”Ahdettik de bir zaman geldikti, Kara Oğuz
Bin yıl oldu muttasıl toprak doydu kan ve ter
Bir yerden başlamaksa, bakışın Amasyalı
Ve bayrağı astığın o küçük balkon yeter!”

Süleyman Çobanoğlu

Mustafa Bozoklu

Sual: Afrika’ya Gittin de Ne Oldu?
El-cevap: Ne olduysa Afrika’ya gittim de oldu.

Yıl 1492, Gırnata düşmüştü. O şatafatlı Endüslü hikayesi son demlerini yaşıyordu. Avrupa`da bir ışık sönmeye yüz tutmuş, ”Reconquista” başarıya ulaşmıştı. Başını İspanyolların çektiği bir takım barbar ahali kaç asırlık medeniyet havzasını yağmalıyor, İslam medeniyetinin klasik çağı kapanıyor, Araplar Arap diyarına cebren geri gönderiliyor, Cebel-i Tarık boğazı bir medeniyet med cezirine sahne oluyordu. Ancak İslam sancağının izzetinin muhafazasına, mabedin bekçiliğine, bir hadisin tecellisinin muhatabı olmaya adanmış olan Osmanoğulları yarım asır evvel Konstantinepolis’i ele geçirmiş, 2000 yıllık Roma İmparatorluğunun üzerine azametli cihan sultanı Fatih Sultan Mehmet Han oturmuştu. İlber Ortaylı’nın deyişiyle birinci Roma İmparatorluğu pagandı, ikinci Roma İmpartorluğu Hristiyandı, üçüncü Roma İmparatorluğu’da müslüman mı olacaktı? Muamma. Ancak şurası aşikar ki tarihte bir kırılma, eksen kayması yaşanıyordu.
Bir Balkan İmparatorluğu olarak dünyaya gelen Osmanlı’nın yeni kimliği Anadolu’da teşekkül etmiş ve akabinde Balkanlar’a tekamül etmiştir. Bu dönemde Türk etnisitesi İslami kimlik üzerinden tanınmış, tanımlanmış ve tamamlanmıştır. Bunun en büyük delili Tükçe’nin lisan olma ehliyetini Arapça ve Farsça ile kurduğu dini münasebet akabinde kazanmış olmasıdır. Anadolu’da tanımlanan bu kimlik Balkanlar’da tamamlanarak İslamı seçene Türk oldu denilmiş, tarihin gördüğü en mükemmel hüviyet tipi arşa bir sütun gibi yükseltilmiştir. Boşnak ilmihallerinde Türk olmanın şartları zikredilmiş, Engizisyon mahkemelerinde müslüman olanlar ‘Türk oldu’ suçlamasıyla yargılanmıştır. Ancak her beşeri olay ve olguda olduğu gibi bu eşsiz macerada bir müddet sonra inkıraza uğramış, dil sürçmeye, ayak tökezlemeye başlamıştır. Nihayetinde, hayatta olduğu süre içerisinde Osmanlı topraklarının yarısından fazlasının kaybedilmesine şahit olan Mehmet Akif’in halet-i ruhiyesi tüm imparatorluk topraklarını aynı şekilde sarıp sarmalamıştır.

Tarihin akışı bizi bu Anadolu coğrafyasına sıkıştırmış ancak Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmamıza mani olamamıştı. Öyle umulur ki hizmetlerimiz öldürücü hezimetimize mani olmuştu. Üzerinden bin yıl geçsede unutulmayası bir harp verilmiş ve bu harp istiklalimiz için verilmişti. O yıllarda silah zoruyla işgal altına alınamamış, haçlı postallarının hükümranlığına fırsat vermemiş tek coğrafya olan Anadolu bu acı mücadelenin düşürdüğü bitap hal ile pek çok noktadan kendi çeperlerine hapsolmuştu. İmparatorluk konforundan vazgeçip zihnimizi ulus-devletin kasvetli, içine dönük vizyonuna hapsetmek hiç bir zaman müstakil bir gayemiz olmamış, tarihte istirahat için verdiğimiz bir moladan ibaret kalmıştı.  200 yıldır kendimizi toparlamak ve yeniden bu aleme bir nizam sunmak ülküsü ile tutuştuk, sabırla o günlerin planını yaptık. Bazen başarılı bazen başarısız olduk ancak her daim o günlerin hayal ve heyecanıyla yaşadık.

Pozitif tarihin solgun cümlelerinin tek hakikat olduğuna inanan kimselerin bu cümlelere bir anlam verememesi oldukça doğal karşılanabilir. Hatta hep birlikte tüm bu cümlelerin içinde yaşadığımız an ve gelecek için ne anlam ifade ediyor olduğunu sorguluyor olmalıyız. Ben bu sorgulamanın cevabını Afrika’da bulabileceğimizi düşünüyorum. Nasıl mı?

