Gençlerdeki Din Yorgunluğundan Biz Sorumluyuz
Doç. Dr. Ömer Miraç Yaman’ı dezavantajlı gençler olarak tarif edilen madde bağımlısı gençler üzerine olan çalışmaları ve “Apaçi Gençlik” kitabıyla tanımıştık. Ömer Hoca bu konudaki çalışmalarını sürdürürken sayıları binleri geçen uyuşturucu bağımlısı, toplumdan dışlanan ve “sorunlu” olarak tarif edilen dezavantajlı gençle konuşmaya devam ediyor. Daha önce Dr. Necdet Subaşı Hocanın kullandığı “Din Yorgunluğu” kavramını ise yaptığı gençlik araştırmalarıyla “Din Yorgunu Gençler” olarak kullandı son dönemde. Tüm Türkiye’de “Din Yorgunu Gençler” tartışması gündem oldu. Peki neydi bu yorgunluk? Doç. Dr. Ömer Miraç Yaman’a Din Yorgunu Gençler meselesini sorduk...
“Din Yorgunu” kavramını Necdet Subaşı Hoca kavram olarak kullanmıştı. Şimdi ise siz “Din Yorgunu Gençler” diyorsunuz. Nedir bu “Din Yorgunu Gençler” meselesi?
İfade ettiğiniz gibi din yorgunluğu meselesini ilk önce Necdet Subaşı Hoca gündeme getirdi. Şu anda belki biraz metal yorgunluğu tartışmalarının üzerine gelince ilginç bir şeye dönüştü. Kastımız şuydu aslında: Gençliğe dair şu anda çok fazla tanımlama ya da kategorizasyon yapılıyor. Fakat toplamda dini hassasiyetleri olan, ben Müslümanım derken Müslümanlığını bir hayat biçimi olarak ifade eden gençler açısından duruma dönüp baktığımızda bir yorgunluk hikayesiyle karşı karşıyayız. Bu pek çok konuda var aslında: Aile yorgunluğu, ilişki yorgunluğu, cemaat yorgunluğu söz konusu. Aslında biz Ayşe Böhürler Hanımefendiyle bu konuyu konuşurken toplamda farklı başlıklar etrafında din yorgunluğunu bir cüz olarak değerlendirmeye çalışmıştık.
Din-i mübini İslam insanları yormak için değil rahatlatmak için, üzmek için değil muhabbet için, ağlatmak için değil güldürmek için geldi. Fakat bizde hikaye biraz karışık, dalgalı gidiyor. Kabaca şöyle ayırabiliriz: Birincisi, ailenin geleneksel tutumlarından dolayı tarihsel olarak yorulmuştur gençler belli konularda. Ergenlik döneminde veya yetişkinlik dönemine geçerkenki süreçlerde olur bu. Türkiye’de biraz daha belki ebeveyn çocuk iletişiminin probleminden kaynaklı olarak din dendiğinde bir yönlendirme veya tavsiyeyi aşan bir baskıya, muhabbeti aşan bir zorlamaya dönüşen bir süreç yaşanıyor.
On yıldır gençlerin hikayesini dinliyorum ve çevremde çok fazla dinle tanışma aşamasında olup dinden yorulmuş, namazdan yorulmuş, Kur’an’dan yorulmuş, “yoğrulması gerekirken yorulmuş” genç var. “Din yorgunu gençlik” derken farklı başlıklardan bir tanesi olarak söylemiştik fakat tartışmalardan sonra gerek sosyal medya ortamlarına gerek yazılanlara baktık ki bu hiç de az bir mesele değilmiş. Kritik bir meseleymiş aslında.
Deniyor ki “Hocam biz tüm alt yapıyı hazırladık, masalar hazır, sandalye hazır, internet var, çay var, çorba var, kitap-kütüphane kurduk bu gençler gelmiyor! Bu gençler niye gelmiyor? Bizim zamanımızda biz böyle kitap bulacağız, masa-internet bulacağız böyle bir ortam bulacağız içinden çıkmazdık, şimdi bu gençlerde bir gariplik var bunlar dünyevileşti mi? Bunların içine dünya mı kaçtı? Bunlar niye bu hale geldi?” Maalesef anlama dilini yitirdiğimiz anlamına geliyor bu sorular... Dükkan açmışsınız, ticaret erbabısınız, müşteri gelmiyor. Şunu diyebilir misiniz “Ya ne biçim insanlarsınız dükkan açtık bir gelmiyorsunuz?” Ne yaparsınız, dönüp dükkana bakarsınız. Biz tezgahımıza bakmıyoruz, tezgahtaki mallarımıza bakmıyoruz, ne sattığımıza; nasıl sattığı- mıza, niye sattığımıza bakmıyoruz ama alıcının bakmaması üzerinden bir eleştiri geliştiriyoruz. Bir süre sonra maalesef şunu görüyoruz: Genç üniversite döneminde bir dernek veya vakıfla intisaplı çalışma halinde fakat üniversitenin bitmesine yakın, bağın zayıfladığı, sonrasında ise koptuğu bir süreci yaşıyoruz. Daha da sert bir şey söyleyeyim: Biz bu dinin yaşanabilir veya yaşanılacak halini genç kardeşlerimize hayatın her döneminde olabilecek şekilde sunmuyoruz, sunamıyoruz.
