Muhyiddin Şekûr, ABD’nin Ohio eyaletinde doğan, akademik çalışmalarını ABD’deki üniversitelerde psikoloji alanında sürdüren; bireysel terapi, aile terapisi ve akıl sağlığı alanında yıllarca dersler vermiş, bu alanlarda makaleler yazan bir güzel insan. Tasavvufla tanışıp Müslüman olduktan sonra hayatın daha çok enfusi olan kısmıyla ilgilenmeye başladı. Doğu’ya uzun seyahatler yaptı. Şimdilerde ABD ile Türkiye arasında gidip gelen bir hayatı var. “Su Üstüne Yazı Yazmak”ta detaylıca anlattığı bu derinleşme serüveni Türkçe’de kısa sürede 13 baskı yaptı. Son kitabı “Yazdan Kalan Son Gül” ise beklentileri aşan bir ilgiyle karşılaştı. Kendisiyle bu son çalışmasını merkeze alarak keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.

Yazdan Kalan Son Gül isimli son kitabınız Türkiye’de geniş yankı buldu. Kitabın isminin hikâyesi ile başlayalım dilerseniz.

Yaz mevsiminin, kitabın başkahramanı Carlos için keyifli geçmesinden ötürü bu başlığı seçtiğimi öncelikle belirteyim. Ancak Carlos’un başına gelenler onu, yazın gençlik dolu günlerinden çok daha ileriye taşıyor. Yine benzer bir nedenle kitap, Thomas Moore’un hayli takdir ettiğim o meşhur şiiri ile aynı başlığı taşıyor. Bu şiirde yaşadığı feci kayıplardan sonra Carlos’un yüreğinin geldiği halin çok ustaca bir tasviri söz konusu.

Bu son kitabınız, Su Üstüne Yazı Yazmak ve Gölgeler Koridoru’ndan farklı olarak bir roman şeklinde ortaya çıktı. Sizi bu kitabı yazmaya teşvik eden şey ne oldu?

Uzun bir süre Yazdan Kalan Son Gül’ü yazmayı düşündüm. Senelerce kendi anılarıma ve bu kitabın fikrine, projesine ayırdığım bir günlük tuttum. Dönemin tarihine, yapılmış protestolarına ve sosyal etkilerine dair birçok araştırma yaptım. Vietnam Savaşı’nın, askeri hayatın rutininin, hatta silahların ve savaşın vuku bulduğu zamanda karada, suda ve havada kullanılmış taşıtların detaylarına büyük özen gösterdim. Su Üstüne Yazı Yazmak kitabını tamamladıktan uzun bir süre sonra bu kitap üzerinde çalıştım. Ancak Gölgeler Koridoru kitabım ile eş zamanlı olarak çalıştığım oluyordu.

Okuyucular, yazarak paylaşma iştiyakı duyduğum hayat ve tecrübelerim konusunda hassasiyet sahibi olduğumu fark edebilirler. Yazdan Kalan Son Gül için de umutlarım bu yönde, sadece bu sefer çok daha geniş bir kitleye ulaşmayı umuyorum. Ergenliğimden yetişkinliğime kadar uzanan hayatım, ailemdeki insanlar, komşularımız, yaşadığımız mahalle ve muhit üzerine ne zaman tefekkür etsem; henüz bir yazar olacağımı dahi bilmeden evvel içim, bu tecrübeleri kaleme almak için ilhamla doluyordu.

Bu kitapla özellikle seslenmek istediğiniz kimlerdi?

Umudum her daim, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, kitabımda geçen temaları kendi hayatlarında tecrübe eden insanlara seslenmek oldu. Sosyal hayat ve toplumdaki yoksulluk ile mahallenin kabadayıları gibi insanın ergenlik ve genç yetişkinlik çağlarında başına gelen diğer pek çok zorluktan bahsediyorum. Özellikle de ilk aşktan, kalp kırıklığından ve bunun iyileşmesi yahut iyileşememesi gibi durumlardan…

İnsanın hayallerine ve kendi potansiyelini arayış ve keşif macerasına dair bir şeyler söylemek, paylaşımda bulunmak istedim. Dünyanın dört bir yanında ve benim büyüdüğüm mahalleye benzer diğer kentsel alanlarda yaşayan insanlara seslenmek istiyorum. Yalnızca Amerika’daki çevreme benzeyen topluluklara değil, aynı zamanda Türkiye ve Avrupa, Afrika, Asya, Hindistan, Çin yahut bu gezegenin herhangi bir yerinde yaşayan herkese sesleniyorum. Elbette, farklı kategorilerdeki insanları da bütünüyle hariç tutmadan… En nihayetinde okuyucularımın zihinleri ile kalpleri arasında empatik bir bağ kurmak istiyorum. 

