Şeytan`ı Mağlup Edene Kadar Devam
Merve Kurtoğlu
Taha Kılınç’ın yeni kitabı “Kırmadan İncitmeden” Aşina Kitap’tan çıktı. Bir ömrün hasadı gibi. Taptaze ve dipdiri üslup, nefis bir anlatım. Onlarca ülke, yüzlerce insan, bir dolu hatıranın özü. Raflardaki yerini alır almaz biz de kitabı vesile ederek kendisiyle bir söyleşi yaptık.
“Kırmadan İncitmeden”in bahtı açık olsun. Bu kitabın fikrinin nasıl ortaya çıktığıyla başlayalım dilerseniz.
Fikir tamamen kıymetli kardeşim Süleyman Ragıp Yazıcılar’a ait. “Abi, senin Facebook paylaşımlarını kitaplaştırsak?” teklifinde bulunduğunda, ilk önce şaka yapıyor zannettim. Ama gayet ciddiydi. Paylaştığım anekdotların iki kapak arasında kalıcı hale gelmesinin okuyanlara hayrı ve iyiliği hatırlatacağını savunarak beni ikna etmeyi de başardı nihayet. Rabbimiz, niyetlerimizi halis eylesin, amellerimizi kabul buyursun.
Kitap isminin özel bir hikayesi var mı?
İnsanları güzelliklere davet ederken, üslubun çok önemli olduğunu düşünüyorum. İyi bir şeyi, kötü bir üslupla anlatamazsınız; ama buna mukabil, kötü bir şey, iyi bir üslup sayesinde alıcı bulabilir. Bu hakikatten hareketle, kitabın içeriğini oluşturan -ve ilk önce kendi nefsimi muhatap kabul ettiğim- hatırlatmalarda da bu ilkeyi gözetmeye çalıştım. Cümleler, okuyanın iç dünyasında bereketli pencereler ve ufuklar açsın, fakat bunu yaparken de kırmasın ve incitmesin. Bunu sağlamaya çalıştım. Ne kadar başarabildiğimin takdiri, okuyucularındır.
Kitabınızda çok hoş hatıralar var. Gündelik hayatın içindeki detaylardan ibretlik hadiseler çıkartabiliyorsunuz. Belki biz de benzer şeyler yaşıyoruz ama sizin gibi ‘hikmetler’ çıkaramıyoruz? Nedir bunun ‘hikmeti’? :)
Estağfirullah. Aslında hepimizin hayatında böyle sayısız ilginç, sıra dışı, öğretici ve ibretlik anlar var. Yaşadığımız olumlu ya da olumsuz her şeyden, “Ben bundan ne öğrendim?” sorusunun cevabını çıkarmaya çalışmalıyız. Bunu hep sorduğumuzda ve her olaya böyle baktığımızda, hiçbir anın boş geçmesi mümkün değildir.
Hepimizin sosyal hayatta tekrar ettiği hatalardan dem vuruyorsunuz. Bu bölümleri okudukça “daha almamız gereken epeyce yol var” kanaatine varıp umutsuzluğa kapıldığımız da olabiliyor.
Umutsuzluğa kapılmaya gerek yok. Durmadan günah işlediğinden şikâyet eden adama Hz. Ali’nin söylediği gibi “Şeytan’ı mağlup edene kadar” azim ve sebat göstereceğiz. Kat etmemiz gereken epey yolumuzun olduğu doğru, fakat bu bizi umutsuzluğa düşürmemeli, aksine daha kararlı ve istikrarlı bir yürüyüş için kamçılamalı. Hz. Peygamber, komuta ettiği son askeri harekât olan Tebuk Seferi’ne çıktığında 61 yaşındaydı. Yürüyüş hiç bitmeyecektir, imtihanlar da. En kolaydan ve yakından başlayarak, bütün söküklerimizi yavaş yavaş dikeceğiz. Hayat böyle.
Sizi ziyarete edip projelerini anlatan gençlere “Bunlar güzel de önce tarihinizi ve coğrafyanızı tanıyın, en az iki dil öğrenin” diyorsunuz? Bu onları umutsuzluğa düşürmüyor mu?