Müddei iddiasını ispatla yükümlüdür. Bir millet ve devlet dünyaya bir düzen sunmak istediğinde, mevcut düzene meydan okuduğunda insanlık bu iddiaların her hangi bir dar bölgede tecessüm etmiş haline bakarlar. O an olmasa dahi gelecekte insanlar tarihi o dar bölgenin üzerinden tasavvur ederler. Balkanlar bu manada Osmanlı’nın dar bölgesiydi ve Osmanlı’nın geleceği olan bizler Osmanlı’yı Balkanlara bakarak tahlil ediyoruz çoğu vakit.

Afrika’da birer yıl arayla Gana ve Burkina Faso ülkelerinde bulundum. İki farklı büyük projenin iki farklı ülkesinde ortak bir nokta gördüm ki bu beni dev heyecanlara gark etti. Tarihin tarih kitaplarından kurtarılması koyabiliriz bu heyecanının adını. Daha somut ifade ile Afrika’nın Türk milletinin dar bölgesi olmak yolunda ilerlediğini hissettim gezdiğim sokaklarda, konuştuğum insanlarda, çektiğim fotoğraflarda. Ben Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti olarak Afrika`da mezkur iddiamızın ispatı uğraşında olduğumuzu; Osmanlı ne yaptı idiyse coğrafya ve konjonktür farklı olsa da taşınan gayenin aynı olduğunu gördüm erenlerin gözünde. Ancak biliyorum ki bu serüvenin henüz girizgahındayız. Biliyorum ki çocukca hatalar, menfaat uğruna dönen tartışmalar, ülke içindeki ve dışındaki çatlaklar gibi pek çok husus şu an bizleri ayağa yere sağlam basanlardan olmaya davet ediyor. Öbür yandan şunu da bana tarih öğretmiştir ki ruhumuzun cevherinin bir yanında da ayağı çarıklı bir Anadolu delikanlısının dünyaya karşı olan sarsılmaz duruşu olmadıkça bu işi başaramayız. Aşmak üzere olduğumuz eşikte çarpılıp yeniden sığ duvarlarımıza hapsedilmek hatta bu duvarların dahi dışına def edilmek istemiyorsak mutedil çizgide sağlam durmak zorundayız. Ya postunda fikirlerini, hislerini kırk teraziyle tartan Ahmet Yesevi, Yahya Şirvani, Şah-ı Nakşıbendi ya da onların dergahında gözlerini imani sürmelerle karartıp Anadolu’ya, Balkanlara savrulan alperenlerden olmak zorundayız. Konuştuğum büyükelçi Afrika’da ki tüm mevcudiyetimizi ulusal çıkarlarının bir gereği olarak izah edebilir. Hayatı yılan soğukluğunda yaşayan bir bürokratın böyle bir zihine sahip olması gayet tabii ancak bizlerin dört başı mamur ilahi ülküler kuşanmak varken beşeri uğraşlara takılması iki dünya hayatı içinde beyhude bir uğraşın neticesi olur. Kabul edelim yahut etmeyelim tarih bizleri sorumlu olmak sorumluluğu almak ve sorumluluğu omuzlarımızda kaldırmak mecburiyeti içerisine soktu. Afrika gördüğüm Türk’ün Türklüğünü, Türklüğün veciblerini hatırlaması meselesi bir konsensus haline gelip tüm ülkenin müşterek ufkunda yer aldığı vakit girizgahın ötesine geçmek nasibini alacağız. Ben inanıyorum. Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine şiirinin hükmünün bir gün o veya bu şekilde kalkacağına inanıyorum. Siz de inanın.

Niyet hayır akıbet hayır. Sefer bizden zafer Allah`tan. Ne olursa olsun bu vizyona dört kolla sarılıp bu rüyaya uyanmalı ve çalışmalıyız.  Tekrar etmek istiyorum, yahu şu şartlarda olur mu demeyin. Allah oldurur. Bu alçak şartları değiştirmeye, eğrileri doğrultmaya talip olursak oldurur. Allah’ın biz sefere çıkarsak zaferi önümüze getireceğine iman noktasında birleşirsek Afrika hakkında daha teknik hususları konuşmaya başlayabiliriz. Ancak Afrika’da sahadan devşirdiğim malumatlarla sizlere sunacağım analizler, tespitler vs. bu inanç olmadan hiç bir anlam ifade etmeyeceği için o konulara girmeye teşebbüs dahi etmiyorum. Müşterek bir ülkünün arkasında saf tutmaya başlamadan pozitif anlamda Afrika’yı masaya yatırıp, malumat yığınının içinde debelenip durmak bir kimseyi yapsa yapsa National Geography’de çalışan kameraman yahut National Geography’e konu olan bir papağan yapar.


GENÇ'ın Yazısı.