Ömer Faruk Özbil

Ailem aradığında, nasılsın diye sorduğunda; beni hiç merak etmeyin burada o kadar güzel insanlar ile birlikteyim ki adeta kendi evimde gibiyim diyorum. İşte bana bunu söyleten güzel arkadaşlıklarım oldu. Hamdolsun.

Sürgünler ve zorluklar ile yıllarca mücadele etmiş Afganistanlı bir ailenin ortanca çocuğu Davud İbrahimi. Gönlüne düşen okuma sevdası onu kaderinin şekilleneceği coğrafyaya; Türkiye’ye getirdi. Türkçe öğrendi, 19 tane şehir gezdi, birçok projede görev aldı. Lisans eğitimini başarıyla bitiren Davud, şimdilerde Medeniyet Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyor. Türkiye’de okurken yaşadıklarını, başından geçen hikayelerini, yabancı bir öğrenci olarak okumanın zorluklarını ve bir yabancı gözüyle Türkiye’yi konuştuk.

Davud İbrahimi kimdir, neler yapar?

Kasım 1993’te Afganistan’da mücahit bir ailenin çocuğu olarak doğdum. 2012 yılında üniversite okumak için Türkiye’ye geldim. Bir yıl Türkçe öğrendikten sonra İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü kazandım. Şimdi ise Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans yapıyorum.

Neden Türkiye?

Küçüklüğümden beri en büyük hayalim yurtdışında okumaktı. 2004 yılında ağabeyim okumak için Türkiye’ye gitti. Tatillerde Afganistan’a geldiğinde Türkiye’ye dair anılarını anlattı bizlere. Ağabeyim anlatmaya başladıktan sonra bir anda Türkiye’ye gidebileceğimi düşündüm, daha çok bilgiye sahip olmak için araştırmaya başladım. Bu araştırmalarım esnasında Osmanlı bakiyesi bir ülke ile karşılaştım ve bu beni çok heyecanlandırdı. Türkiye’de okumalıyım dedim ve akabinde nasip oldu.

Türkiye’ye adım attığın anda ilk dikkatini çeken şey ne oldu?

Türkiye’ye ilk 2012 yılında geldim. Hep İstanbul’u merak ederdim. İstanbul anlatılınca heyecanlanırdım. Uçaktayken kuşbakışı İstanbul’u, Boğaz’ı gördüm. Daha iniş yapmadan “İyi ki bu ülkeye gelmişim” dedim. İzlediğim dizi ve filmlerde gördüğüm Boğaziçi Köprüsü’nü (15 Temmuz Şehitler Köprüsü) canlı görünce heyecanım daha da arttı. Bir an önce uçak insin istedim.

En sevdiğin yemek?

Afganistan’da simit yok bu yüzden simit ve poğaçayı seviyorum. Ayrıca lahmacun da severim.

Türkiye’de gördüğün ama bir türlü anlam veremediğin davranışlar?

Bazı insanlar konuşmalarında nokta virgül kullanır gibi küfür kullanıyorlar. Afganistan’da bununla karşılaşamazsınız. Ama Türkiye’de normal arkadaşlar arasındaki muhabbette bile küfürlü konuşulabiliyor. Buna bir türlü anlam veremiyorum.

Afganistan’da olup da Türkiye’de bulamadığın, en hasret çektiğin şey?

Afganistan’da bayramlarda herkes bir araya gelir, uzak yakın demeden bayram boyunca evden eve girer tüm mahalleyi ziyaret ederdik. Her evde sofralar kurulur ve bayram boyunca yerden kalkmazdı. Her gelen mutlaka oturur ikramlardan yerdi. Buna hasret kaldım. 

Hiç unutamadığın Türkiye hatıran?

Türkiye’ye ilk geleceğim sıralar Afganistan’da havalar sıcaktı. Ben de yazlık kıyafetler giymiştim. Ama Türkiye’de yağmur yağıyordu bu yüzden sırılsıklam oldum. Tanışmak için yanına gittiğimiz Uluslararası Genç Derneği Kurucu Başkanı M. Lütfi Arslan, yağmurdan dolayı ayakkabımın su içinde kaldığını görünce beni birine teslim etti. Türkçe bilmediğim için birlikte ayakkabı almaya gönderdi. Mağazaya gittik ama ayakkabı numaramı, istediğim modeli vs. anlatamadım. O sırada yeni geldiğim için Türkiye’de çok yağmur yağdığını bilmiyordum. Bu yüzden hem yaz hem kış giyebileceğim bir ayakkabı almak istedim. Ama oradakiler bana ısrarla kışlık ayakkabı verdiler. Bir saate yakın uğraştık ama birbirimize derdimizi anlatamadık. En son ne alırsanız alın dedim. Sonradan iyi ki o ayakkabıyı almışlar dedim.

Biz Afganistan’da çok zorluklar yaşadık bu yüzden Türkiye’de yaşadıklarıma zorluk diyemem. Orada savaşlar, sürgünler ve fazlasıyla mağduriyetler gördüğüm için burası bana zor gelmedi. 