Buna bir hata diyebilir miyiz?
Peki hocam, şimdiye baktığımızda aileler artık eskisi kadar baskıcı değil, çocuklarını özgür bırakıyor. Zorlamayla büyümedik, birileriyle kavga görmedik, çok fazla mücadelede etmedik. Ama gençler dindar olmaktan ziyade ya çok soğuk ya da itidalden uzak. Sorun nerede?
Çok güzel bir yere temas ettiniz. Namaz örneği üzerinden gidelim. Birincisi, “Çocuklarınızı yedi yaşında namaza alıştırın” diyor Peygamberimiz (s.a.v), dört yıl boyunca ebeveynin sorumluğunda bir eğitimden bahsediyor. Bu çok kritik bir eğitimdir. “Abi yedi yaşında başlatmayalım biz çocuğu, biraz şuurlansın, bilinçlensin biz inşallah 10-12 yaşında başlatırız” diyoruz. Bu hata mı? Hata... Peygamberimiz (s.a.v.) böyle yapın demiyor çünkü. İkinci yanlış tutum ise adam yedi yaşındaki çocuğu beş vakit namaz kıldıracak kıvamda zorlayarak namaza başlatıyor. İki örneğimiz de yanlış. Peygamberimiz (s.a.v.) bize dört yıl diyor, hikaye çözülmüş. Nasıl yemek yeme alışkanlığı belli bir yaşta kazandırılmayınca ileride kazanılabilecek bir durum değilse, tıpkı bunun gibi namaz da bir müminin zihnine, kalbine asıl yerleşmesi gereken zamanda yerleşirse kesinlikle o mümini yoldan çıkarmayacak ana umde olacaktır. Fakat “Müslüman kimliğini öne çıkartan aileler” için söylüyorum bunu, biz iki sert uçta seyrediyoruz. Ya umursamıyor, zamana, ergenlik dönemine bırakıyoruz ya da baskı yapıyor, yoruyoruz. Ben tekme tokat yataktan kaldırılarak sabah namazına kaldırılan çocuk hikayesi dinlemekten bıktım artık. Ben namazdan soğuma sebebinin annesinin ya da babasının kafasından aşağı dökülen bir bardak su olduğunu anlatan genç kız ya da genç erkek hikayesi dinlemekten bıktım artık. Ben gittiği vakıf, dernek ya da kaldığı bir Kur’an kursunda Allah için yapılan bir hizmet içerisinde gönlü kırılmış, hikayesi soldurulmuş gençler duymaktan bıktım artık. Dolayısıyla yorgunluk diyorsak tam burayı tartışmamız gerekiyor. Biz haşa Allah azze ve cellenin sopası değiliz. Allah bize böyle bir görev yüklemedi. Biz O’nun (c.c.) yeryüzünde “acentesi” filan da değiliz. Biz Müslümanız ve tabiri caizse davet edeniz biziz, daiyen ilallah yani. Biz çağrımızı yaparız, gelen gelir. Anne-baba evladının aynı zamanda Müslüman kardeşidir.
Benim evladım aynı zamanda Müslüman kardeşimdir. Bir Müslüman kardeşime nasıl hassas oluyorsam evladıma da öyle hassas olmalıyım. Yormamalıyım, üzmemeliyim, bunaltmamalıyım, evde olması ona ekstra bir yük getirmemeli. Bu anlamda aileler çok fazla salmış durumdalar zaten. “Rahatlık” durumu da doğru değil kesinlikle. Bu da bir yorgunluk peydah ediyor sonuç olarak. 15 yaşındaki bir gence diyorsunuz ki “Sen artık namaz kılacaksın, başını kapatacaksın.” Ama o zamana kadar hiçbir şey söylememişsin. Gencin sorusu basit: “Bunu neden yapayım?” Anne babası da birkaç ihtardan sonra evladını kodluyor kafasında: “Bu çocuk namaz kılmayacak.” Böyle bir nasipsizik olabilir mi? Doğru soru “Sen ne verdin, ne kadar emek verdin? Onun okulunu, evini, yurdunu, üniversitesini, dershanesini düşündüğün kadar namazını düşündün mü, dertlendin mi? Veli toplantısına gitme heyecanıyla camiye götürdün mü onu mesela? Hediye aldın mı; gönlüne, kalbine dokundun mu? Bunları yapmayıp da toplamda sürecin sonuna bakıyorsak, asıl konuşulacak şey anne ve babalar oluyor. Bu da ayrı bir tartışma konusu.
Sibel Eraslan “Bizim çocuklarımız bizim nispeten güçlü olduğumuz günleri gördüler ve biz güçle, imkanla, kariyerle ilgili sınavlarımızı çok da iyi veremedik... Yorgunluktan çok güvensizlik varmış gibi geliyor bana...” şeklinde bir yorum getirdi bu tartışmaya. Katılıyor musunuz?
