Derviş Olmadan da Müslüman Olunabilir Ama Müslüman Olmadan Derviş Olunamaz
Shems Friedlander New York’ta doğmuş bir sanatçı. Ödüllü grafik tasarımcı, usta bir fotoğrafçı, ressam, şair ve film yapımcısı. Dünyanın en etkili 500 Müslümanından birisi olarak gösteriliyor. 1970’lerde tasavvuf ve özellikle Mevlânâ ile tanışarak İslam’ı tercih etmiş. Hz. Mevlânâ ve semazenler üzerine kitapları ve belgeselleri var. Şimdilerde ailesi ile Türkiye’de yaşıyor. Kitaplarını hem bir akademisyen titizliği ile yazıyor hem de tadından yenmez bir sohbet üslubu dikkat çekiyor. Daha önce “Kış Hasadı” isimli otobiyografik çalışması oldukça rağbet görmüştü. “Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Unutulmuş Mesajı” isimli yeni kitabı Sufi Kitap aracılığıyla raflara çıkmışken bunu vesile ederek kendisiyle buluştuk, kitaplarından başladık konuşmaya ve söyleşi tadına doyum olmayan yerlere gitti.
Biriktirdiğiniz bütün hatıraların, tecrübelerin özü gibi olan “Kış Hasadı” isimli kitabınızı okurken kendimi sizinle hemşehri gibi hissettim. Bu topraklarda büyümüş gibi fragmanlarla anlatmışsınız hayatınızı. Birbirimize yabancı değiliz hissi uyandı bende. Halbuki siz hayatınızın önemli bir kısmını New York’ta sanatçı olarak geçirdiniz. Tasavvuf’a, özellikle Mevlânâ’ya ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?
Mevlânâ Hazretlerinin mevcudiyetini ve bereketini, 70’li yılların başında Konya’da, onun huzurunda durduğumda hissettim. Bu durum, üzerimde kalıcı bir etki bıraktı. Hayatımız boyunca kendi kaderimizin ifa olunması için belirli kişilere ve yerlere yönlendiriliriz.
Mesnevi-i Şerif 800 yıllık tarihinde belki en yüksek ilgiye bugünlerde ulaştı. Onlarca farklı dile çevrildi. Dünyanın her yerinden milyonlarca okuyucusu var artık. Severek, ilgiyle okunmasına rağmen, çoğunlukla onun asıl referansları olan Tasavvuf ve İslam öğretilerini dışarıda bırakan bir okuma bu. Yoğun ilgi neden Mevlânâ’ya daha titiz yaklaşmak için bir fırsat olmadı?
Batı’da ve Türkiye’de, bugün birçok insan Hz. Mevlânâ’nın söylediği her şeyin, temelini Kur’ân’dan ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetinden aldığı gerçeğini görmezden geliyor. Bu kişiler Kur’ân’ın, Mevlânâ’nın öğretilerindeki nefesini söndürmek istiyorlar.
Hz. Mevlânâ, dünyevî aşkın değil, ilâhî aşkın şairiydi. Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Mesnevî’si bir kitap değil yalnızca; bir mürşid, bir rehber. Bir şeyhin önünde nasıl otururuz?
Mevlânâ, Kur’ân ve sünnet konusunda bir uzmandır ve hayatını İslam prensiplerine göre yaşamış bir evliyâ, bir tasavvuf üstadıdır. O, günlük yaşama dair kareleri; meyve ve çiçek kokularını, gök gürültüsünün sesini ve karı, doğanın bütününü; hayvanları, kuşları, sebzeleri, madenleri, mevsimleri; yağmur, kar ve buzulları işlemişti. Bunların hepsi Mevlânâ’nın beyitlerinin esrarlı betimlemelerinde apaçık ortaya çıkar.
O, doğa koşullarıyla insanoğlunun durumunu kıyaslayarak, insanı bu uyurgezer yolculuğundan uyandırmak için yol göstermeyi amaçlar. Kendi duyularıyla dünyayı nasıl idrak ettiğini başkalarına gösterir. Allah, “Varlığımızın delillerini (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz” der (Fussilet, 41:53). Mevlânâ bu ayeti, şahsı dışında kalan her şeyi ufukların bir parçası olduğu şeklinde yorumlamış. Büyük gemileri kaldıran denizler, gezegen üzerinde kargaşa çıkmaması için bir sır içinde can veren kuşlar, mevsimler; insan bedenindeki delikler ve onun (asla kopya edilemeyen) yüzü; sütü, kan veya dışkıyla karışmayan bir inek; gökten yeryüzüne düşen, doğanın kendisiyle beslendiği ve ürün verdiği su; insana karada ve denizde yol gösteren gökteki yıldızlar, O’nun işaretlerinin yalnızca birkaçı.