Türkiye’de arkadaş ilişkilerin nasıl?

Ailem aradığında, nasılsın diye sorduğunda; beni hiç merak etmeyin burada o kadar güzel insanlar ile birlikteyim ki adeta kendi evimde gibiyim diyorum. İşte bana bunu söyleten güzel arkadaşlıklarım oldu. Hamdolsun.

Kuru mu, nohut mu?

Tabii ki kuru fasulye. 

Türkiye’de olsan nereli olurdun?

Konyalı olmak isterdim. Tabii ki İstanbul’dan sonra.

Hâlâ alışamadığın şey?

İstanbul’un kalabalığına alışamadım.

En beğendiğin şehir?

Konya. Mevlana Hazretleri Afganistan’dan Türkiye’ye göç etmiştir. Biz Mevlana’yı Afganistan’ın bir değeri olarak görüyoruz. Bundan dolayı Konya’yı seviyorum.

En duygulandığın an?

Bir gün geç saatte okuldan çıkmıştım. Ara sokakların birisinde kayboldum. O esnada denk geldiğim bir polise derdimi anlatıp adres sordum. Bana yurdumun adını sordular ve beni götürüp yurduma kadar bıraktılar. O polisin gecenin bir yarısı bana ilgili davranması, yardımcı olması beni çok duygulandırmıştı.

İstanbul’un en çok neyini seviyorsun?

Boğaz vazgeçilmezim. Osmanlı mirası mekanları gezmekten hoşlanıyorum.

Hangi takımı tutuyorsun?

Galatasaray. 

Atasözü ve deyimler ile aran nasıl, en sevdiğin hangisi?

“Islatmak”. İlk Türkiye’ye geldiğim zamanlarda okuldan arkadaşım yeni ayakkabı alınca “Hayırlı olsun, bunu hemen ıslatalım” dediğinde çok şaşırmıştım. O kadar para verdim acaba neden ayakkabıyı ıslatıyoruz diye düşündüm, çok garipsedim. Tabii sonradan öğrendim ıslatmak deyimini. Artık arkadaşlarım yeni bir şey aldığında hemen ıslatalım diyorum.

En zorlandığın şey?

Açıkçası biz Afganistan’da çok zorluklar yaşadık bu yüzden Türkiye’de yaşadıklarıma zorluk diyemem. Orada savaşlar, sürgünler ve fazlasıyla mağduriyetler gördüğüm için burası bana zor gelmedi. Savaş dönemlerinde günlerce ekmek bulamadığımız zamanlar oldu, burada yemeğe alışmamak şımarıklık olurdu. Hamdolsun, Türkiye’de her halime şükrettim.

Türkiye sana ne kattı?

Dert kattı. Türkiye’nin ve Uluslararası Genç Derneği’ndeki büyüklerimin bana en büyük katkısı, dert sahibi yapması oldu. Oradaki insanlar dertliler. Başka ülkelerde insanlar umursamaz davranırken burada öyle değil. Ellerinden bir şey gelmese bile dua ediyorlar.

Türkiye’de olmazsa olmazın?

Otobüs yolculuğuna çıktığımda camdan seyrettiğim yeşillikler, ormanlar benim için olmazsa olmazdır.

Başından geçen en komik hatıran? 

Türkiye’ye geldim ertesi gün beni alıp okul kaydımı yaptılar. İkinci gün okulun yolunu biliyorum diyerek tek başıma okula gitmek için yola çıktım. Vapura bineceğim için biraz tedirgindim, denize düşerim diye korkuyordum. Karşıya geçene kadar “Acaba derinliği ne kadardır, düşsem beni biri kurtarır mı?” diye düşündüm durdum. Düşmemek için geminin tam ortasında bir yere oturdum kenarlara yaklaşmadım. Vapurdan inince dün gittiğim yerden tamamen farklı bir yere geldiğimi gördüm. İçimden “İstanbul’da her şey olabilir diye anlatıyorlardı ama bir gecede, her yerin bir anda değişeceğini bilmiyordum” dedim. Ama sonradan fark ettim ki Beşiktaş vapuruna binmem gerekirken sonu “aş” ile bitirdiği için Kabataş vapuruna binmişim. Tabii ne olur ne olmaz diyerek yanımdaki not kağıdıma 10 kadar Türkçe kelime yazmıştım. Hemen abimi aradım. Defterdeki kelimelere baktım, “Kayboldum” diyeceğime “Yalan” demişim. Başladım “ben yalan, ben yalan” demeye. Telefonu çevreden birine vermemi istediler. Verdiğim kişiye nerede olduğumu sordular o kişide bana dönüp nerede olduğumu sordu. Anlamadığımı söyleyince yüksek sesle anlatmaya çalıştı. Sonra sağolsunlar beni bulup gelip aldılar.


GENÇ'ın Yazısı.