27 Eylül 2017

Bugün, kalbimde büyük bir heyecanla yola düştüm. Kayışdağı Darulaceze`ye gidiyordum. Rahmetli babamın arkadaşlarından biri olan Erdoğan Amcamı ziyaret edecektim. Orada olduğunu öğreneli çok olmamıştı, sürekli araya bahaneler girmişti ve bir türlü gidememiştim yanına.

Peygamber Efendimiz`in (s.a.v.) baba dostlarını gözetmekle ilgili sözlerini düşünerek, biraz da geç kalmışlığın mahcubiyetiyle, sakin adımlarla girdim içeriye.

Kantinde olduğunu söyledi görevliler, bekledim önce. Asansörden inince, hayalimde kalan son görüntüsüyle şimdiki hâlini kıyas ettim hızlıca, "ta kendisi" dedim içimden.

Elinde bastonuyla yanıma yaklaştı, önce tanıyamadı.

Elinde bir mısır vardı, oracıktaki banka oturduk. Yüzüme baktı, tam çıkaramadı. Kulakları ağır işitiyordu, iyice yaklaştım ve "beni hatırlaman zor" dedim. Biraz daha baktı. Kulağına tekrar eğildim ve "Hikmet`in dördüncü evladıyım, Süleyman`ım" dedim. Tam anlayamadı, aynı cümleleri biraz daha yüksek sesle söyledim.

Erdoğan Amcam bu sözleri duyunca, içine ağlar gibi oldu, mısırı bıraktı elinden, yutkundu, "vay bee" dercesine süzdü yüzümü, inanamadı.

Sonra yüzü tebessüm etti, annemi, abimi, kardeşlerimi sordu hemen. Şiir kitabımı çıkardım, "bunu sana getirdim" dedim. İçindeki eski resimleri görünce, o eski adamlara has tok bir sesle, "heey gidi heey" dedi birkaç defa, acı acı gülümsedi.

Dışarı çıktık, kantine gittik. Bana limonlu bir soda ısmarladı, kendisi de çok severmiş. Elimi cebime attığımda, "olur mu öyle şey" diyerek müsaade etmedi. Rahmetli Tevfik dedem de kendisine aynısını yaparmış, hiç ısmarlatmazmış, bunu söyledi.

Açık havada oturduk, hâlini keyfini sordum. Günlerinin nasıl geçtiğini, neler yaptığını anlattı usul usul.

Rahmetli babamdan iki yaş büyüktü Erdoğan Amca, hiç evlenmemişti, tam 77 olmuştu şimdi. Birlikte çok hâtıraları olmuş, aklında kalanlardan bazılarını anlattı bugün. Bir bayram günü, babamın bütün çocukları alıp kendisinin o zamanlar Laleli`de bulunan dükkanına getirdiğinden, hepimizi bir güzel giydirdiğinden bahsetti. Kadıköy Fikirtepe`deki amcamlara birlikte gittiklerini, oraya giderken babamın her defasında "hadi Fakirtepe`ye gidelim" dediğini söyledi, gülümsedik.

Çocukluğumda hiç unutamadığım bir hatıram vardı, bugün o hatıranın kahramanın da kim olduğunu öğrenmiş oldum. Babamın vefatından sonraki zamanlarda, oyuncak bir uçak getirmişti biri, ne çok sevmiştik onu, doyamamıştık. Üzerine basınca pırrrr diye öne fırlar giderdi. Erdoğan Amcam bugün, "size bir defasında oyuncak getirmiştim, uçak, epey kavga etmiştiniz o uçak için, hiç unutmuyorum" deyince, şaştım kaldım, gözlerim sulandı.

Biz konuşurken, bir yandan orada kalan birçok insanı da gözlemleme imkanım oldu. Yalnızlar, kimsesizler, çeşitli hastalıklarla boğuşan garipler vardı. Bir ara, hemen arkamıza bir amca oturdu. Biz konuşurken, o çıkardı kavalını, kendince çalmaya başladı. Gayri ihtiyari, sese yöneldim, şahit olduğum manzara karşısında hüzünlendim. İçli bir kaval sesi, yalnız bir adam, akıp geçen zaman... Dayanamadım, biraz çektim bu manzarayı. Çünkü, adını koyamayacağım birçok duygunun bundan daha güzel bir özeti olamazdı benim için...

İşte böyle...

Erdoğan Amcama birçok soru sordum bugün. Sakince cevapladı hepsini. Devletin kendilerine çok iyi baktığından söz açtı, orada kendilerine en zor gelen şeyin "aranmamak, sorulmamak" olduğunu belirtti.

Babamda kalma fotoğraflar arasında kendi resmi de vardı, telefondan gösterdim, yine "heey gidi günler heey" dedi.

"Gelenden Allah razı olsun" diyordu beni kapıya doğru uğurlarken, heybeme koyduğum en güzel hediye olarak kabul ettim bu duasını ve hüzünle ayrıldım oradan.

Kalbimde hâtıralar, yüzümde baba dostunu görme neşesi, kulağımda kaval sesisin acısı, döndüm eve, döndüm kalabalıklar içindeki kendi yalnızlığımıza... Kaval sesi şurada:

https://www.instagram.com/p/BZjYaJGA992/?taken-by=suleymanragip


Süleyman Ragıp Yazıcılar'ın Yazısı.