Tohum Kabuğuyla Ekilmeli
“Mevlânâ Celaleddin Rumi’nin Unutulmuş Mesajı” kitabınız raflarda yerini aldı. Mevlânâ’nın unutulmuş mesajı tam olarak nedir? Tecrübeniz doğrultusunda bu mesajı tekrar hatırlamanın yollarını söyler misiniz?
Mevlânâ’nın dönemdaşı İbn Atâullah İskenderî, “Yağmur bulutlarının amacı yağmur yağdırmak değil, meyveleri olgunlaştırmaktır” der. Allah insana bir korunma aracı vermiştir: Zikrullah. Allah’ın adını hatırlamak ve tekrar etmek. Mevlânâ Celâleddin Rûmî Hazretleri, bunu hayatının her gününde uygulamış ve “Tohumun büyümesi için, onu kabuğu ile birlikte ekmelisiniz” demiştir. Mesnevî, İslamî göndermeleri olmayan fakat büyük bir şair tarafından kaleme alınmış bir “ilginç hikâyeler derlemesi” olarak okunursa Mevlânâ’nın eserinin özü kaçırılır. Hz. Mevlânâ’nın çalışmaları, insanlığın kurtuluşu için, bugünün dünyasının da uygulayabileceği bir unutulmuş mesajdır. Dünya üzerinde kısa süreliğine ikamet eden insanın, sorumluluklarını anlayabilmesi için ona kuvvetli bir ışık tutar.
Mevleviliği bir tür meditasyon olarak görüp İslam’ın hiçbir haram-helal çizgisine uymadan yaşayanlar da var tasavvufu. Halbuki Mevlânâ, Hz. Muhammed için “O’nun yolunun tozu olurum” diyor. Bu hususta ne dersiniz?
Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) takip etmenin hem zâhirî hem de bâtınî yönleri vardır. Örneğin biri, Peygamber Efendimizin kavun yediğine dair bir bilgi olmaması nedeniyle kavun yemiyorsa bu, onun yolunu zâhiren takip etmek demektir. Fakat Efendimizin (s.a.v.) bahsettiği hakikati ve maksadı takip etmek demek, başka bir şeydir. Mevlânâ, “Ben, cennet bahçesinin bir kuşuyum; dünyevî âleme ait değilim. İki üç günlüğüne, bedenimden bir kafes yapmışlar” der. Derviş olmadan da Müslüman olunabilir ama Müslüman olmadan derviş olunamaz.
Hz. Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız? Mevlânâ Şems’te, Şems de Mevlânâ’da ne buldu?
Şems ile Mevlânâ, dıştan görünen zâhirî bilgiyi içlerinde zuhur eden derûnî bir bilgeliğe dönüştüren, birbirlerinin içindeki o manevî simyayı uyandırmışlardı. Onların ilişkisi, bir mürid-mürşid ilişkisi değildi, onlar birbirlerinin “sohbet şeyhi”ydiler. Hz. Mevlânâ, Şems Hazretleri ile Konya’da karşılaştığında halihazırda bir Kübreviyye şeyhiydi.
Şems ile Mevlânâ, aylarca inzivaya çekildikleri bir halvethaneye girdiler. Orada tefekkür ettiler, daima zikir halinde bulundular, çok az yiyip dua ettiler. Bu mübarek mekâna girmeye, Sultan Veled’den başkasının izni yoktu.
Kendi uyanışlarının keşfiyle meşgul oldular ve Allah sevgisinde “bir”leşip yekvücut oldular. Birbirlerinin gezegeni haline geldiler. Hz. Mevlânâ, insanın idrakini, kavrayışını arttırırken Şems’in (Şems, Arapçada “güneş” demektir) etrafında dönen ve neticede onunla birleşen bir dünyaydı.
Onlar, mevcudiyetlerinin derinliklerine daldılar ve bu yaşamın neşvesi ile biçim değiştirip başkalaştılar. Allah aşkıyla kaybolarak, sufilerin bahsettiği o vecd halini tecrübe ettiler. Manevî tecrübenin en ulvî katmanlarını birlikte açığa vurabildiler. Ve bu sıralarda, birbirlerini sadece üç yıldır tanıyorlardı.
Siz tarihi verilerin aksine Şems-i Tebrîzî’nin katledilmediğini, Konya’dan ayrıldığını düşünüyorsunuz. Bu kanaatinizi destekleyici veriler var mı? Bu yeni bilgi neyi değiştirir?
