Muhammed Turabi

İnsanız, yalnızlıktan ürperiyor doğruyu bulmaya gayret ediyoruz. Tekbaşına kalmaya korkuyoruz. Çünkü muhayyilemizde kötü adam, sevilmeyen adam yalnız kalır gibi düşünüyoruz. Sürekli kalabalıkları arıyor bir ömür çabamızı bu yönde sarf ediyoruz. Lakin doğru mu yapıyoruz?

Kendimize, insanlığa baktığımızda karşılaştığımız en temel arzu hükmetme arzusudur. İnsan, fıtratı gereği hükmetmeye taliptir her devir. Bu talipliği, becerisiyle doğru orantılı mıdır genellikle hayır. Bunu tarih çöplüğüne gitmiş milyonlarca hükümdar veyahutta devrinde parlak sonraları ise ismini kimsenin bilmediği insanlardan anlayabiliriz. Mesela ailesine hükmedebilen bir baba bu manada dünyanın en mutlu insanı iken bunu elinden kaçırmış bir insan her devir kendini dünyanın en kötü insanı gibi görmüştür. İşte bu hükmetme arzusuyla, yalnızlık korkusu genellikle doğru orantılıdır. İnsan yalnızlıktan korktuğu için kendisini topluma atar, gücü yettiğince yönetir gücü yetmediğindeyse yönetilir. Fakat bu korku bir yerde yanlış bir korkudur. Çünkü yalnızlık insanı olgunlaştırır. Sürekli toplumun ürünü olmuş insanlarda bir zaman sonra bayağılaşma görülür. Tabii burada yalnızlık derken bilinçsiz bir yalnızlıktan bahsetmiyoruz. Yalnızlığın bilincine varmış ve kendisini yeri gelip toplumdan çekebilen, yeri gelincede toplumun ortasına itebilen iradi insan davranışından bahsediyoruz.

Yaşadığımız yüzyılda sosyal medya gibi bir gerçek var. İnsanlar buradan milyonlara ulaşıyor; buralardan fikirleri, toplumları, giyim-kuşamı yönlendirebiliyor. Fakat şu bir gerçek ki sosyal medya, reel hayatta yalnız milyonlarca insanı barındırıyor. Yukarıda bahsettiğimiz bilinçsiz yalnızlık örneği buradan doğuyor. İnsanlar sosyal medya aracılığıyla birçok insana ulaşırken veyahut ulaşanları takip ederken bu yalnızlıklarını örttüklerini düşünüyorlar. Fakat tam tersine gittikçe bilinçsiz bir yanlızlığa sürükleniyor ve nihayetinde bunalıma girebiliyorlar. Mesela çokça karşılaşmışsınızdır, insanlar bir mekana oturuyorlar ve her birinin elinde birer telefon, masada muhabbet yok herkes telefonuyla uğraşıyor. İşte bu örnekte bilinçsiz yalnızlaşmasını tamamlamış insanın, kendini kandırmacası olan toplumsal varoluşunu görüyoruz. Yani insan kendini bulduğunu sandığı sosyal medyasından ayrılamıyor ve ortaya bir masanın etrafından muhabbetsiz ayrılan, yalnız tipler ortaya çıkıyor. Diğer taraftanda toplumun içine karıştığı düşüncesiyle vicdanını rahatlatıyor. Ne yazık ki bu tipin ne yalnızlığı bilinçli ne de toplumsallığı.

Birçok tasavvuf büyüğünün hayatının merkezine koyduğu ‘uzlet’ işte tam manasıyla bahsettiğimiz bilinçli bir yalnızlıktır. Bu süreçte kişi kendine içine yönelir, Allah’a tevekkülünü arttırır ve bu manada tabir yerindeyse hayatının bir muhasebesini yapmış olur. Bunun yanında toplumsallığının yolunu ise “Halk içinde Hakk ile” düsturunda bulmuştur. Bu iki denge esaslı bir yaşantı ne onu bilinçsizce bir yalnızlığın getirdiği bunalıma ne de toplumun ürünü olmuş bayağı tip olmaya yönlendirir. Bu manada yalnızlaşanlara selam olsun.


GENÇ'ın Yazısı.