Yazılış süreci ne kadar vakit aldı?

Kitabı tamamlamak yaklaşık 5 yılımı aldı. Amerika’da Yazdan Kalan Son Gül’ü basacak bir yayınevi bulamadığımda kitabı başarısız olmuş bir proje olarak kabul edip kenara kaldırmıştım. Timaş Yayınları’nın editörleri kitabın varlığını öğrenip onu okuma talebinde bulundular. Ne mutlu ki, kitabı kayda değer bir proje olarak görüp potansiyeline inandılar. Bu sayede kitap sonunda gün yüzüne çıktı. 

Kitabınızda geçen; “Her gözünü kapayan uyumaz, her veda eden gitmiş sayılmaz” sözünü biraz açabilir misiniz?

Benim yetiştiğim toplumda çok meşhur bir özlü sözdü bu. Gençlerin bunu yaşlılardan duyması muhtemeldi, özellikle de Kuzeyli olanlardan. Afrika-Amerikan kültürü bu gibi özlü sözlerle dolu... Büyük ihtimalle bu hikmetli muhteva, kıtalar arası köle ticaretinden ve Amerika’nın savaş öncesi kuzeyinde maruz kaldıkları sömürge hayatının dehşetlerinden sağ çıkan Afrikalı Müslümanlar tarafından taşınan özlü sözlerden geriye kalanlar. Bu tür sözleri kitaptaki Emma Teyze karakterine çokça benzeyen kendi büyükannemden de duymuştum. Aynı şekilde, kitaptaki Dan Amca’ya çok benzeyen kapı komşumdan da duydum. Bilhassa bu söz ile ifade edilmek istenen ise; zahirde vuku bulan hadiselerin her zaman için göründüğü gibi olmayabileceği. Bu nedenle insan uyanık kalmalı, basiret sahibi olmalı ve mümkün olduğunca umutsuzluğa kapılmamalı.

Kitabı okurken gerçek ile kurgunun birbirine geçtiğini hissettim. Pek çok şey günümüz Amerikası’nda geçiyor gibi. Bunu kasıtlı mı yaptınız? Ya da şöyle sorayım, ne kadar kurgu, ne kadar gerçek?

Bu cevaplanması zor bir soru. Bu kitap bir kurgu... Tamamı gerçekler üzerine kurulmuş bir biyografi değil. Ancak, romanın tarihsel ve coğrafik ciheti tamamıyla gerçek hayat temel alınarak inşa edildi. Bütün karakterler benim kendi hayatımda tanımış olduğum insanlardan ilhamla oluştular. Olaylar ve karakterler arasında geçen etkileşimlerin çoğu, benim gerçekte yaşamış olduğum tecrübeleri barındırıyor. Hikâyedeki kimi detaylar hayal gücünün sınırlarını zorlayabilir. Okuyucu hayal kurmanın ve insanın kendisi hakkında hayal ettiği her şeye kavuşmasının ne kadar mümkün olduğunu merak edebilir. Yahut başka boyutlarda yaşayan insanların gerçekten de dünya adlı gezegende yaşayan bizlerle iletişime geçip geçemeyeceğini merak edebilir. İnsanın zamanda geriye veya ileriye yolculuk etmesi olası mı acaba? Bu kitabı hayatta ve aşkta daha nelerin mümkün olduğuna dair bir tefekkür vesilesi olsun, insanları düşünmeye teşvik etsin diye kaleme aldım. Aynı zamanda, insanın hayata karşı nasıl hazırlanabileceği ve hayatın zorlukları ile nasıl baş edebileceği hususunda fikir vermesi amacı ile de. Sorduğunuz soruya cevap olarak, kitabın muhtevasının büyük bir kısmı, belki de yarısından fazlası gerçeklerden oluşuyor diyebilirim. Ama yine de, kitabın bazı kısımları kurgu ve bu iki kategori arasında yer değişimlerinin olup olmayacağı da kesin değil. 