Şems Hazretlerinin katledilmiş olması ile ilgili hiçbir kanıt yok. Bu, Şems’in Konya’da ortadan kaybolmasından yüz yıl sonra Eflakî tarafından (Menâkıbü’l-Ârifîn’de) dile getirilmiş bir teoridir.
Ne Sultan Veled ne de Sipehsâlâr, ki Mevlânâ’nın hayatı hakkında bir hatırat yazmış ve Şems ikinci kez ortadan kaybolduğu sıralarda Konya’da bulunmuştur, Şems-i Tebrîzî’nin Mevlânâ’nın kıskanç öğrencileri tarafından öldürülmesinden bahsederler. Mevlâna da Şems’in ortadan kaybolmasından sonra yazdığı binlerce dizede onun “gittiğinden” bahsediyor, öldürüldüğünden değil. Ayrıca bu hususta hiçbir ceset, hiçbir cinayet silahı da bulunmadı. Kimse adalet terazisinin önüne getirilip yargılanmadı. Selçuklular gibi hemen her bilginin detaylıca kayıt altına alındığı bir devletin sınırları içinde Mevlânâ gibi mübarek bir zatın sırdaş denecek mesabedeki bir yakını suikaste uğramış olsaydı bu suikastin kaydı, kesinlikle tutulmuş olurdu.
Naçizane fikrimce, Şems-i Tebrîzî Hazretleri, “tayy-i mekân” yapabilen bir evliyâydı.
Tayy-i mekân ehli ricalullah hakkında şöyle denir: Bu evliyâlar, “Bismillah” diyerek sağ ayaklarıyla tek bir adım atarak çok uzun mesafeleri katedebilirler. Kendilerine, bu adım atmaya binaen ehl-i hatve, “adım ehli” de denen, tayy-i mekân bast-ı zaman ilmine sahip, yani Allah’ın onlara aynı anda iki mekânda birden bulunabilme hediyesini bahşettiği zatlar, topluma entegre olurlar ve halk içinde kendilerini belli etmezler; hatta birbirlerini dahi bilmeyebilirler. Mevlânâ bunu biliyordu, Şems-i Tebrîzî de biliyordu.
İnsan, lambayı sadece güneş battığında açar. Şahsen, Şems’in Konya’yı “Mevlânâ lambası”nın tüm gücü ile yanması için, kendi isteği ile terk ettiği kanaatindeyim.
Bugün Mevlânâ’yı takip eden Mevlevi bir geleneğin temsilcilerinden pek bahsedemiyoruz. Çok çok azaldılar. Ama siz Mevlânâ’dan aktif bir şekilde beslenebiliyorsunuz. Nasıl oluyor bu?
Bugün Mevleviyye tarikatı yok. Kimse bir Mevlevî dedesi olmak için öyle 1001 günlük çileye girip Kur’ân, Mesnevî, müzik, sema; dolayısıyla disiplin öğrenmiyor. En büyük temennimiz, Mevlânâ’nın düşüncelerinin yayılması ve bu düşüncelerin arayışta olanların hayatlarının bir parçası olması. Kişinin bu düşüncelerden anladığını, bilfiil hayatına katması. Zâhirî bilgiyi manevî bilgeliğe dönüştürmesi. Günümüzün bu unutkanlık hastalığı çağında, manevî bir simya vazifesi görür bu.
Bu yüzden mi Batı’dan İslam’a ihtida edenler çoğunlukla tasavvuf yolunu tercih ediyorlar?
Ben, fıkhın zarurî olduğunu düşünüyorum. Bazı Batılı âlimler bugün, Müslümanlığı seçenlere, fıkhın tasavvuftan daha önemli olduğunu söylüyorlar. Fıkıh kesinlikle gerekli, ama İslam’ı yaşamak, tasavvuf bağıyla daha kolay.
Gayrimüslimleri İslam’a girmek için heyecanlandıracak bir Müslüman toplum muyuz sizce?
İslam, onu yanlış anlayanların gözüyle değil de doğru şekilde anlaşılırsa İslam insanlar için hayatlarında netlik ve güven arayışında olan gençler için bir mıknatıs görevi görür.
Bu konuyla bağlantılı olarak bir not düşmek isterim: Abdülhakim Murad (T. J. Winter) ve Hamza Yusuf’un çağdaş Batılı Müslüman akademisyenler arasında en önemlileri olduklarını ve derslerinin kitaplardan çok daha faydalı olduğunu düşünüyorum.
