sonunda genç rahibin ismini vermek zorunda kaldı.

Kral rahibi getirtip dininden dönmesini emretti. Rahip dininden dönmeyi reddetti. Kral o zaman büyük bir ağaç testeresi getirtti ve rahibin başını ikiye ayırdı. Arkasından kendi adamını da aynı şekilde öldürttü. Sonra gencin getirilmesini emretti. Genç öncekiler gibi dininden dönmeyi reddetti. Kral adamlarına genci yüksek bir dağa çıkarmalarını ve tavrında ısrar ederse aşağıya atmalarını istedi. Dağın en yüksek yerine çıktıklarında genç “Allah’ım, beni onlara karşı dilediğin şekilde koru” şeklinde dua etmeye başladı. Dağ sarsılıyordu. Kralın adamları kaçıştılar, genç de kralın yanına geldi. 

Şaşıran kral adamlarına ne olduğunu sordu. Genç “Allah beni onlardan kurtardı” dedi. Kral genci adamlarından bir başka gruba teslim edip, gemiye bindirip denizin ortasına götürmelerini, dininden dönmezse denize atmalarını söyledi. Öyle yaptılar. Genç denizin ortasına gelince “Allah’ım, beni onlara karşı dilediğin şekilde koru” diye dua etti. Bir fırtına çıktı, gemi alabora oldu, herkes boğulurken genç kurtuldu ve yine kralın yanına geldi. Şaşıran kral adamlarına ne olduğunu sordu. Genç “Allah beni onlardan kurtardı” dedi. Kral genci nasıl öldüreceği konusunda kararsız kalmışken genç ona bir akıl verdi: “İnsanları açık bir araziye topla. Beni bir hurma ağacına as, ok ile ‘gencin Rabbi olan Allah’ın adıyla’ diyerek başıma nişan al. Beni ancak böyle öldürürsün.” Kral gencin dediklerini yaptı. “Gencin Rabbi olan Allah’ın adıyla…” diyerek attığı ok gencin şakağına saplandı. Genç o anda öldü ama bu duruma şahit olan insanlar “gencin Rabbi’ne iman ettik” diyerek bağrışmaya başladılar.

Gencin insanları kendi yanına çekeceğinden korkan kralın korktuğu başına gelmiş, insanlar toplu halde iman etmişlerdi. Öfkesi artan kral yolların ağızlarına uzun çukurlar açılmasını ve içerisine büyük ateşler yakılmasını emretti. Kralın adamları insanları bu hendeklerin başına getiriyor, dininden dönmeyeni çukura yuvarlıyorlardı. Sıra kucağında bebeği bulunan bir kadına geldi. Kadın bir an tereddüt edince bebek dile geldi ve “anneciğim sabret, sen hak üzeresin” dedi.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) anlattığı bu olay hendeğin başındaki zalimlerin müminlere zulmüdür ve Buruç Suresi’nde anlatılır. İmanın bütün şartlara rağmen nasıl bir dirilik kaynağı olabildiğini gösteren bu hadise bir gencin tam da gençliğine yakışır tavrı ile bütün kavmini nasıl iman ile buluşturacağına dair muhteşem bir örnek olaydır. Bu olaydan şu ibretlik dersleri çıkartabiliriz:

1. Hiçbir usta, hünerinin ölmesini istemez. Ama hünerin kime nasip olacağını kendisi tayin edemez.

2. Bir hüner dünyalık temini dışında hakka ve hakikate dair bir yol da açmalıdır. Böyle bir hünerin ustası makbul, çırağı bahtlı, faydası kalıcıdır.

3. Her hüner içinde bir sorgulama taşır. Bu sorgulama hem onun mükemmelliğini, hem de ona sarılanın azmini ve sadakatini yukarıya taşır.

4. İnsanlar arasında hüneri ile konuşulur olmak belayı davet eder. Belanın gelmesi o hünerin, sahibini aşıp topluma mal olacak bir fayda doğurmasının zamanının geldiğini gösterir.

5. Mutlak fayda insanların Allah’ı tanıyıp, bilip, yolunda yaşamalarıdır. Yaşamak mümkün değilse aynı yolda ölmek evladır. Esas hayat ahiret hayatıdır.

6. Ameller niyetlere, işler neticelerine göre değerlendirilir. Tez zamanda netice alınabilir ama bu bedel ister.

7. En büyük hüner Allah’ın sözünün sözcüsü olmaktır. Bu bir baht ve talih işi olduğu kadar gayret, azim ve sebat da gerektirir.

8. Allah sözünün sözcüsü olmak istemekle elde edilecek bir makam değildir. Bu makamı elde edenler hep istenmişlerdir. Ancak istenmiş olmanın yolu istemekten geçer, çünkü susuzun su araması gibi su da susuz arar.

9. İnsan hayra ancak hayırla varır. Ancak Allah’tır ki şerden hayır, hayırdan şer çıkartır. 


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.