Yazdan Kalan Son Gül’de kahramanlar çok canlı kanlı ve hayatın içinden kişiler. Kahramanların duyguları ve hisleri güçlü bir şekilde bize tesir edebiliyor. Tasavvuf alanındaki tecrübenizin ve psikoloji alanındaki uzmanlığınızın karakterleri oluşturma sürecinde etkili olduğunu söyleyebilir miyiz?

Bu soruyu can-ı gönülden takdir ettiğimi belirtmeliyim. Söyledikleriniz birçok yazar ve hassaten de roman yazarı tarafından takdire şayan bulunurdu. Daha önce de söylediğim gibi, benim öncelikli ilhamım kitapta tasvir edilen karakterlere yakın insanlar ile gerçek hayatta tanış olmamdan kaynaklanıyordu. Sorunuzu cevaplamak adına, evet derdim. Tasavvuf alanındaki tecrübelerimin bir kısmının karakterlerin oluşma sürecinde hakikaten büyük bir etkisi oldu. Psikoloji alanının da katkıları oldu tabii. Bu alanların ikisinin de üzerimde muazzam bir etkisi olmuştur. Yine de, bunun planlanmış bir sonuç olmadığını da söylemeliyim. Bu şekilde bir sonuç alayım diye kasıtlı olarak oturup yazmış değilim. Ama bu iki alan da gelişimimin ve hatta an be an gelişmekte olduğum kişinin hakiki ve ayrılmaz parçaları olduğundan, elbette ki karakterleri geliştirmede de rolleri vardı. 

İçinde yaşadığımız bu modern dünyada pek çoğumuzun bir rehber arayışı var. Nitekim Dan Amca da Carlos’un rehberi gibi. Dan Amca’nın üstlendiği model tam olarak nedir? Ya da Dan Amca aslında kimdir?

Bu yüzyılda ne dereceye kadar bir rehber arayışı içinde olduğumuz benim hâlâ üzerinde kafa yorduğum bir konu. Ama sorunuzu 21. yüzyılın getirdiği olağanüstü zorlukları pozitif bir biçimde soruşturmak ve kabul etmek olarak alıyorum. Teknolojinin, değişimin ve değişen değerlerin inanılmaz etkisi ve bu şartlar altında dengeyi korumak için harcanan çaba çok şaşırtıcı boyutlarda. İnsan hayatı için bir rehbere sahip olmanın önemi çok temel bir şekilde büyüktür. Hepimiz, hayatın her aşamasındaki A-B-C’ler gibi, en basit şeyleri bile öğrenirken birilerine ihtiyaç duyuyoruz. Her aşamanın kendi temelleri var; bu temellere nüfuz edebilmek yahut onları gözden kaçırmak bir insanın hayatında çok büyük bir fark yaratabilir. Dan Amca gerçek bir yardımcı ve kolaylaştırıcı. Hayatında bir Dan Amcası olan herkes son derece şanslıdır.

Dan Amcalar, bulması kolay kimseler değiller. Dan Amca’nın kapı komşusu olanlar dahi onun bütün mahalle için bir tutkal niteliğinde olduğunun farkında değildi. Kimdir Dan Amca? O gerçek bir komşudur. Derslerini, hayatın zorlu imtihanlarla dolu okulunda öğrenmiş olandır. Sizin içinizdeki en iyiyi görmenize yardım eden; ama aynı zamanda daha iyi olmanız için de teşvik edendir. Aydınlığın ve nurun menbaı olan bir okulda en yakın dostunuzdur. Sizinle ilgili kişisel hiçbir hedefi yoktur, ama onunla bir bağ kurarsanız sizi her zaman kendi potansiyelinizi görmeye davet edecektir. 

Çalışmanız boyunca ölüm teması ağırlığını ciddi şekilde hissettiriyor. Hâlbuki bu çağın tüm uyaranları ölümü yok sayma üzerine kurulu. Kamara öldüğü halde Carlos’un ruhuyla bağlantıda olduğunu görüyoruz. Yani bir taraftan öldürmek de istemiyorsunuz.

Provokatif bir soru sordunuz şimdi. Evet, yaşamın kendisi yaşamaya devam etmek istiyor, bu bir hakikat. Hayatın kendisini ihanete uğrattığını hisseden ve onu sonlandırarak rahata ereceğini düşünen insanlar haricinde, ölmeyi arzulayan hiçbir kimseye şahit olmadım. Çoğumuz zamanın hızla geçtiğini ve kadere doğru hızla koştuğumuzu biliriz. Ama bunun üzerinde fazlaca düşünmemeyi tercih ederiz. Bu gerçeği aklımızın ön safında tutarken bir yandan da huzurlu bir kalbe sahip olmanın mümkün olmadığını düşünürüz. Çok sevdiği yakınlarını kaybetmenin kıyısına gelip de kaybetmemiş olanlarımız en ağır şok halini yaşayanlardır.