Siz aynı zamanda fotoğraf, resim, grafik-tasarım ve belgesellerle ilgilenen bir sanatçısınız. Sanatı kişinin kendisini bulması yolunda önemli bir adım olarak görüyor musunuz?
Bir sanatçı için gündelik yaşamın içsel gerçekliğinin, yüzeyin altında kalan gizli bir anlamı vardır. Bu bir kişinin varoluşunu daimî izlenimler dünyasında görme, seyretme ve kamera tarafından kaydedilen bir aktif farkındalık anında olma ya da resim sanatında tecrübe edilen, farklı birkaç farkındalık ânında olma sürecidir. Hayat ânın içindedir. Yanılsama, geçmişte veya gelecekte bulunan bir hayatın düşüncesidir ve bunların hiçbiri “an”da mevcut değildir. Geçmiş asla geri gelmeyecektir ve gelecek de, geldiği zaman gerçeklik kazanacaktır.
Bize bir ipucu verilmiş, bir imada bulunulmuştur ve o ipucu bir yanılsamaya, illüzyona dönüşür. Sanat, dünya üzerindeki farklı kültürler arasında bir köprü vazifesi görebilecek, gelenekseli ve çağdaşı bugünün dünyasında anlamlı bir tecrübe oluşturacak şekilde birleştirebilecek evrensel bir dildir.
Müslüman dünyada sanata ve estetiğe ilgi neden yeterince iyi değil?
Batılı anlamda sanat, Müslüman dünyada nispeten yeni bir olgu. “İslam sanatı”nın tanımı günümüz Müslüman’ı için henüz net değil. Bu sanat; kaligrafi mi, mimarî mi, halıcılık mı, tiyatro mu, film mi, yoksa rap müzik mi? Ya da sadece, bir din olarak İslam’a bağlı olan sanat mı?
“İslam sanatı” kavramı, bugün hâlâ ortak bir tanım üzerinde mutabakata varılmasını bekliyor. O nedenle zaman, İslam dünyasındaki sanatçılar ve akademisyenler arasında bir iletişim kurma ve keşfetme zamanıdır. Sanatçı İslamî kültürün içine girdikçe ve onu çalıştıkça sanatın tanıdık olan alanlarında yeni tanımlar ortaya çıkacaktır ve belki de günümüzün İslamî düşüncesinin köklerinden yeni anlatım yolları doğacaktır.
Ömrünüzden bunca yıl gelip geçtikten sonra, geriye şöyle bir dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz?
Geriye dönüp baktığımda paraya giden yolda değil de Allah’ın yolunda olduğum için memnunum. Apple’dan değil Allah’tan bekliyor olduğum için kalbim mutmain.
Yaşla gelen artılardan biri geriye dönüp bakabilme yetimiz. O vakit, otuz yaşımızda güçlü ve genç bir bedene sahipken bizimle olan özümüzün; aslında olgunluk ve ihtiyarlık çağımızda da aynı netlikle bizimle kaldığını anlıyoruz. Bu gençken keşfedilebilen bir şey değil.
Kitapları Okursanız Allah da Size Kitaplarda Olmayanı Öğretir
Modern hayatın en çok sevdiğiniz nimeti nedir?
Allah’ın adı ile onurlandırılmış olmak.
Gün tamamen size kalacak olsa kaç saatinizi okumaya ayırırsınız?
Günümün büyük bir kısmını okuyarak geçiriyorum. Muzaffer Efendi bir keresinde şöyle demişti: “Kitapları okursanız, bir gün Allah da size kitaplarda olmayanı öğretir.”
Şu an hangi kitabı okuyorsunuz?
Mustafa el-Bedevî’nin “Higher Reality– Manifestations of the Unseen”i ve Navid Kermânî’nin “Between Quran & Kafka”sı. Bir de Walter Isaacson’ın yazdığı Leonardo Da Vinci biyografisini yeni sipariş ettim.
En çok sevdiğiniz ve en az sevdiğiniz kelimeleri söyler misiniz?
En sevdiğim Bismillah, hiç sevmediğim ise “dene”.
İyi ki yapmışım dediğiniz en önemli şey?
Oğlumun doğumuna yetişmiş olmam.
Kendinizi en huzurlu hissettiğiniz yer?
Manen, toplu zikr yapılırken. Maddeten, resim yaparken.
Hevesinizi ne kaçırır?
Televizyon ve cep telefonu bağımlılığı.
Son cümleniz olacağını bilseniz, ne söylerdiniz?
La İlahe İllallah.
Yusuf Temizcan'ın Yazısı.