Onları umutsuzluğa düşürmüyor. Çünkü gerekçelerimi ve neden böyle söylediğimi de izah ediyorum. Etraflıca anlatıyorum sorumluluklarımızı. Gençlik heyecanlarının güzel olduğunu ama bu heyecanlarla ömür boyu yürünemeyeceğini... Kırmadan, incitmeden.
Siz özellikle sosyal medyada çok seviliyorsunuz ve yakından takip ediliyorsunuz. Bu durum yazılarınızı yazarken bir otokontrole dönüşüyor mu?
Sevilme konusu, madalyonun bir yüzü aslında. Bana küfredenler, hakaretler yağdıranlar, iftira atanlar, lakap takanlar da çok. Hamdolsun, madalyonun diğer yüzünü de görüyorum ve bu benim için “Ne yaparsan yap, sevmeyenin de çok olacak. O zaman, “insanların ne söylediklerini hiç önemseme, işine bak” dersine dönüşüyor. “İnsanlar sevsin diye” yazmak, yazı yazanların en büyük sınavı aslında. Her bir kelimemizi, “Rabbimiz buna razı olur mu?” muhasebesiyle yazmak durumundayız. Aksi halde muvazeneyi yitiririz, Allah da sözümüzün kıymetini düşürerek bizi insanlara maskara eder. Kaleme ve yazdıklarına yemin eden Rabbimiz, bu konuda azami dürüstlük istiyor. Bu olmazsa, yazının tesiri de yok oluyor.
Yazarken ya da okurken arka fonda neler çalar?
Yazarken ya da okurken bir şey dinlemeyi sevmiyorum. İllâ sessiz bir ortam aramam, ama -enstrümental bile olsa - müzik zihnimi çok dağıtıyor.
Çok arayıp da bulamadığınız kitap(lar) oldu mu?
Çok arayıp bulamadığım bir kitap olmadı. Bir kitabı bulamıyorsam, aramayı bırakırım ve bana gelmesini beklerim. Bir gün mutlaka gelir.
Hangi konuda yazmayı sevmezsiniz?
Kendimi yeterli hissetmediğim bir konuda yazmak durumunda kalıyorsam, ortaya gerçekten kötü metinler çıkıyor. Böyle mecburiyetlere girmemeye çalışıyorum.
Kitap yazsa da okusak dediğiniz biri var mı?
Hatırat yazımını çok önemserim. Böyle “Keşke yaşadıklarını açık açık yazsa” dediğim birçok isim var.
Birkaç tanesini zikredebilir misiniz?
Mesela Prof. Dr. Mehmet Görmez. Mesela Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu... Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan. Batı’da hatırat yazım işi epey ciddiye alınıyor. Keşke bizde de ciddiyetle ve açıklıkla yazılsa, yaşananlar sonraki nesillere ders ve ibret olarak aktarılsa.
Dönüp dönüp okuduğunuz kitaplar var mı?
Dönüp dönüp okuduğum tek kitap Kur’ân. Onun dışında her kitaptan alacağınızı alırsınız, o macera biter. Belki bazı kısımlarına baktığınız olur, ama “döne döne” okumak olmaz artık.
Masanızda sürekli hazır duran bir kitap(lar) var mı?
Masamda her döneme ait tarih kitapları mutlaka durur. Kitap biriktirmeyi hiç sevmediğimden, masamdaki kitabı ilgilisine hediye ettiğim de çok oluyor. Kudüs Ey Kudüs (Dominique Lapierre-Larry Colins), İmparatorlukların Çöküşü (Michael Reynolds), İslam Toplumları Tarihi (Ira Lapidus), Anahatlarıyla İslam Tarihi (Adem Apak), Sultan Abdulhamid (François Georgeon).
En çok sevdiğiniz ve en az sevdiğiniz kelimeleri söyler misiniz?
Samimiyet anlamı içeren bütün kelimeleri severim; hakaret ve küfür içerikli kelimelerse bana itici gelir.
GENÇ'ın Yazısı.