İnsan yalnız kaldığında yine yalnız değildir; kendi iç vesveseleriyle beraberdir. Hatta yalnızlık, kendi iç seslerimizin daha fazla belirginleştiği demlerdir. İç fısıltılarımız da çoğu zaman pozitif fısıltılar değildir.

İçinde yaşadığımız iletişim ve teknoloji çağının, lüzumlu-luzumsuz ilgiler oluşturma yönüyle âdeta bir meşguliyet deryasına dönüştüğünü ifade edebiliriz. Mâhir bir yüzücü ve iyi bir kişisel organizasyoncu değilseniz, selde sürüklenen kütükler misâli, başınızı bir sağa bir sola vura vura sarsılmış bir beyinle hangi girdaba doğru sürükleneceğiniz ya da hangi sahile vuracağınız tahmin bile edilemez.

Böylesi ortamlarda kimi zaman yalnızlık özlemi çekeriz. Yûnus Emre misâli “Cihan dolu durur kallaş/Her birinden bir taş gelir” der, kûşe-i uzlete sığınmak ve huzur bulmak isteriz. Evet, durulmak, bir durum tespiti yapmak ve rotayı yeniden çizmek ya da düzeltmek için tüm meşgalelerden, ilgi ve ilişkilerden bir müddet uzaklaşıp halvete (yalnızlığa) dönmek, hayatımız ve geleceğimiz adına belki bir zarurettir. Ancak bunun da süresini ve keyfiyetini doğru planlamak icab eder. Aksi halde hayattan kopma, donuklaşma, küflenme ve çürüme sebebi olabilir. Asıl olan yalnızlık değil, beraberliktir, birlikteliktir.

Maddi ve manevî varlığımızı, bulunduğumuz çevrenin imkânlarıyla korur, geliştirir ve besleriz. Elbette doğru bir çevrenin içinde var olmak, sıhhatli bir şekilde varlığımızın devamı bakımından önemlidir. Ancak çevresiz kalmak, diğer bir ifadeyle yalnız başına bir hayat sürmek, zayıflıktır ve belki kurda-kuşa yem olmaktır. Allah Resûlünün şu uyarıları bu konudaki büyük tehlikeye dikkat çeker mahiyettedir:

“Size (sıhhatli bir) topluluk içinde bulunmanızı tavsiye ederim. Ayrı düşmeyin ve kopmayın. Şeytan tek kişiyle beraber ve fakat iki kişiden uzaktır. Artık cennetin ortasına düşmek isteyen birliğin içinde olsun.” (Tirmizi, Fiten, 7)

İnsan yalnız kaldığında yine yalnız değildir; kendi iç vesveseleriyle beraberdir. Hatta yalnızlık, kendi iç seslerimizin daha fazla belirginleştiği demlerdir. İç fısıltılarımız da çoğu zaman pozitif fısıltılar değildir. İnsanı yaratan Yüce Mevlâmız, “İnsanın kendi öz hakikatinin (nefsinin) ilâhî rahmetle buluşmamış ise sürekli kötülük emreden bir yapıda olduğuna dikkat çeker.” (Yusuf Sûresi, 53) Ve yine biz göremesek de bizi bir şekilde görme kabiliyetine sahip şeytanların içimize sürekli vesvese verdiklerini haber verir. Bu iç fısıltıların, yalnızlık sebebiyle yüksek sesle sizi sürekli rahatsız etmesi karşısında uzun süre dayanmanız da mümkün değildir. Şeytanın ve kötülük fısıldayan benliğinizin esaretinde kötülük robotuna dönüşmeniz an meselesidir.

Dikkat edilirse en büyük günahlar yalnızlıkta işlenir. Günümüzde yalnızken işlenecek günah yolları daha kolaylaşmış, çeşitlenmiş ve yeni yeni boyutlar kazanmıştır. Özellikle akıllı telefonların ortaya çıkması ve internetin imkânları, yalnız kalan her yaşta insanı ve daha çok da gençleri günah deryalarına doğru alıp sürüklemektedir. Kendi odasında ve yatağında cep telefonuyla uyuyakalan insanlar, çoğu zaman kirlenmiş gözler, süflileşmiş duygular ve hayallerle aşağılara doğru, diğer bir ifadeyle günah çukurlarına doğru yuvarlanıp gitmektedirler.

Bazı anne-babalar, özellikle varlıklı olan aileler, oğlu ya da kızı üniversiteyi kazanınca, ona iyilik olsun ve rahat bir çalışma imkânı sağlasın diye yalnız kalacağı özel ev imkânları sağlamaktadırlar. Esasen bu imkân, -istisnaları olsa da- çoğu zaman onlara yapılan bir iyilik değil, bozulmalarına yardımcı olacak belki de günah hücrelerine dönüşmektedir. Bu nevi barınma yerlerinde en az üç kişiden oluşan gruplar oluşturabilmelidirler ki, birbirlerine karşı müspet anlamda mahalle baskısı kurabilsinler. İnsanda utanma duygusu vardır ve başkalarının yanında iç duygularını bastırması nispeten daha kolaydır. Burada da dikkat edilecek husus, beraberindekilerin de şeytan değil insan olmalarıdır.


Adem Ergül 'ın Yazısı.