İnsanların bu hayattan göçeceği gerçeğini bilsek de, yakınımız olan birinin vefatı yine de bizde büyük bir şok etkisi yaratır. Ancak tüm bunların ötesinde, sevdiğimiz birini aniden kaybettiğimizde, yaşadıklarımız bir şoktan çok daha fazlası olur. Bazen, o kişiler dünyadan ayrıldıktan sonra, onları sadece hatırlamakla kalmaz aynı zamanda hissederiz de. Bazen onların eşyalarına dokunur ve onların kokularını duyarız. Bazen, tanıdık bir mekânda onları görüveririz. Onları görmüş veya duymuş gibi oluruz. Bunlar, sevilen birini kaybetme sürecinin içindedir.

Psikoloji ve aile terapisi ile iştigal ettiğim vakitlerde hiçbir zaman bu şekilde bir kayıp yaşamış bir danışanıma, “Üstesinden gelin” demedim. Kaybettiğimiz kişiyi rüyalarımızda görsek de görmesek de, kaybın kendi içerisinde insanın üstünden gelebildiği yanları var. Fakat kaybın bazı yanları da var ki, ömrümüz boyunca bizimle kalır. Yaşamaya devam ederiz, ancak kaybın üstesinden asla tamamen gelemeyiz. 

Bir de Vietnam Savaşı’nı işlemişsiniz. Carlos oradan bir kahramanlıkla döndüğü halde psikolojik olarak çöküntüye uğruyor. Nedir bu ikilemin sebebi? 

Esas olarak, Carlos kendi ülkesi tarafından ihanete uğratılmış gibi hissediyor. İdealist karakteri ve saflığı arasında kapana kısılmış durumda. Kendi bağımsızlığını ve erkekliğini kanıtlamak istiyor ancak politika ile ilgili esas sorunları ve savaşın olağanüstü dehşetlerini anlayamıyor.

ABD ile Türkiye arasında gidip gelen bir hayatınız var. Günlerinizin nasıl geçtiğinden bahsedebilir misiniz? Nelerle meşgulsünüz? 

Basit, genellikle huzurlu ama bazen de meşgul geçen bir hayatım var. Sadece yazmak ile meşgul değilim; fakat hayatımın önemli bir bölümü haline geldi. Sanırım, kitaplarım geride bıraktığım işlerin en iyilerinden olacaklar. Hem Türkiye’de hem de Amerika’da dostlarım ve eski öğrencilerim var. Genellikle yalnızlığı tercih etsem de, zaman zaman insanlarla bir araya geliyorum. Özellikle imza günleri ve kitap fuarlarında okuyucularımla buluşmaktan büyük keyif alıyorum.

Gün tamamen size kalacak olsa kaç saatinizi okumaya ayırırsınız? 

Üçte birini.

Her yerde okuyabilir ve yazabilir misiniz?

Çoğunlukla evet. Basılı kitapları tercih ediyor olsam da iPad’imden de bazı kitaplar bitirdiğim oldu. Sakin ve yalnız ortamlarda yazmayı seviyorum ama ilham gelirse diye de yanımda genellikle kâğıt veya küçük bir not defteri taşıyorum.

Şu an hangi kitapları okuyorsunuz?

Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin eserlerini E.H Whinfield’ın çevirisi ile, Orhan Pamuk’un Kafamda Bir Tuhaflık’ını, Çin ve İran adlı bir kitabı, Edward Burman’ın Dünyayla Benim Aramda isimli çalışmasını okuyorum. 

Tekrar tekrar izlediğiniz bir film var mı?

Evet, Matrix filmini çok ilginç ve düşündürücü buluyorum. Zaman zaman tekrardan izliyorum.

Huzuru nasıl tanımlarsınız? 

Bana göre huzur sadece bir şeylere ulaşma veya bir şeyleri çözme gayreti içinde olmadığım zamanlarda yaşayabildiğim bir hâl, çünkü ben huzuru bir varoluş hâli olarak yaşıyorum.


Yusuf Temizcan'ın Yazısı.