Güvensizlik ortamı çok normal. Şu anda bu topraklarda en çok neye güvenilmiyor derseniz, -maalesef- dini temsil eden insanlara güvenilmiyor denebilir. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra güvenilmiyor.
Haksız mı insanlar?
Haksız değiller. İnsanları bunun için kınayamayız. Türkiye’nin öyle veya böyle son 40 yıllık mukadderatında söz söyleme kıvamına gelmiş bir toplumsal hareketin hainliği tescillendi. İnsanların tabii ki bir cemaat, vakıf, dernek ortamına bırakın gitmeyi hakkında konuşurken bile 50 kere düşünmesi çok anlaşılabilir bir şey artık. Bu bizim imtihanımız oluyor. Burada da tabii ki güven kaybı oldu. Dini mübin-i İslam insanlara bir şey ikram eder: Güven. Şöyle düşünelim: GENÇ Dergisi’nin genel merkezine dışarıdan tanımadığınız birisi gelse ve dese ki “Çantamda 20 trilyon para var. Bir saat sonra geleceğim, burada kalsa olur mu?” Ne yaparsınız? “Tabii gidebilirsiniz” dersiniz. Hatta panikleriz o 20 trilyonu korumak için. Bunu hangi banka sistemiyle, hangi küresel ölçekteki finans sektörüyle, hangi güvenlikli site sistemiyle kurabilirsiniz ki... Biz Müslümanız ve güveniliriz. Bu kayboluyor veya aşınıyorsa zaten doğal olarak ilişki yorgunluğu ortaya çıkıyor.
Müslüman cürmüyle, kapasitesi oranıyla iş yapar. Bir cemaat, vakıf, dernek rıza-ı ilahiyi gözeten bir kuruluş, bir reklam; PR şirketi değildir. Biz yaptığımızın melekler şahitliğinde Allah’a ulaştığına iman etmiş müminleriz.
Gençlerin çoğu şunu söylüyor: “Hocam ben neden bir dernek, vakıf, hoca, cemaat ile birlikte olayım ki?” Hatta bir genç dedi ki, “Hocam ben ilk defa tanıdığım bir vakıfla geziye gittim. Oradakiler bizim fotoğraflarımızı çektiler ve sonra baktım ki internet sitesine koymuşlar. ‘Ya ben başka bir niyetle oraya gittim sen benim fotoğraflarımı neden yayınlıyorsun?’ diye sorunca ‘Faaliyet yaptık belgeliyoruz’ dedi görevli.” Arkadaşımız çok insani bir şey sormuş farkında mıyız? “Sen beni nasıl şeyleştirirsin?” “Ben senin istatistiksel malzemen miyim?” Bunların tamamı ilişkiyi yoruyor ve gençler çok net görüyorlar. Belli bir yere kadar ilişki kuruyorlar vakıfla, dernekle, cemaatle... Belli bir noktadan sonra gidiyorlar.
Gençlerin farklı arayışları var o zaman?
Türkiye’deki gençler hiç olmadığı kadar örgütlü ama özgün yapıya muhtaçlar. Biraz Anadolu’yu, üniversiteleri gezin. Her yerde sivil kurulmuş kulüpler var. Hiçbir vakfa, hocaya bağlı değiller. Oturmuş çalışıyorlar. Böyle yüzlerce kulüple tanıştım-çalıştım. Bu aslında ana damarın aktığını gösteriyor ama biz o kanala hayırlı bir yön verme konusunda ya da yardımcı olma noktasında ufuk çizemiyoruz maalesef.
Evet, bazen biz de şahit oluyoruz. Israrla “Bizim hiçbir cemaat ve vakıfla bağlantımız yok” diyorlar. Bu ısrarla vurgulanıyor...
Allah bu eksikliklerimizi yorgunluklarımızı gidermeyi nasip etsin inşallah.
Bu din yorgunluğunu nasıl atabiliriz?
Gençlerdeki din yorgunluğundan en başta biz sorumluyuz. Ve biz gençlerle gençlik üzerine çalışanlar, gençleri çalışmaya devam etmek istiyorsa, bu topraklarda birkaç şeyi yapmak zorunda.
1) Mümkünse etiketsiz çalışmaları öne çıkarmamız gerekiyor.
2) Bizim elimizdeki, bizim yeteneğimiz oranındaki değil; bizzat gencin yeteneği oranındaki katılım sürecini inşa etmemiz gerekiyor. Gençler kendi yeteneğiyle vâr olabilsin.
3) Gençlere yönelik iş yapacaksak kınamamalıyız. Arayışları saygıyla karşılanmalı ve anlamlandırılmalı. Bir mümin gence yaptığımız bireysel yatırım, bireyselleşmesine katkı sunmayacak; ümmetin toplam kalitesini yukarı çekme konusunda bize bir muzafferiyet sağlayacak. Her birimiz yeteneğimiz oranında kalitemizi artırırsak hep beraber kaliteli hâle geleceğiz. Bu anlamda yatırım yapmayı da, özellikle gencin kendi hayat prensibini, yeteneklerini, özelliklerini ve neler yapılabilir noktasını çözebilirsek, ben hayırlı olur diye düşünüyorum.
Salih Yüzgenç'ın Yazısı.